Perşembe, Mayıs 29, 2008

ÇOCUK MUYUZ?


Babanız yaşıyorsa hala çocuksunuzdur.

Bu harika.

İnsan babası ölünce büyüyor çünkü.

Yalnız başına kalıyorsunuz o zaman artık.

Çocukken her şeyi bilen,

herkesten güçlü olan babamız

biz büyüdükçe küçülüyor.

Zamanını tamamlamış

ve geçmişte kalmış bir yaşlı olarak

kendi köşesinden bize bakıyor.

Uzakta olsa da, bize dokunamasa da...

Usandıracak kadar

ayrıntılı sorularla hayatı öğrendiğimiz,

her şeyi bilen babamızın sorularıysa

biz büyüdükçe artık bize sıkıcı gelmeye başlıyor.

Müdahale etmese,

soru sormasa ne iyi olur dediğimiz zamanlar

çok oluyor artık.

Biz ondan daha iyi biliyoruz ya her şeyi.

Zaman artık onun zamanı değil ya...

Teknoloji gelişti ya...

Her şey değişti ya...

Oysa ne zaman ki babanızı kaybediyorsunuz,

işte o zaman gerçekten büyüyorsunuz.

Çünkü çınarın gölgesi yok artık üzerinizde.

Sizi fark etmediğiniz halde

yağmurdan, güneşten koruyormuş meğer o gölge.

Siz de aile kuruyorsunuz,

baba oluyorsunuz,

sizin de gölge yaptığınız

ve koruduğunuz birileri oluyor

ama o gölgeyi çok arıyorsunuz.

Babanız öldüğünde büyüyorsunuz.

Artık soru soracağınız,

öğreneceğiniz, azarını duyacağınız,

takdirini alacağınız,

akşam eve dönerken yolunu gözleyeceğiniz,

korkacağınız bir babanız yoksa büyüyorsunuz.

Yarınınızdan sorumlu tuttuğunuz,

her istediğinizi almak zorunda olan o kişi yoksa artık...

Hep sessiz ağlayan,

suskun seven,

en zor dönemde bile yıkılmaz görünen,

sırtınızı dayadığınız çınar ağacınız yoksa artık...

Büyüyorsunuz o zaman işte.

Savaşın ortasında komutansız kalmaktır,

babasız kalmak.

Kaç yaşınızda olursanız olun

babanız yaşıyorsa hala çocuksunuzdur.

Çarşamba, Mayıs 28, 2008

GELECEĞİNİ BİLİYORDUM!


Savaşın en kanlı günlerinden biriydi.
Asker en iyi arkadaşının az ileride,
kanlar i
çinde yere düştüğünü gördü.
insanın başını bir saniye siperden çıkaramayacağı
gibi bir ate
ş altındaydılar.
Asker teğmenine koştu hemen:
- Komutanım, bir koşu arkadasımı alıp geleyim mi?
'Delirdin mi?' der gibi baktı teğmen...
- Gitmeye değmez oğlum,
arkada
şın delik deşik olmuş.
B
üyük olasılıkla ölmüştür bile.
Kendi hayat
ını da tehlikeye atma sakın!
Ama asker o kadar ısrar etti ki,
te
ğmen izin vermek zorunda kaldı.
- Peki, dene bakalım!
Asker yoğun ateş altında fırladı siperden
ve mucize eseri, arkada
şının yanına kadar gitti,
yaral
ı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı.
Birlikte siperin i
çine yuvarlandılar.
Teğmen koşup yaralıya bir göz attı
ve nefes nefese bir kenara y
ıkılmış askere döndü:
- Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez,
demem
miydim! Bu zaten ölmüş...
- Değdi Komutanım, değdi! dedi asker.
- Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım,
çünkü
yanına vardığımda henüz yaşıyordu...
Ve onun son sözlerini duymak,
d
ünyalara bedeldi benim için...
Ve, hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
'Geleceğini biliyordum!'
Kalbimizde 'arkadaşlık' denilen bir mucize var.
Nas
ıl olduğunu, nasıl basladığını bilemezsiniz.
Ama bunun özel bir armağan olduğunu bilirsiniz.
Gerçekten de arkadaşlar nadide mücevherlerdir.
Yüzünüzü güldürüp, başarmanız için cesaret verirler.
Sizi dinlerler ve kalplerini açmaya hazırdırlar.
Bugün arkadaşlarınıza,
onlarla ne kadar ilgilendi
ğinizi gösterin.
(şu çılgın Türkler kitabından)

Salı, Mayıs 27, 2008


1-  Az anlamak, ters anlamaktan iyidir.                                          
A.France
2 - Üzülmek,
yarının sıkıntısından bir şey eksiltmez,
sadece bugünün gücünü tüketir. A.J. Cronin
3 - Dünyanın gördüğü her büyük başarı,
önce bir hayaldi.
En büyük çınar bir
tohumdu,
en büyük kuş bir yumurtada gizliydi.
Allen

Cumartesi, Mayıs 24, 2008

DÜNYA NÜFUSU


Dünya nüfusunu,
mevcut halklarin nispetlerini muhafaza ederek,
100 kisilik bir köy kadar küçültebilseydik bu köy söyle olacakti:

57 Asyalı:
21 Avrupalı,
14 Amerikalı (Kuzey,Orta,Güney)
ve 8 Afrikali
Bunların 52'si kadın , 48i erkek olacaktı
30 beyaz , 70 beyaz olmayan,
30 Hıristiyan, 70 Hıristiyan olmayan,
89 heteroseksüel , 11 homoseksüel
6 kişi bütün servetin % 59una sahip olacaktı
ve bunların hepsi ABD kökenli olacaktı.
20 kişi iyi evlerde yaşayacaktı,
30 kişi okuma-yazma bilecekti,
1i ölmek üzere , 1i de doğmak üzere olacaktı.
1 kişi bilgisayar sahibi,
1 kişi de (evet, sadece 1 kişi) üniversite mezunu olacaktı.
Şimdi şunları göz önünde bulundurun:
Bir harp tehlikesi ile,
işkence görmek ihtimali ile,
aç kalma korkusu ile karşı karşıya değilseniz,
500 milyon insandan daha iyisiniz.
Tutuklanmaktan ,
işkence görmekten
yahut öldürülmekten korkmadan ibadethaneye gidebiliyorsanız
3 milyar kişiden daha iyi bir şansa sahipsiniz.
Buzdolabınızda yiyeceğiniz ,
üzerinizde elbiseniz
ve başınızı sokup uyuyabileceğiniz bir eviniz varsa,
dünyadaki insanların % 75inden daha zenginsiniz.
Bankada ve cüzdanınızda para varsa,
dünyanın en imtiyazli % 8i arasındasınız
Anneniz , babanız sağ ise,
siz bu dünyada nâdir kişilerden birisiniz.
Birisi sizi düşündü ve bunu gönderdi,
çünkü okuma yazma bilmeyen 2 milyar kişiden biri değilsiniz.
Paraya ihtiyacın yokmuş gibi çalış .
Kimse seni üzememiş gibi sev .
Kimse seni seyretmiyormuş gibi danset .
Kimse seni dinlemiyormuş gibi şarkı söyle .
Bu yazıyı dostlarının da okumasını sağla.
okumazlarsa hiçbir şey olmaz.
Okurlarsa, belki birisi gülümser……
Veya……
sen gene her zaman yaptığın gibi nereye olduğunu bilmeden,
kan ter içinde koşmaya ve hayattan şikayet etmeye devam et .
(kaynak:mailler)


Perşembe, Mayıs 22, 2008

SON PİŞMANLIK(2)


Adam uzun zaman
o iki kardeşi görebilmek için bakındı durdu;
ama çocukları otelin etrafında bir daha göremedi.
Şehrin arka sokaklarında
büyük ihtişamlı arabasıyla gezinirken
adam yine tüm siniriyle bağırıyor
ve aradıkları adresi bulamamanın öfkesini
şoföründen çıkarıyordu.
O sırada bisikletiyle hızla aşağı inen
kasketli genci farketti ve şoförüne:
"Dur biraz,şu gelen gence adresi soralım.
O büyük bir ihtimalle burada oturuyordur."
dedi.
Şoför arabayı kenara çekti ve pencereyi açtı.
Yokuş aşağı hızla gelen gence eliyle işaret etti.
"Bir saniye,bir şey sorabilir miyiz?"dedi.
Ama genç hiç durmadan yanlarından geçti,gitti.
Adam,çok sinirlenmişti,söylenmeye başladı.
"Bunlarda kibarlık ne gezer,
bunlar aile terbiyesi görmemişler ki;
kenar mahalle çocukları hepsi!"
Tam bunları söylerken
arabanın dikiz aynasından
çocuğun biraz ileride çok zor da olsa durup
geri geldiğini gördü.
Çocuk arabanın yanına gelince durdu
ve pencereye eğilerek:
"Özür dilerim!
Sizin işaretinizi geç farkettim,
bisikletimin freni bozuk,uzakta durabildim.
Bir şey mi soracaktınız?"
Adam gözlerine inanamadı;
bu,o gece cüzdanını getiren gençti.
Tommy,üçüncü kez adamı
yaptıkları ve söyledikleri için utandırmıştı.
Adam arabadan indi
ve Tommy'nin yanına gelerek
omzuna elini attı.
"Bak evlat,kaç aydır ben sizi arıyorum.
Sana güzel bir teklifte bulunacaktım.
Gel benim yanımda çalış,
ne kadar para istersen veririm.
Ben sende,
para kazandıkça kaybettiğim insanlığımı buluyorum."
dedi.
çocuk adamın sözünü bitirmesini bekledi
ve şöyle dedi:
"Üzgünüm efendim ama
insanlığı ve vicdanı parayla satın alamazsınız.
Hoşça kalın!"
Tommy bisikletine binip
oradan uzaklaşırken adam
Tommy'nin hala arkasından bakıyordu.
Ve yıllar önce ona aynı teklifte bulunan
patronunun teklifini kabul ettiği için
ilk kez pişmanlık duymuştu.
Evet,şimdi çok parası vardı;
ama insanlığını kabul etmişti.
Tıpkı yıllar önce insanca tavırları için
onu seven ve işe alan patronu gibi..
"BU ÜÇ ŞEYİ,
İHTİYACINIZ OLDUĞUNDA
PARAYLA SATIN ALAMAZSINIZ:
iNSANLIK,
SAĞLIK,
MUTLULUK.
BU YÜZDEN ONLARI BULDUĞUNUZDA,
SIMSIKI SARILIN!"
(son)



Çarşamba, Mayıs 21, 2008

SON PİŞMANLIK


Hava gene soğuktu.
Tommy ve kardeşi çok üşümüştü.
Tommy burnunu hissetmiyordu artık.
Eskimiş eldivenlerinden çıkan parmakları da
buz kesmişti.
Kardeşi:
"Tommy yine o lüks otelin duvarına gidelim,
havalandırmasının olduğu duvar
çok sıcak oluyor."dedi.
Tommy:
"Evet ama biliyorsun,
otelin sahibi şikayet edince polisler geliyor."
dedi.
Kız çok üşümüştü.Öksürerek:
"Lütfen Tommy çok üşüyorum!"dedi.
Otelin önüne geldiklerinde,
kapının önündeki siyah arabayı tanımıştı Tommy.
Bu otel sahibinin arabasıydı.
Otelin havalandırmasının olduğu duvara yaslanıp,
ısınıyorlar diye
kız kardeşini ve onu
sürekli polise şikayet eden adam buydu.
Gene sinirle etrafa emirler yağdırıyordu,
otelin kapısından çıkarken.
Bir an Tommy karanlıkta bir şeyin
adamın paltosunun cebinden düştüğünü gördü,
adam arabaya binmişti bile..
Tommy yerde duran karaltıya doğru yürüdü.
Bu otel sahibinin cüzdanıydı.
Araba tüm ihtişamıyla hareket ederken
Tommy:
"Bayım,bakar mısınız?"
diye bağırdı..
Adam,Tommy'i görünce:
"Yine mi siz?
Ne arıyorsunuz gene burada?
Sizi bu otelin etrafında görmeyeceğim
bir daha demedim mi ben?"
diye bağırdı.
Tommy adamın suratına baktı
ve sakin bir tavırla cüzdanı adama uzattı:
"Bunu düşürdünüz biraz önce."dedi.
Adam şaşkın bir ifadeyle cüzdanı aldı.
Biraz önce söylediklerine pişman olmuştu
ama gene de:
Eğer içinden bir sent bile kaybolduysa!!"
diye sözünü tamamladı.
"Ben buradayken sayın lütfen!"
Tommy bunları söylerken
adamın suratına öyle bir ifadeyle bakmıştı ki;
adam cüzdanındaki parayı saymadan
cebine koymak zorunda kalmıştı.
"Hadi Ann, gidiyoruz!"
dedi kız kardeşine.
Çocuklar karanlıkta kaybolmak üzereyken
adam arkalarından seslendi:
"Dur bir dakika!"
Tommy arkasını döndü:
"Ne istiyorsunuz?
Bir daha otele yaklaşmamamızı söyleyecekseniz,
buna gerek yok,
çünkü bir daha gelmeyeceğiz buraya."dedi.
adamın o kızgın tavırları yoktu artık yüzünde.
"Hayır onu söylemeyecektim.
Eğer iş arıyorsan,
biz de bir kasiyer arıyorduk.
Matematik kafan varsa çabuk öğrenirsin."
dedi.
Çocuk arabaya doğru bir iki adım attı:
"Cüzdanındaki 100,200 dolar için
bana güvenmeyen birisinin kasasını
teslim alamam.
Yine de teşekkürler!"dedi
ve kız kardeşiyle oradan uzaklaşırken
adamın bir kez daha,
söyledikleri sayesinde
düşüncelere dalmasına sebep olduğunu bilemedi.
(kaynak:internet)
(devamı yarın)


Salı, Mayıs 20, 2008

BABANIN OĞLUNA ÖĞÜTLERİ


*İnsanları ölçme.
*Başkalarından daha akıllı olmaya çalış;
yalnız kimseye söyleme.
*Başkalarının terbiyesizliğine karşı en iyi silah,
bir insanın kendi terbiyesidir.
*Kuruşlara dikkat et,
liralar kendi yollarını bulurlar.
*Bir yara,
bir hakaretten daha çabuk unutulur.
*İş yaşamında en yararlı huy,sabırdır.
İnsanlar anlatacakları şeyleri dinlemenizi,
onların isteklerini yerine getirmenizi yeğlerler.
*Hız,ticaretin ruhudur.
*Kendini sevdirmenin biricik yöntemi,
başkalarının sana nasıl davranmalarını istiyorsan,
senin de onlara öyle davranmandır.
*Kibarlık,düşüncelerin kıyafetidir.
*Öğüt ender olarak iyi karşılanır
ve ona fazla gereksinimi olanlar
onu en az severler.
*Bilgi ağırlık verebilir,başarı da işin cilasıdır.
Bunları yaparken birçok insanla tanışırsın.
Bunlar işine daha fazla ilgiyle bakmana
yardım eder,
işine daha fazla önem vermene
neden olur.
*Yenilerden söz ederken,
onları küçümseme,
eskilerden söz ederken de
onları putlaştırma.
*Birçok insan ölçüden çok gözüne inanır.
*Duygularını biraz saklamadan
hiçbir işin yapılamayacağını unutma.
*Oğlum,
onlar sana kaba hareket etseler bile,
sen herkese karşı kibar ol.
Şunu unutma ki,
başkalarına
onların bir centilmen olmalarından
ötürü değil,
kendi centilmenliğinden ötürü
gerektiği gibi davranmalısın.
(kaynak:bütün dünya
sayı:2007/06)

Pazartesi, Mayıs 19, 2008

19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA GENÇLİK ve SPOR BAYRAMI

Ey büyük Ata'm,
Türk gençliği olarak hürriyetin,
bağımsızlığın, egemenliğin,
cumhuriyetin ve İnkılâplarının yılmaz bekçileriyiz.
Her zaman, her yerde, her durumda,
Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza,
çağdaş uygarlığa geçmek için;
bütün zorlukları yeneceğimize
namus ve şeref sözü verir,
kendimizi Büyük Türk Milletine adarız.

Türk Gençliği

(TEŞEKKÜRLER ATATÜRK)

Cuma, Mayıs 16, 2008

HÜKÜM VERMEDEN BEKLE ve GÖR


Öykü ünlü Cin düşünürü Lao Tzu'nun zamanında geçer...
Lao Tzu bu öyküyü çok sever,anlatırmış.
Köyün birinde çok fakir yaşlı bir adam varmış...

Ama kral bile onu kıskanırmış...
Öyle dillere destan bir beyaz atI varmış ki,
Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş
ama adam satmaya yanaşmamış...

"Bu at, bir at değil benim için...
Bir dost...
İnsan dostunu satar mi?" dermiş hep...
Bir sabah kalkmışlar ki,at yok...
Köylü ihtiyarin başına toplanmış...
"Seni ihtiyar bunak.
Bu atI sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.
Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.
Şimdi ne paran var,ne de atın" demişler...
İhtiyar:"Karar vermek için acele etmeyin" demiş.
Sadece 'At kayıp' deyin.
Çünkü gerçek bu.
Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.
Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi,
yoksa bir şans mi, bunu henüz bilmiyoruz.
Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.
Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez..."

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
Ama aradan 15 gün geçmeden,
at bir gece ansızın dönmüş.
Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine...
Dönerken de, vadideki 12 vahşi ati peşine takıp getirmiş.
Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.
"Babalık" demişler" Sen haklı çıktın.
Atının kaybolması bir talihsizlik değil
adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var..."

"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar...
Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.
Bilinen gerçek sadece bu.
Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.
Bu daha başlangıç.
Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz
kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"

Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan
ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...
Bir hafta geçmeden,
vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarin tek oğlu
attan düşmüş ve ayağını kırmış.
Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.

Köylüler gene gelmişler ihtiyara...
"Bir kez daha haklı çıktın" demişler.
"Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak.
Oysa sana bakacak başkası da yok.
Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler...

İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz"
diye cevap vermiş.
"O kadar acele etmeyin.
Oğlum bacağını kırdı.
Gerçek bu.
Ötesi sizin verdiğiniz karar.
Ama acaba ne kadar doğru?
Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir
ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez...

Birkaç hafta sonra,
düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış.
Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış.
Köye gelen görevliler,
ihtiyarin kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar.
Köyü matem sarmış.
Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş,
giden gençlerin ya öleceğini
ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler...
"Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler.
"Oğlunun bacağı kırık,ama hiç değilse yanında.
Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler.
Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.."

"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar...
Oysa ne olacağını kimseler bilemez.
Bilinen bir tek gerçek var.
Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde.
Ama bunların hangisinin talih,
hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor. "

Lao Tzu,
öyküsünü su nasihatle tamamlarmış,
etrafına anlattığında:
"Acele karar vermeyin.
O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz.
Hayatın küçük bir parçasına bakıp
tamamı hakkında karar vermekten kaçının.
Karar aklın durması halidir.
Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi,
dolayısı ile gelişmeyi durdurur.
Buna rağmen akıl insani daima karara zorlar.
Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir
ve insanı huzursuz yapar.
Oysa gezi asla sona ermez.
Bir yol biterken yenisi baslar.
Bir kapı kapanırken, başkası açılır.
Bir hedefe ulaşırsınız
ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.
Büyük adamların hataları güneş tutulmasına benzer,
onları herkes görür.
Cucong

Perşembe, Mayıs 15, 2008

YORUM SİZİN


Bazı hayvanları sevmiyorum!
Kimse kusura bakmasın!

1- Tünellerde park lambası ya da farlar yerine
dörtlülerini yakan ÖKÜZLERİ ...

2- Lastiği patladığında bunu sol şeritte değiştiren DEVELERİ,
3- Bir yaya geçsin diye yavaşladığınız
veya durduğunuzda
sağınızdan/ solunuzdan
bir de size ters ters bakarak geçen ÇAKALLARI,

4- Far ayarının ne demek olduğunu bilmeyip
ya da ona verilecek 2-3 milyonu servet sanıp
arkanızda gözünüzü kamaştıran DAVARLARI,

5- Karda önden çekişli arabasının
arka tekerlerine zincir takıp sonra
'abi bi el atsana' diye yardım isteyen EŞEKLERİ,

6- Dakikalarca aynalarına bakmadan
otobanın sol şeridinde
sizin süratinizden en az 50-60 km yavaş giderek salınan KOYUNLARI ,

7- Yeni yıkadığınız arabanızı
batırmakla mükellef
cam yıkama fıskıyesini ayarlamaktan aciz BEYGİRLERİ,

8- Arabasında biriktirip çöpe atması gerekenleri yola atan
DOMUZLARI,
9- Trafik 2 dakika durdu mu kornaya basan AYILARI,
10- Her yere tüküren LAMALARI,
11- Kapısına geldiği adamın ziline basmaktansa,
kornasına basmayıtercih eden SIĞIRLARI ,
sevmiyorum ...! Ya siz ?....

(biraz kaba oldu ama doğru bilgiler değil mi? )
(kaynak:mailler)

Pazartesi, Mayıs 12, 2008

SÜPER ANNELERE SEVGİLERİMLE




Ben anne olmasaydım eğer...
Topuksuz ayakkabılarla da şık olunabileceğini bilmeyecektim.
Hamileliğim esnasında 80'li kilolara kadar çıkıp,
kendi çapımda ilk defa bir alanda rekorumu kıramayacaktım.
O küçücük ellerle
renkli kartonlardan yapılmış bir kâğıt parçasının
bu kadar değerli olabileceğini öğrenemeyecektim.
Kan yapsın diye danadili haşlayıp
üzerine yumurta kırıp
ağzının tadına da uysun diye
çikolatalı pudingle karıştırmak gibi
yaratıcılığın sınırlarını zorlayan tarifler keşfedemeyecektim hiç.
Su almak için
elimde kumanda ile buzdolabını açtığımda
kumandayı buzdolabına koyacak kadar
ya da evden çıkarken
telsiz telefonu çantama atacak kadar
kendimden geçmeyecektim.
Birinin canı yandığında
ötekinin bu acıyı hissedebilmesinin
sadece ikiz kardeşlerde olduğunu sanacaktım.
Sabahın köründe gözü kapalı mutfağa kadar gidip,
süt ısıtıp yine gözü kapalı dönme yeteneğini kazanamayacaktım.
Üzümün çekirdeklerini tek tek çıkarmak için
insanüstü bir uğraşa asla girmeyecektim.
Bir insanın gaz çıkarması beni bu kadar mutlu edemeyecekti.
Büyüdüğünde arkadaşlarınla birlikte partilerde
Süper Anne olarak eğlenmeyi hayal edemeyecektim.
Babanla belki daha az kavga edecek
ama sevginin evlat denilen başka bir boyutuna giremeyecektik.
Sevginin böylesine karşılıksız olanını hiç tadamayacaktım..
Telaşsız sevişmenin hayalini kuramayacaktım.
Annemi bu kadar çok sevdiğimi anlamayacaktım.
Annesinden zorla ayırdılar diye
'Uçan Fil Dumbo!' çizgi filminde böğürerek ağlamayacaktım.
Geceleri kesintisiz uyuyacak,
hafta sonunda sabahları istediğim saatte kalkacaktım
ama uyandığımda
yanağıma konmuş minik ellerin sıcaklığı ısıtmayacaktı yüreğimi.
Çantamda sürekli bisküvi, ıslak mendil,
bir adet oyuncak,
düşer bir yerin kanar diye ayıcıklı yara bandı taşımayacaktım.
Acıyı geçiren öpücüğün gücüne inanmayacaktım.
38,5 derece ateş beni de yakıp kavurmayacaktı.
Yağmur sonrası
çamurlu sularda zıplamanın keyfine varamayacak,
sen bir lokma daha fazla yiyesin diye
kalabalığın ortasında kafamda peçete dansı yapmayacaktım.
Sen olmasaydın eğer
yaşamın karmaşıklığını unutup
tekrar basit yaşamayı öğrenemeyecektim.
Sen olmasaydın eğer ben asla 'anne' olmayacaktım.
Bir çocuk doğduğu anda,
bir anne doğarmış...
Bu lafın doğruluğuna inanmayacaktım.
(kaynak:mailler)

Perşembe, Mayıs 08, 2008

ÜÇ KADIN,ÜÇ OĞUL AMA TEK EVLAT


Köyün tek çeşmesi başında
üç kadın sıraya girmiş
kaplarına su doldurmaktaymış.
Kadınlar aralarında çene çalarken
yanlarına yaşlı bir adam yaklaşmış
ve kadınların konuştuklarıyla
yakından ilgilenmiş.
Birinci kadın şöyle demiş:
"Bakınız,benim bir oğlum var;
becerikli mi becerikli,
yetenekli mi yetenekli.
İnanın örnek bir delikenlıdır o."
İkinci kadın:
"Benim de bir oğlum var.
Bülbül gibi şakır,
sesi insanlara gözyaşı döktürür."
demiş.
Üçüncü kadın ise oğlu hakkında
hiç bir şey söyleyememiş.
Kadınlar
serçe parmağı kalınlığında
bile su akmayan çeşmeden
kaplarını zorlukla doldurduktan sonra,
oradan uzaklaşmaya hazırlanırken
yaşlı adam onları izlemekteymiş.
Bir ara,
birinci kadının oğlu görünüp
grubun önünde mükemmel bir takla atmış.
Annesi:
"Jimnastik gösterileri de yapabilir."
diyerek oğlunu pohpohlamış.
Derken ikinci oğul gelmiş.
O kadar güzel,
o kadar yanık türkü söylemiş ki,
dinleyenler hayranlıklarından
neredeyse küçük dillerini yutacaklarmış.
En son üçüncü kadının oğluonlara yaklaşmış.
İlk ikisinin aksine hiçbir şey yapmamış,
sadece annesine koşmuş
ve su kabını onun elinden alarak kendisi taşımış.
Bundan sonra
oğullarının marifetleriyle övünen iki kadın,
yaşlı adama dönüp sormuşlar:
"İşte şimdi oğullarımızı gördünüz değil mi?"
"Ben sadece bir tek oğul gördüm.
Annesinin elinden su kabını alarak
kendisi taşıyan oğlu.
"yanıtını vermiş yaşlı adam.
(kaynak:internet)


Salı, Mayıs 06, 2008

KARDELEN ve HERCAİ


Yıllar evvel,
birbirini çok seven iki çiçek varmış.
Bunlardan erkek olan,
sevgilisini o kadar çok seviyormuş ki;
baharda açtıklarında
diğer çiçeklerden onu kıskanıyormuş.
Buna dayanamayan erkek çiçek,
baharda binlerce çiçeğin içinde açmak
ve kalabalığın içinde kaybolmak yerine,
kışın dondurucu soğuğunda açarak,
canından çok sevdiği sevgilisini
daha fazla görmeyi hayal etmiş.
Yine bahar gelmiş,
bütün çiçekler toprağı yedi renge boyamışlar.
Erkek çiçek
kışın kurduğu hayallerini
sevgilisine anlatmış.
Dişi çiçek
onun fikirlerini çok beğenmiş
ve bir daha ki sefere
hiç kimsenin açmaya cesaret edemediği,
kışın
dondurucu soğuğunda açmak için sözleşmişler.
Bahar bitmiş,yaz geçmiş,kış gelmiş.
Sevgilisine kavuşma hayaliyle
yerinde duramayan erkek çiçek,
karın bir yorgan gibi kapladığı toprağı
delerek yeryüzüne çıkmış.
Bembeyaz karlar içinde
o renkleriyle göz kamaştıran sevgilisini aramış.
Ama bulamamış.
Ümidini yitiren erkek çiçek
bir süre sonra
üzüntüsünden boynunu eğmiş.
Sonra da soğuğun şiddetine dayanamayıp
hayatını kaybetmiş.
İşte o günden sonra,
aşkı için
kışın dondurucu soğuğuna bile aldırmadan
karların içinde açan çiçeğe
KARDELEN
ve ona sadık kalmayıp aldatan sevgiliye
HERCAİ
adı verilmiş.
(kaynak:internet)