Cumartesi, Ağustos 30, 2008

ÇAYDANLIK ve BARDAK


Ne kadar kibirli dursa da
bardağın önünde eğilir çaydanlık.
Öyleyse bu büyüklenme niye?
Bu kibir,bu gurur niçin?
Mütevazi ol,hatta bir adım bile
geçme gurur kapısından.
Bardağı insan bunun için
öper daima alnından...
Erkin Vahidov

Cuma, Ağustos 29, 2008

SU GİBİ




Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya

İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi...
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünümü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı....
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!

İnsanlar vardır; derin bir okyanus...
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.

İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu...
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.

İnsanlar vardır; sakin akan bir dere...
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.

İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı...

İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranışı candan...

Can Yücel

Perşembe, Ağustos 28, 2008

HAYDE HEP BERABER GÜLELİM,ALKIŞLAYALIM


ACI KAYBIMIZ
3 ay önce ailemize katılan,
Necmi ismini verdiğimiz kaplumbağamız
dün vefat etmiş.
Aile arasında sade bir törenle
evin arka bahçesine gömdük.
Hayvancağız durduk yerde can verdiği için
gidip Necmi'yi aldığımız dükkanın sahibine
sebebinin ne olabileceğini sorduğumuzda:
''Abi onlar kış uykusuna yatar''
cevabını almış bulunmaktayız,
hepimizin başı sağolsun.
Bu vicdan azabıyla ben de çok yaşamam herhalde.



ALFABE
Ben de,bu yıl okula başlayan torunum için
kuvvetli bir moral alkışı istiyorum.
Daha ikinci gün:
'Örrrtmenim, taa evden buraya
tel çizmeye mi geldik,
hep yumarlak mı yapcaz,
harf felan öretmicen mi?'
deme cesaretini gösterdiği için.


ANNEM
'Bu taraf bitti.' diye
CD'yi arkasına çeviren
ve sonra da 'CD çalar çalışmıyor!'
diye feryat eden anneme alkış az geliyor!


MODEM
Yemek masamın üstünde duran modeme
uzun uzun bakan anneanem
'Bu ne?' diye sordu.
Ben de kolay anlasın diye
'Hani benim bilgisayarım var ya
onunla internete giriyorum.
İşte internete girmek için o kutu zorunlu.'
diye uzun uzun açıkladım.
Anneannem dinledi beni;
'Yani modem bu' dedi ve konu kapandı...

YAZ OKULU
Bir alkış da
annesine
yaz okulunu kazandığı müjdesini veren
üniversite öğrencisine gelsin.
Bu yaratıcılığa şapka çıkartılır.


BEYİN GÖÇÜ
Tikky olduğu her halinden belli olan kızımız
Beşiktaş-Taksim midibüsünde
yanındaki arkadaşına dert yanmaktadır.
''Şekerim dördüncü kez girdim ÖSS'ye,
ama yine kazanamadım,
gidicem sonunda Amerika'ya o olucak.
Böyle böyle beyin göçü oluyor işteeaa!''
Sen git, masrafları ben karşılıyorum.


İNGİLİZCE YAZILISI
Bir alkış da ingilizce sınavında
'Nice ..............' şeklindeki boşluğu
'Nice mutlu yıllara!'
şeklinde dolduran,
dahi mi aptal mı olduğunu
henüz anlayamadığımız öğrencime istiyorum.


NE ZAMAN?
Kardeşim karne almıştı.
Fakat birçok zayıf notu vardı.
Annem, babamla beni kenara çekip
uyarıları sıralıyordu;
'Sakın çocuğun moralini bozmayın,
sakın kötü bir şey söylemeyin.'
Uyarılar özellikle babama yönelikti;
'Hele de sen, sakın çocuğun gururunu kırma.'
Babam daha fazla dayanamadı ve sordu;
'Karne için ne zaman özür dileyeceğiz?'

HAVALE
Bankada
gişenin önünde işlemimin yapılmasını bekliyorum.
Yanımdaki gişede işlem yaptıran yaşlı teyzeye,
işlemini yapan kadın soruyor:
'Parayı kim alacak teyze?
Alıcısına ne yazalım?'
Teyzem cevap veriyor:
'Bu paranın hayrını görme İnşallah yazalım.'




NEDEN OLMASIN?
5 yaşındaki yeğenime babası soruyor:
'Büyüyünce ne olacaksın kızım?'
'Asena olacağım babacım;
sen ne olacaksın?'
Babası gayet sakin cevap veriyor:
'Katil'
İkisine de meslek hayatlarında başarılar.
(kaynak:mailler)

Çarşamba, Ağustos 27, 2008

BUGÜN EN İYİARKADAŞIM BANA BİR TOKAT ATTI.


Yolculuk eden iki arkadaş hakkında
bir hikaye anlatılır.

Yolculuğun bir aşamasında iki arkadaş tartışırlar,
biri ötekine bir tokat atar.
Tokadı yiyenin canı çok yanar
ama tek kelime etmez
ve kum üzerine şu sözleri yazar:

'BUGÜN EN IYI ARKADASIM BANA BIR TOKAT ATTI.'

Yıkanabilecekleri bir vahaya rastlayana dek
yürümeyi sürdürürler.
Tokadı yiyen yıkanırken bir batağa saplanır,
boğulmak üzereyken arkadaşı tarafından kurtarılır.
Boğulmak üzere olan arkadaş
tam kurtulduktan sonra
bir kaya parçası üzerine şu sözleri kazır:

'BUGÜN EN iYi ARKADAşIM BENiM HAYATIMI KURTARDI.'

Tokadı vuran
ve sonra arkadaşının hayatını kurtaran kişi
ona şöyle der;
senin canını yaktığımda
bunu kum üzerine yazdın
ama şimdi kayaya kazıyorsun.
NEDEN?
Öbür arkadaş ona şöyle cevap verir:

'Biri bizi incittiğinde
bunu kum üzerine yazmalıyız ki
bağışlama rüzgarı estiğinde onu silebilsin.
Ama biri bize iyi bir şey yaparsa
onu kayaya kazımalı ki
onu hiçbir rüzgar yok etmesin.'

'İNCİNMELERİNİZİ KUMA,
GÖRDÜĞÜNÜZ İYİLİKLERİ KAYALARA KAZIMAYI ÖĞRENİN.'

Denilir ki
özel birini bulmak bir dakikanızı alır,
onu değerlendirmeniz bir saat içinde olur,
onu sevmek için bir gün yeter
ama sonra onu unutabilmek için
bir ömrün geçmesi gerekir.
Bu sözleri
arkadaşlarınıza okutmayı unutmayınız.
Eğer kimseye okutmazsanız
bu demektir ki telaş içindesiniz
ve dostlarınızı zaten unutmuşsunuz.
(kaynak:mailler)

Salı, Ağustos 26, 2008

SORUNLARI ÇÖZÜMLEYEBİLİRSİNİZ


Gerçekten kendini düşünen kişi,
kendi mutluluğu,rahatlığı için
karşısındaki kişiyi düşünmesini bilendir.
Başkalarının yaşamasına izin vermediğiniz zaman
kendiniz de yaşayamazsınız.
Karşınızdaki kişinin mutsuzluğu uğruna
mutlu olmaya çalışırsanız,
inanın ki,mutlu olmanıza imkan yok.
Çünkü yansımalar dünyasında yaşıyoruz.
Karşınızdaki kişiyi huzursuz ettiğiniz zaman
sizin huzuru yakalamanız mümkün değil.
Halbuki karşınızdaki kişiyi düşünerek,
onun mutlu ve huzurlu olmasını
sağlayacak şekilde davranırsanız,
o da sizi mutlu edecektir,
hem de düşünmediğiniz ölçüde.
Başka türlü davranması mümkün değil.
Birilerini yok ederek var olamazsınız.
Hatta rakibinizi ya da düşmanlarınızı yok ederek bile
var olamazsınız.
Ayrıca içinde yaşadığınız koşulların yaratıcısı sizsiniz
ve böylece kendi varlığınızı keşfediyorsunuz.
Diğerlerinin hatta düşmanlarınızın varlığı,
sizin kendinizi var etmeniz için
en temel nedenlerden biridir.
Kendimizi geliştirmek için,
güçlenmek için karşı güce ihtiyacımız var.
Bizi zorlayacak nedenlere ihtiyacımız var.
Ve bilmeden bizi zorlayacak koşulları
ve kişileri kendimiz yaratıyoruz.
Zorlandığınız durumlar karşısınıda küsmeyin
ve kızmayın.
Öfkelenmek yerine
karşılaştığınız zorlukların üstesinden
nasıl gelebileceğinizi düşünün.
Sakin ve serinkanlı düşünmek,
telaş etmeden durumu anlamak,
ne yapacağınızı belirlemenize yardımcı olacaktır.
Daha ötesi
kendi yeteneklerinizi
ve potansiyelinizi anlamanızı da sağlayacak.
Bundan sonra yapacağınız her hamle
gelişim sürecinize eklenen bir değer olacaktır.
Şu sıralarda çok fazla zorlanıyoruz.
Alıştığımız hayatı sürdürmek
giderek daha zor oluyor.
Ekonomik baskılar,
sorumluluğunu üstlendiğimiz insanlar
ve bugüne kadar öğrendiğimiz
düşünce tarzımız
yaşantımızı ciddi boyutlarda etkiliyor.
Tabii bütün bunlara bağlı olarak
hayatımızı,bugüne kadar yaptıklarımızı
ve içinde bulunduğumuz koşulları
gözden geçirmeye başlıyoruz.
Yani düşünüyoruz.
Olaylar ve üzerimizdeki baskılar
bizi düşünmeye yöneltiyor.
İşte bu çok iyi bir durum.
Koşullarımız çok kötü olabilir,
fakat,içinde bulunduğumuz zor koşullardan
nasıl sıyrılacağımızı düşünmek bile
bizim gelişmemiz açısından çok iyi.
Çünkü insanlar
zor durumda kalmadan düşünmüyorlar.
Kendilerini ve yeteneklerini keşfedemiyorlar.
Halbuki baskılar ve zorluklarlar karşısında
düşünmeye başlıyoruz.
Direnç göstermeye başlıyoruz
ve buna bağlı olarak gelişiyoruz.
Yeter ki,
zorluklarla karşılaştığınız sırada pes etmeyin.
Kandinizi bırakmayın ve öfkelenmeyin.
Ne kendinize,
ne de kendi dışınızdaki olaylara ve insanlar kızmayın.
Öfkeli ve saldırgan bir tutum içine girmekten kaçının.
Şayet yok edici bit tutum içine girerseniz,
karşınızdaki kişiyle birlikte
kendinizi de yok etmiş olursunuz.
Böyle bir durumda bütün dikkatinizi
içinde bulunduğunuz zorlu süreçten
nasıl çıkabileceğize yöneltin.
Ve bir süre için
kendinizi ve olayları izleyin.
Tabii bunu yaparken
duygu ve düşünce üretmeden,
sanki olayların içinde yaşayan
siz değilmişsiniz gibi yapın.
Yani serbest bırakın.
Şimdi bunu söylemesi kolay ama
yapmak çok zor diyebilirsiniz.
Ama yapabilirsiniz.
Biraz gevşeyip
düşüncelerinizi susturarak başarabilirsiniz.
Sonra yeniden dikkatinizi kendinize
ve içinde bulunduğunuz koşullardan nasıl çıkacağınıza yöneltin
ve bekleyin.
Tabii bu sırada içinizdeki sevgi duygusunu
harekete geçirip
açığa çıkarmayı da ihmal etmeyin.
Çözüm aniden ve beklemediğiniz bir anda
zihninizde belirecek.
Hatta rüyanızda bile
çözümü görebilirsiniz.
Veya bambaşka bir konuyla ilgilenirken
aniden zihninizde uyanabilir.
Hemen not edin
ve harekete geçin,diyorum.
(kaynak:yasemin'ce)

Cumartesi, Ağustos 23, 2008


Mehmet`le Handan öğrenci olup
aynı evi paşlaşmaktadırlar.
Bir gün Handan ve Mehmet
Mehmet`in annesini yemeğe davet ederler.
Mehmet`in annesi
akşam yemeği boyunca Handan`ı uzun uzun süzer
ve aslında Handan`ın
çok alımlı ve güzel bi kız olduğunu
acaba aralarında
ev arkadaslığından ileri bir boyutta
bir ilişkinin olup olmadığını merak eder.
Aklını okumuşcasına Mehmet annesine der ki;
Ne düşündüğünü biliyorum
ama emin ol ki sadece ev arkadaşıyız ,
ötesi yok.
Akşam yemeğinden sonra
Mehmet'in annesi evine döner.
İki gün sonra Handan der ki:
Mehmet,
annen bize yemeğe geldiğinden beri
gümüş çorba kasesini bulamıyorum.
Mehmet yanıtlar:
"Annemin almış olabileceğini tahmin ediyorum,
ama ben yine de kendisine bir mektup yazayım.
Anneciğim gümüş çorba kasesini sen aldın demiyorum,
ama almadın da demiyorum;
fakat konu şu ki;
sen bize yemeğe geldiğinden beri
gümüş çorba kasesi kayıp.
Sevgiler oğlun Mehmet.
Bir hafta sonra annesinden mektup gelir.
Sevgili oğlum,
Handan'la yatıyorsun demiyorum,
ama yatmıyorsun da demiyorum.
Fakat konu şu ki;
Handan kendi yatağında yatmış olsaydı,
gümüş çorba kasesini
çoktan bulmuş olurdu.
Sevgiler Annen!!!

Cuma, Ağustos 22, 2008

"Avucunuzdaki Kelebek"



"Bundan Üç dört yıl önce
USA'da dünya spastikler olimpiyatı düzenleniyor.
Yüz metre yarışı;
Down Sendromlu koşucular...
Yarış başladığında
koşuculardan birinin ayağı takılıyor,
düşüyor ve acıyla bağırmaya başlıyor.
Çok ilginç bir şey oluyor,
diğer zihinsel engelli koşucular
geriye dönüyorlar
ve düşen atleti kaldırıyorlar.
Down Sendromlu bir kız,
oğlanı öpüyor:
'Bu onu iyileştirir' diyor.
Kollarına girip teselli ediyorlar
ve hep beraber yürüyerek yarış çizgisini geçiyorlar.


Bize,
'başarı başarı' diye öğrettikleri şey
belki de başarı değildir.
Hani şu eğitimler var ya,
Amerikalılar'ın
tüm üçüncü dünya ülkelerine sattıkları...
'Birilerini modelle,
onun yaptıklarını yap, sen de başarırsın'...
Acaba
birbirini hırsla geçmeye çalışan bizler mi daha insanız,
yoksa
düşen arkadaşlarını kaldırmaya çalışan engelliler mi?
Belki de o engelliler
bizden daha gerçek bir hayatı yaşıyorlar.
Biz, çok sahte,
tüketime
ve birbirini ezmeye dayalı bir hayatı yaşıyoruz.
Bize öğrettikleri hayat, baştan sona sahtedir."
"Hayatı
size Amerikan filmlerinin öğrettiği gibi yaşarsanız bittiniz.
Çünkü tüketmezseniz
varolamazsınız
ve o kültürde fiziksel özellikler her şeyin önündedir."
(kaynak:Ahmet Şerif İzgören
"Avucunuzdaki Kelebek"
adlı kitabından)

Perşembe, Ağustos 21, 2008

Kabağın Sahibi Vardır Elbet!



Vaktiyle bir derviş,
nefisle mücadele makamının sonuna gelir.
Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten,
gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir.
Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir.. .
Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden.
Derviş, usule uygun hareket eder,
soluğu berberde alır.
- 'Vur usturayı berber efendi',der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar.
Derviş aynada kendini takip etmektedir.
Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır.
Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken,
yağız mı yağız,
bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider,
başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- 'Kalk bakalım kabak,
kalk da tıraşımızı olalım', diye kükrer.
Dervişlik bu...
Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek.
Kaideyi bozmaz derviş.
Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden.
Berber mahcup, fakat korkmuştur.
Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar.
Fakat küstah kabadayı
tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi,
alay eder: 'Kabak aşağı, kabak yukarı.'
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki,
gemden boşanmış bir at arabası
yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
Derken,
iki atın ortasına
denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir
karnına dalıverir.
Kabadayı oracığa yığılır, kalır.
Ölmüştür.
Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın,
bir manzaraya, bir dervişe bakar,
gayri ihtiyarî sorar:
- 'Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?'
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- 'Vallahi gücenmedim ona.
Hakkımı da helal etmiştim.
Gel gör ki kabağın bir sahibi var.
O gücenmiş olmalı!'
Hikâye böyle...
Ama hayat da böyle...
Ensemize,
kafamıza vurup vurup dalga geçen sahte kabadayıların,
kabağın da bir sahibi olduğunu,
bu sahibin de en affetmeyeceği şeyin
kibir ve kul hakkı yemek olduğunu unutmaya başlayanlar,
koltuklarına,
makamlarına,
rantlarına yapışanlar anlayacaklardır …….
Gününüz , ömrünüz güzel olsun……..
(kaynak:mailler)

Çarşamba, Ağustos 20, 2008

ŞAH ve PİYON





Bazen hayatımıza giren öyle insanlar olur ki;
onların belli amaca hizmet etmek,
bize bir ders vermek,
kim oldugumuzu ya da
olmak istediğimizi bulmamıza yardım etmek için
bizimle olduklarını yüreğimizin derinliklerinde hissederiz.
Bu insanların kim olacağını asla önceden kestiremezsiniz;
belki oda arkadasınız,
komşunuz,
uzun zamandır görmediğiniz bir arkadaşınız,
sevgiliniz ya da
belki de sadece göz göze geldiğiniz bir yabancı...
Her kim olursa olsun, o
kader anında hayatınızın bir biçimde etkileneceğini bilirsiniz.
Bazen de hayatınızda öyle olaylar yaşarsınız ki;
o anda bu olaylar size korkunç,
acı dolu,
haksız gibi görünür.
Ancak fırtına dindikten sonra;
bütün bu olayların üstesinden gelmemiş olsaydınız,
asla potansiyelinizin,
gücünüzün,
azminizin
ve yürekliliğinizin farkına varamayacağınızı anlarsınız.
Her olayın bir gerçekleşme nedeni vardır.
Hiçbir şey tesadüfen,
kötü ya da iyi şans nedeniyle gerçekleşmez.
Hastalık,
yaralanma ve deneyimsizlikler,
ruhumuzun sinirlarini test eden olaylardır.
İster olaylar,
ister hastalıklar,
ister ilişkiler olsun,
bu küçük testler olmasaydı
hayat hiçbir yere varmayan
düz ve sıkıcı bir yol gibi uzayıp giderdi.
Güvenli ve rahat,
ancak boş ve amaçsız...
Yaşamınızı,başarılarınızı
ve düşüşlerinizi etkileyen insanlar,
kimliğinizi yaratan insanlardır.
Kötü deneyimler bile
birilerinden öğrenilebilir.
Bu dersler en zor,
ancak büyük bir ihtimalle en önemli olanlardır.
Eğer biri sizi kırar,
ihanet eder ya da üzerse,
size güveni ve kalbinizi açtığınız birine karşı
dikkatli olmayı öğrettikleri için
onları affedin.
Eğer biri sizi severse,
siz de bunun karşılığında onu
koşulsuz sevin;
sadece onlar sizi sevdiği için değil,
size sevmeyi ve
onlar olmadan göremeyeceğiniz ya da
hissedemeyeceğiniz şeylere kalbinizi
ve gözlerinizi açmanızı öğrettikleri için.
Her günün tadını çıkarın.
Her anın değerini bilin ve
belki de tekrar yaşayamayacağınız bu andan
alabileceğiniz en fazla şeyi almaya bakın.
Daha önce hiç konuşmadığınız insanlarla konuşun,
onları dinleyin,
aşık olun,
zincirlerinizi kırın
ve gözünüzü zirveye dikin.
Başınızı dik tutun,
çünkü bunun için
her türlü hakkınız var.
Kendinize
büyük bir insan olduğunuzu tekrarlayın
ve kendinize inanın.
Eğer kendinize inanmazsanız,
hiç kimse size inanmaz.
Hayatınızı nasıl istiyorsanız
öyle şekillendirebilirsiniz.
Kendi özgün yaşamınızı yaratın,
dışarı çıkın ve onu yaşayın!"


UNUTMAYIN; OYUN BİTTİĞİNDE
ŞAH VE PİYON AYNI KUTUYA KONULUR.


(kaynak:mailler)

Salı, Ağustos 19, 2008




Öğretmen,
lise son sınıf öğrencilerinin her birine,
kendisinin ve başkalarının hayatında
yarattıkları farkı onlara söyleyerek
ne kadar değerli olduklarını ifade etmeye karar verdi.

Her öğrenciyi birer birer sınıfın önüne çağırdı.
Önce onlara kendisi ve sınıf için
nasıl fark yarattıklarını söyledi.
Her öğrenciyi özel olarak takdir etti.
Sonra her birinin göğsüne altın harflerle yazılı
"Ben Fark Yaratan Bir İnsanım"
yazılı mavi bir kurdele taktı.

Sonra,
takdir edilmenin
toplumda nasıl bir etki yaratacağını görmek için
bir ders projesi gerçekleştirmeye karar verdi.
Her öğrenciye üç kurdele daha verdi.
Kendi çevrelerinde
bu takdir seremonisini yapmalarını söyledi.
Bir haftanın sonunda öğrenciler
sonuçlarıyla birlikte sınıfta sunum yapacaklardı.

Sınıftaki çocuklardan biri
bir şirkette alt derecede yönetici olarak çalışan
bir adama gitti.
Ona kendisine kariyer planlamasında
yardımcı olduğu için şükran duyduğunu söyledi
ve göğsüne mavi kurdele taktı.
Sonra ona iki kurdele daha verdi.
"Takdir etmekle ilgili bir sınıf projemiz var"
dedi.
Onun da takdir ettiği bir kişiye gidip
göğsüne mavi bir kurdele takmasını
ve üçüncü kurdeleyi ona verip
onun da aynı şeyi bir başkasına yapmasını söyledi.
Takdir seremonisi böylece sürüp gitmeliydi.
Genç yöneticiden
kendisini de sonuçtan haberdar etmesini rica etti.

Aynı gün akşama doğru,
genç yönetici,
üst düzey yöneticisinin odasına gitti.
Üst düzey yönetici
asık suratlı ve huysuz bir insan olarak tanınıyordu.
Genç adam,
yöneticisine oturmasını rica etti
ve yaratıcı bir dehaya sahip olduğu için
ona hayranlık duyduğunu ifade etti.
Yönetici şaşkınlık içindeydi.
Genç yönetici
mavi kurdeleyi göğsüne takmak için izin istedi.
Şaşkın vaziyetteki üst düzey yönetici
"Tabii, olur" dedi.

Genç yönetici mavi kurdeleyi,
patronunun ceketine,
yüreğinin üzerinde bir yere taktı.
Üçüncü kurdeleyi de ona uzatarak,
"Bana bir iyilik yapar mısınız?
Bu ekstra kurdeleyi alıp,
takdir etmek istediğiniz birinin
göğsüne takar mısınız?
Bu kurdeleleri bana veren liseli çocuk
bir okul projesi hazırlıyor
ve takdir seremonisinin
insanları nasıl etkilediğini araştırıyor" dedi.

O akşam,
üst düzey yönetici evine geldi
ve on dört yaşındaki oğluna
kendisiyle konuşmak istediğini söyledi.

"Bugün başıma olağanüstü bir şey geldi.
Ofisimde oturuyordum
ve genç yöneticilerimden biri odama girdi.
Bana hayranlık duyduğunu
yaratıcı bir deha olduğum için
bana mavi bir kurdele taktı.
Düşünebiliyor musun?
Benim yaratıcı bir deha olduğumu düşünüyor.
Sonra üzerinde
"Ben Fark Yaratan Bir İnsanım"
yazan bu kurdeleyi ceketime,
yüreğimin tam üzerine iliştirdi.
Bana fazladan bir kurdele daha verdi
ve benim de takdir ettiğim birisini bulmamı söyledi.
Eve gelirken
arabada kurdeleyi kime takacağımı düşünüyordum
ve seni düşündüm.
Seni takdir etmek istiyorum" dedi.

"İş hayatında günlerim çok yorucu geçiyor.
Eve geldiğimde sana
pek fazla ilgi gösteremiyorum.
Bazen sana okul notların iyi olmadığı
ya da odan çok dağınık olduğu için bağırıyorum,
ama bu akşam,
seninle beraber olmak istiyorum
ve sana hayatımda
nasıl fark yarattığını söylemek istiyorum.
Annen ve sen
hayatımdaki en önemli insanlarsınız.
Sen harika bir evlatsın
ve seni seviyorum!"

Çocuk şaşkınlık içindeydi
ve ağlamaya başladı,
ağlıyor ağlıyor ağlıyordu.
Ağlamasını durduramayarak
hıçkırıklara boğulmuş,
katıla katıla ağlıyordu..
Tüm bedeni hıçkırıklarla sarsılıyordu.
Gözyaşları kucağına damlarken,
başını babasına doğru kaldırdı,
titrek bir sesle,
"Ben de yarın intihar etmeyi planlıyordum baba.
Çünkü beni sevmediğini düşünüyordum."

Babanın takdiri,
çocuğun hayatında büyük fark yaratmıştı.
Yaşamla ölüm arasında bir fark.

Herkes takdir edilmek ister
ama takdir etmek konusunda cimriyizdir nedense.
Daha doğrusu
birisiyle ilgili
olumlu düşünce ve duygularımızı
dile getirmeyi pek aklımıza getirmez,
nasıl olsa onların bunu bildiklerini
ya da hissedeceklerini varsayarız.

Bugün fark yaratan insan ol.
Sevdiklerini,
hatta çok yakından tanımadığın halde
takdir ettiğin kişileri
takdir etmek için adım at.
Takdir edilmek
yaşama sevincini ve gücünü artırıyor.

İster mavi kurdeleyi,
ister kırmızı kalpli mavi kurdeleyi
takdirinin sembolü olarak ver sevdiklerine,
öğrencilerine,
çalışanlarına,
patronuna,
bakkalına,
kapıcına.
Birilerine
"iyi ki varsın" dediğimizde
kendi varlığımızı da onaylamış oluyoruz.
Var eden var olur.
Varolmanın dayanılmaz hafifliği bu.

Birisini seviyor musun?
Ona söyle.

Birisi senin hayatını olumlu etkiledi mi?
Ona telefon et.
Hayatında fark yaratan birileri oldu mu?
Onlara mektup yaz,
not yaz,
kart yaz ya da e-mail gönder.

Bu insanlara duygularını ifade etmek için
bir gün daha beklemeden harekete geç.
Özellikle yazılan şeyler,
daha kalıcı olur.
Çekmecende sakladığın mektupları bir düşün.
Yazılarak paylaşılan duygular özeldir.
Bu mektupları,
kartları
özellikle kendini mutsuz hissettiğin günlerde okumak,
bir antidepresan ilaçtan çoook daha etkilidir;
ne kadar şanslı
ve mutlu olduğunu hissedersin birdenbire.

Hayat,
söylenmemiş sözleri ertelemek için çok kısadır.
Yazdığın birkaç cümle,
öylesine büyük fark yaratabilir ki.

(kaynak:mailler)

Pazartesi, Ağustos 18, 2008

BIR HIRSIZIN PORTRESI




Genç Macar sanatçı Arpad Sebesy
multimilyoner Elmer Kelen'in
portresini yapmak için görevlendirilmişti.
Görev özellikle zordu,
çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu.
Sonuçta,
Sebesy Portrenin çoğunu
ezberden yapmak zorunda kalmıştı.
Kısıtlamalara rağmen,
Sebesy portrenin
Kelen'e yeterince benzediği görüşündeydi.
Ancak,
Kelen aynı fikirde değildi.
Kibirli milyoner
resmin kendisine benzemediğini öne sürerek
portrenin parasını ödemeyi reddetti.
Genç ressam resmini yapabilmek için
saatlerce titizlikle çalışmıştı
ve birden bire
bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti.
Milyoner
stüdyodan ayrılırken,
sanatçı bir ricada bulundu
"Portreyi
size benzemediği için
reddettiğinizi belirten bir mektup yazabilir misiniz?"
Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu.
Aylar sonra,
Macar sanatcıları derneği,
Budapeşte Güzel Sanatalar Galerisinde
sergi açtı.
Kelen'in telefonu çalmaya başladı.
Biraz sonra galeriye geldiğinde
Sebesy'nin yaptığı portresinin
üzerinde "Bir Hırsızın Portresi "
etiketiyle teşhir edildiğini gördü.
Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi.
Müdür reddedince,
Kelen
resim kendisini topluma alay konusu edeceği için
dava açmakla tehdit etti.
Bunun üzerine müdür
Kelen'in
resmin kendisine benzemediği için
almayı reddettiğini belirten
imzalı mektubunu çıkardı.
Milyoner artık resmin parasını ödeyip
almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı.
Genç sanatçı
sadece son gülen olmakla kalmamış,
aynı zamanda güçlüğü
karlı bir alışverişe döndürmüştü.
Çünkü milyoner
resmi almaya kalktığında
fiyatin eskisinden on kat daha fazla
olduğunu görmüştü.
Gördüğünüz gibi,
güçlüklere teslim olmayı kabul etmemişti.
Bunun yerine
öfke ve acıya teslim olmaktansa
yaratıcı ve yararlı bir kapı açacak
bir yol düşündü.
Kısaca ressam değerli bir prensip keşfetmişti:
Yeni fırsatlar bizi
genellikle sıkıntılı anlarda ziyaret eder,
çünkü bir kapı kapanırsa, başka bir kapı açılır.


(kaynak:Dr.Charles C.Lever)

Duvarı aşamıyorsan bir kapı aç.

Pazar, Ağustos 17, 2008

ÖNÜNDE UMUT,ARKANDA PISMANLIK OLMASIN !



TIK, TIK, TIK...
-KİM O?
-HAZIRLAN GİDİYORUZ.
-SEN KİMSİN? NEREYE GİDİYORUZ?
-SIRAN GELDİ. GERÇEK EVİNE GİDİYORUZ.
-GERÇEK EV Mİ? SEN! YOKSA!
-EVET. HADİ GİDELIM.
-DUR BİR DAKIKA..BİR SÜRÜ YARIM İŞİM VAR.
-İŞ YARIM KALMAZ. BİRİLERI TAMAMLAR. OYALANMA ARTIK.
-ÇOCUKLAR, ONLAR DAHA ÇOK KÜÇÜK, BARİ VEDALAŞSAYDIM.
-SEN OLMADAN DA BÜYÜRLER, HADİ BEKLİYORLAR.
-BEKLİYORLAR MI? ONLAR DA KİM?
-GİDİNCE GÖRÜRSÜN.
-ANLADIM. ANLADIM AMA KALBİNİ KIRIP,
GÖNLÜNÜ ALAMADIKLARIM, İYİLİĞİNİ GÖRÜP,
KARŞILIK VEREMEDİKLERİM VAR.
ANLAYACAĞIN BORÇLU GİTMEK İSTEMİYORUM.
-BUNU ZAMANINDA DÜŞÜNSEYDİN!
-ZAMANINDA MI? İYİ DE BEN DAHA ZAMANIM VAR SANIYORDUM.
-HEPİNİZ AYNISINIZ..
ZAMAN DEDİĞİN,İÇİNDE BULUNDUĞUN AN..
BUNUN ÖTESİ YOK.
-KEŞKE, KEŞKE....
-DEVAM ETME.
BUGÜNÜ YAŞARKEN HEP YARIN VAR GİBİ DAVRANDIN.
ÜSTÜNDEKI ÜNİFORMANIN SORUMLULUKLARI VAR..
YERİNE GETİRMEDİN..
BU SANA BİR UYARIYDI.
ŞİMDİ GİTMİYORUZ...
AMA HER AN GİDEBİLİRİZ..
BİR DAHA GELDİĞİMDE
ÖNÜNDE UMUT,
ARKANDA PİŞMANLIK OLMASIN !

Cumartesi, Ağustos 16, 2008

Bir erkeğin hayati nasıl karartılır?




Kadın: Saçımı kestireyim mi?

Erkek: Olur.

Kadın: Ama kıyamıyorum.

Erkek: Öyleyse kestirme.

Kadın: Canım değişiklik istiyor...

Erkek: O halde kestir.

Kadın: Bana akıl vermeyi bırak, delilere verir gibi.

Erkek: Eğer nasıl hoşuma gittiğini bilmek istiyorsan,

sana derim ki uzun saçlı. Bunu biliyorsun.

Kadın: Beni tanıdığında kısaydı.

Erkek: Ve sana tam olarak ne dediğimi hatırlıyorum

'Ne güzel olurdun uzun saçla'.

Kadın: Ama herkes kesmemi söylüyor.

Erkek: Bu durumda kuaföre git ve bırak uyuyayım.

lütfen. Bunu senden Allah rızası için istiyorum.

Kadın: Peki nasıl kestireyim? Kat kat mı yoksa perçemli mi?

Erkek: Kat kat.

Kadın: Bana yakışacağını sanmıyorum, çünkü saçım çok düz.

Erkek: Bırak perçemli olsun.

Kadın: Çok yorucu.

Erkek: Yorduğu zaman tekrar kestirirsin.

Kadın: O zaman asla uzatamam.

Erkek: Uzatmak istiyorsan kestirme güzelim.

Kadın: Bana güzelim deme!!!!!!!

Erkek: ?!?!?!?!!

2. Versiyon Kadın/Kadın

1.Kadın: Ah şekerim saçını mı kestirdin? Ne kadar güzel olmuşsun!!

2.Kadın: Ay sahi mi söylüyorsun? Ben pek emin olamıyorum.

Ay çok mu kısa oldu acaba...??

1.Kadın: Amaaan ne alakası var.

Benim yüzüm bu kadar geniş olmasa

aynı kesimi ben de denerdim.

Benim su saçım klasik oldu artık,

yeni bir modele hiç cesaret edemiyorum.

2.Kadın: Ay yapma Allah aşkına nesi varmış yüzünün....

Bak söyle şuralarından kat verdirsen,

harika olur!!

Benim de boynum uzun olmasa

ayni seninki gibi bir model yaptırırdım.

1.Kadın: Ah sekerim sen de bir alemsin.

Keşke benim de boynum seninki gibi olsa.

En azından su çökük omuzlarımın dikkat çekmesini

engellemiş olurdum.

2.Kadın: Ayol sen ne diyorsun?..

Senin omuzların gibi omuzları olsun

isteyen bir sürü kız var...

Giydiğin her şey sana öyle yakışıyor ki..

Bir de benim su kısa kollarıma bak.

Omuzlarım seninkiler gibi olsaydı,

giydiğim bluzlar üstümde emanet

gibi durur muydu?

..vırvırvır, dırdırdır...

3. Versiyon Erkek/Erkek

1. Adam: Saçını mi kestirdin?

2. Adam: Evet

1. Adam: Sıhhatler olsun abi!..

2. Adam: Sağ ol...

Olay budur ya..

(kaynak:mailler)

Perşembe, Ağustos 14, 2008

GERÇEK AŞK


Kocam bir mühendisti.
Onunla sakin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim.
Bu sakin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı...
Gel gör ki iki yıl nişanlılık
ve beş yıl evlilikten sonra bu sakinlik beni
yormaya başlamıştı.
Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim-
adamdan ne bekleyebilirdim ki!
Sonunda sordu:
'Seni caydırmak için ne yapabilirim?'
Demek ki söyledikleri doğruydu:
İnsanların mizacı asla değiştirilemiyordu.
Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.
'İşte mesele tam da bu' dedim.
'Sorunun cevabını kendin bulup
kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.'
'Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var.
O çiçeği benim için koparmak,
düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına,
hatta ölümüne malolacak.
Bunu benim için yapar mısın?'
Yüzümü dikkatle inceledi ve
'Sana bunun cevabını yarın vereceğim' dedi.
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.
Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu.
Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş,
altına da bir not bırakmıştı.
'Sevgilim' diye başlıyordu,
'O çiçeği senin için koparmazdım'
Kalbim yine kırılmıştı.
Okumaya devam ettim.
'Çünkü her zaman yaptığın gibi
bilgisayarın altını üstüne getirip
çökerttikten sonra
monitörün önünde ağladığında,
onu tekrar düzeltebilmem için
ellerime ihtiyacım var.'
'Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden,
senden önce eve varabilmem üzere
koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.'
'Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde
şehirde hep yolu kaybettiğinden,
yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.'
Akrabalarının her ayki ziyaretinde sebep olduğu,
karnındaki krampları rahatlatabilmem için
avuçlarıma ihtiyacım var.'
'Evde oturmayı sevdiğinden,
içe kapanıklığını dağıtmak,
can sıkıntını hafifletmek üzere
sana şakalar yapabilmem,
hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var.'
'Sabahtan akşama kadar
bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan,
yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem,
saçlarında -görülmesini istemediğin-
beyaz telleri ayıklayabilmem,
merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem,
çiçeklerin renginin -
gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için
gözlerime ihtiyacım var.'
'Ama seni benden daha fazla seven biri varsa,
evet o uçuruma gidip,
o çiçeği senin için koparırım bir tanem.'
Baktım,
mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu.
Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.
'Mektubu okuduysan ve
kalbin ikna olduysa lüften kapıyı aç canım.
Çok sevdiğin susamlı ekmek
ve taze sütle kapıda bekliyorum.'
Koşarak kapıyı açtım.
Endişeli bir yüzle
ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek
ve sütle kapının önündeydi.
Artık çok iyi biliyordum:
beni ondan daha çok kimse sevemezdi.
O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.
Bu gerçek aşktı.



İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın,
seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde,
huzur ve durgunluk içinde de
hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.

Oysa aşk hep vardır.
Belki artık heyecansız,
belki artık romantik değil...
Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz...
Ama hep oralarda bir yerdedir.

Çiçekler ve romantik dakikalar
ilişkinin başlaması için elbette gereklidir.
Bir zaman sonra bunlar gitse de
gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.

Hayat tam da böyle bir şeydir

(kaymak:mailler)

Çarşamba, Ağustos 13, 2008

DOST KAZANMA SANATI



İNSANLARI YÖNETMEDE TEMEL TEKNİKLER

Eleştirmeyin,suçlamayın,şikayet etmeyin!
İçten ve dürüst takdirlerinizi esirgemeyin!
Karşınızdaki kişide iş yapma isteği uyandırın!

İNSANLARA KENDİNİZİ SEVDİRMENIN 6 YOLU

Başkalarıyla içtenlikle ilgilenin!
Gülümseyin!
Herkes kendi adının her dildeki en tatlı
ve en önemli sözcük olduğuna inanır!
Bunu unutmayın!
İyi bir dinleyici olun!
Karşınızdakini kendisi hakkında konuşmaya yönlendirin!
Karşınızdakinin ilgisini çekecek konulardan bahsedin!
Karşınızdakinin kendisini önemli hissetmesini sağlayin
ve bunu içtenlikle yapın!

İNSANLARI SİZİN GİBİ DÜŞÜNMEYE YÖNELTMEK

Tartışmadan en iyi sonucu almanın tek yolu
tartışmadan sakınmaktır!
Başkalarının görüşlerine saygı duyun!
Kimseye yanılıyorsun demeyin!
Yanılıyorsanız,
vakit geçirmeden bunu içtenlikle ortaya koyun!
Söze dostça başlayın!
Karşınızdakinin "Evet demesini sağlayın!
Bırakın konuşmanın çoğunu karsınızdaki yapsın!
Bırakın, karşınızdaki kişi
fikrin kendisine ait olduğunu düşünsün!
Olayları karşınızdakinin bakış açısından görmeyi deneyin!
Bunu dürüstçe ve içtenlikle yapın!
Karşınızdaki insanın duygu ve düşüncelerine anlayış gösterin!
İnsanların soylu güdülerine seslenin!
Düşüncelerinizi sunarken "Gösteri Sanatı"nin gücünü unutmayın!
İnsanlara mücadele zevki verin!

ÖNCÜ OLABİLMEK;
GÜCENDİRİP KIZDIRMADAN İNSANLARI DEĞİŞTİRMENİN YOLLARI

Söze överek ve dürüstçe takdir ederek başlayın!
İnsanlara yanlışlarını dolaylı yoldan anlatın!
Karşınızdakini eleştirmeden önce
kendi yanlışlarınızdan söz edin!
Doğrudan emretmek yerine öneriler getirin!
Kimsenin ayıbını yüzüne vurmayın!
Harika bir gün geçirmeniz dileğiyle...
sevgilerimle

(kaynak: Carnegie)