Çarşamba, Kasım 05, 2008

COŞKUN ERTEPINAR İLKÖĞRETİM OKULU



Bugün önceki yazılarımdan farklı bir yazı yazacağım.
Eskiden görev yaptığım okulumu ziyarete gittim.
Eski öğrencilerim o kadar sıcak karşıladılar ki,
sanki bulutların üzerinde gezindim.
Ben onları
1. sınıfta ve 2. sınıfın birinci dönemimde okuttum.
Şimdi 6. sınıfa gidiyorlar.
Kocaman olmuşlar.
Nasıl da serpilmişler,
nasıl da saygı gösterdiler.
Sevgili çocuklarım hepinizi
çoooooooooooook seviyorum.
İyi ki sizler benim öğrencilerimdiniz.
O okulda dersine girmediğim öğrenciler bile
çok sıcak karşıladılar.
Hepinizi hepinizi çook seviyorum.
Tekrar görüşmek dileğiyle..............
Yukarıya da okulumuzun bir resmini koyuyorum.
Sizlerde de bu okulun fotoğrafları varsa
görmek isterim.
Konuşma yapan büyüğümüz de
tahmin ettiğiniz gibi
Rahmetli Coşkun Ertepınar dedemin.

GENİŞ YÜREKLER




Otistik çocuklar okulunda
rehber öğretmen olarak çalışan birinden yaşanmış olay ;
okulda rehber öğretmen olarak çalışan bir öğretmen Musa..
Okulun öğrencilerinden bir otistik çocuğun ailesi,
bir gün Musa öğretmene dert yanıyor;
Çocukları normalde çok su içmesine karşın;
3 aydır ağzına bir damla su koymuyormuş.
''Hocam, bize bişey söylemiyor...
Bir de siz sorun..'' diyorlar.
Musa çocukla konuşuyor..
Anlaşılıyor ki;
bir gün öğretmen sınıfta:
'' Atatürk ölmedi, yüreğimizde yaşıyor.'' demiş...
ve küçük çocuk da,
Atatürk boğulmasın diye, su içmeyi bırakmış...
Sırf bu yüzden tam 3 ay boyunca su içmemiş..
Ne yapsalar, çocuğu ikna edememişler.
Musa, çocuğu yanına çekip, demiş ki;
''Biliyor musun, Atatürk çok iyi bir yüzücüdür..''
Bundan sonra küçük çocuk su içmeye başlamış..
söyleyecek tek kelime bulamadım..
Bilmediğimiz ne yürekler var,
ne saf, ne temiz, ne kocaman yürekler...
(kaynak:mailler)

Pazartesi, Kasım 03, 2008

GELİN KAYNANA



" Bir gelin kaynanasıyla hiç geçinemiyor.
Araları o kadar kötü ki
gelin aktara gidip durumu anlatıyor:
'Onu mutlaka zehirlemeliyim
ama bana öyle bir zehir ver ki, kimse fark etmesin'

Yaşlı aktar geline bir toz vermiş.
'Bunu her gün yemeğine çok az karıştır,
fakat aranı çok düzgün tut, gülümse,
iyi davran ki kimse senden şüphelenmesin' demiş.
Kızgın gelin
kaynanasının her yemeğine
muntazam o beyaz tozdan karıştırıp,
bir ay ömrü kalan kaynanasına çok iyi davranmaya başlamış.

Aradan bir ay geçince
tekrar aktara gelmiş gelin:
'Bu zehrin panzehirini istiyorum.
Zehirlediğimi anlamasın diye
kayınvalideme farklı davranmaya,
gülümsemeye ve saygı göstermeye başladım.
Bu sefer onun da bana tavrı değişti,
çok iyi bir insan oldu.
Şimdi benim en iyi dostum.
Onun ölmesine müsaade edemem.'
Yaşlı aktar cevap vermiş:
'Panzehire ihtiyaç yok.
Sana verdiğim zehir sadece tuzdu.
O bir parça tuz,
bugüne kadar kaç insanın arasını düzeltti anlatamam.

(kaynak:mailler)

Cumartesi, Kasım 01, 2008

SÖZ KUŞLARIN




SEVGİLİ insanoğlu!
Bugünlerde aramız limoni.
Söz almamızın nedeni de bu ya zaten...
Yok, barış çağrısı değil,
bizimki içini dökme isteği sadece.
"Kuş içini döker mi?" diyeceksiniz...
Sahi...
Sizin gözünüzde biz canlıyızdır ama canımız yoktur.
Biz ölmeyiz bile hatta. Ancak telef oluruz. Di mi?
Oysa canımız yanar bizim de...
Can korkumuz da vardır.
"Pırr" diye uçuvermemiz nedendir zannedersiniz...
Bir saçma değdiği zaman içimizden birine,
eksilmiş olmayız sizin gözünüzde...
Birbirimizin kopyası olduğumuz için midir,
üç eksik beş fazla olmamız fark etmez size göre.
Evet,
aynı türden olanlarımız
birbirinin kopyasıdır hemen hemen.
Yumurtadan çıktığımızda isim de konmaz bize.
Yani birimizin ötekini görünce
"A bu bizim Selahattin!" demesi mümkün değildir
ama bir saçma değdiğinde birimize,
"bir kuş ölmüştür".
Hepimiz bağrışırız o esnada.
Siz silah sesinden ürktüğümüzü sanırsınız.
Ölen arkadaşımıza ağlarız oysa.
Pike yaparız bazen son defa yakından görebilmek için...
Leş kargalarını hatırlatacaksınız şimdi.
Tamam da onların zaten adı üstünde!
Doğanın kanunu olarak varlar.
Peki bazılarınızın "insan"ken
"leş kargalığı"nı seçmesine ne diyorsunuz?
Neyse...
Üstüne konup sokağı pisletiyoruz diye
ağaçları bile kesen "sevgisizler"i saymazsak
sevdik birbirimizi bunca zaman.
Şarkılara, türkülere konu edeniniz...
Sevdiğine haber uçurmamızı isteyeniniz oldu.
Talih saydınız bizi...
Barışın sembolü bile olduk.
Pencerenizin önüne yem bıraktınız...
Çoluk çocuk elde dürbün konakladığımız yerlere koştunuz...
Sonra...
Yıllardır bizi kırıp geçiren bir virüs değişime mi uğramış ne...
Bir baktık ki aşağısı toz duman!
Şöyle söyleyelim,
kanatlılardan kala kala bir "kanatlı pet" kalmış.
Şimdi bizim için de adeta
"Görüldüğü yerde vurulacak!" emri var.
Hayır, merak ediyoruz,
kendi aranızdaki bulaşıcı hastalıklarda da
"ne olur ne olmaz" diye
o "itlaf" dediğiniz şeyden yapıyor musunuz?
Ama haklısınız!
Bizi size sayıyla vermediler ya!
* * *
Bugün yeni bir haber aldık.
Avcılar,
sulak alanlarda konaklayan bizlerin,
her türümüzden 3'er tane vurup l
aboratuvara göndereceklermiş.
Hasta mıyız değil miyiz diye.
Ya hasta çıkmazsak?
Sizin bir lafınız vardır hani...
"B.k" yoluna gitmek" miydi...
Ama yine şu "Selahattin olmama" meselesi tabii.
Size bir şey diyelim mi...
Kendinizi medeniyet olarak
bir noktaya geldiniz zannediyorsunuz di mi?
Bilişim çağı, üstün teknoloji, şu bu...
Fakat hálá ilk insanlar gibi
öldürerek koruyorsunuz kendinizi,
FARKINDA MISINIZ?
Bir arpa boyu yol alamadınız aslında.
"Kuş beyinli" dersiniz bir de...
Hıh!