Perşembe, Aralık 31, 2009

2010'da olsun


2010’da kahkahalar ,
yeni heyecanlar ,
bebekler ,
düğünler ,
eglence
ve süprizler olsun...
Tatlılar olsun,
tiramisu ,
profiterol ,
elmalı kekler ,
şekerli kahveler .
Şişmanlamak olmasın 
Buluşmak için telefonlaşmalar olsun...
Kavuşmalar olsun..
Kayıplar,
depremler,
afetler olmasın.
Kırgınlıklar,
anlaşmazlıklar,
ayrılıklar,
yalanlar olmasın.
"biz" olsun;
"ben" olmasın...
Mutluluk parayla,
eğlence zoraki olmasın ...
Kimse sıkıntıdan patlamasın...:)
Göbek ,
göbek atmak için olsun .
Kolesterol olmasın .
Bir kere söylensin ve yeter olsun .
En önemlisi sevgi olsun ...
Daha ne olsun?... :)
olsun be....
(kaynak:mailler)

Salı, Aralık 29, 2009

Kıssadan hisse....



O gün gökyüzünde şimşekler çakıyor,
yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu.
Küçük kız her sabah olduğu gibi
annesinin sesiyle uyanmış,
kahvaltısını etmiş
ve okuluna gitmek üzere yola çıkmıştı.
Ancak şimşekler birbirinin peşi sıra
o kadar gürültüyle çakıyordu ki,
küçük kızın annesinin içini bir endişe kaplamıştı.
Anne,
yavrum bu havada yolda yürürken korkmasın diye düşündü.
Sırtına bir şey geçirdi ve sokaga fırladı.
Okul yolunda kızını aramaya başladı...
Derken bir de baktı ki,
kızı az ileride minik adımlarla yürüyor,
şimşek çaktığı anda durup gökyüzüne bakarak gülümsüyordu.
Anne kızının bu davranışına pek bir anlam veremedi;
meraklandı.
Yanına yaklaşıp sordu:
Yavrum, hiç korkmadın mı bu havada yalnız yürümekten?
Hem ne zaman şimşek çaksa durup yukarı bakarak öyle ne yapıyorsun?

Küçük kız cevap verdi:
Gülümsüyorum...
Çünkü Tanrı fotoğrafımı çekiyor.

"Yaşamı nasıl algılıyorsak öyle yaşıyoruz."
diyenler yanılmıyorlar galiba.

Pazar, Aralık 27, 2009

MARATONCU



Hava kararmaktadır.
Maraton yarışı sonuçlanalı bir saati geçmiştir.
Stadyum neredeyse boşalmıştır.
Stadyumun temizlikçileri
yavaş yavaş etrafı toparlamaya bile başlamıştır.
Tam o şırada stadyumun giriş kapışından
bir siyahi atlet gözükür.
Atletin gözü bitirme ipini aramaktadır.
Koşma ile yürüme araşı bir şey,
seke seke ilerlemektedir.
Sonunda atlet bitirme ipini göğüsler.
Böylece John Stephen Akhwari,
Mexico'daki 1968 Olimpiyatları'nda tarihe geçer.
Ama bu Tanzanyalı atletin tarihe geçmeşine asıl neden,
yarışı en şon bitiren atlet olmaşı değil,
ipi göğüsledikten sonraki sözleri olmuştur.
Bu Tanzanyalı atlet
yarış sırasında bir kaza geçirmiş ve yaralanmıştır.
Tedavişi yapılmıştır,
ama bacağı hâlâ kanamaktadır.
Stadyumda kalan küçük bir kalabalık bu atleti alkışlarlar.
Bir kısmı takdirle alkışlamaktadır,
bir kısmı da adamın yaralı bacağını görmediklerinden,
belki de dalga geçerek alkışlamaktadır.
Bu alkışlamada belki de,
""Akşam-ı şerifler hayrolsun! Nerelerdeydiniz mirim?""
türünden bir sorgulama bile vardır.
Maraton koşusunu yazacak bir-iki gazeteci daha
stadyumdan ayrılmamıştır.
""Neredeydiniz mirim?""
sorusunu bu gazeteciler daha bir usturuplu sorarlar :
-Yarışı kazanma şanşınızı kaybetmiştiniz.
Neden ille de yarışı bitirmek için
bu kadar kendinizi zorladınız?
Bu soruya Tanzanyalı atlet çok şaşırır;
ama sonunda cevabını verir :
-Beni ülkem buraya yarışa başlayayım diye değil,
yarışı bitireyim diye yolladı……
(kaynak:mailler)

Cuma, Aralık 25, 2009

Salı, Aralık 22, 2009

Yük ve Yol







Hamalsan iki şey önemli oluyor senin için: Yük ve yol...


Ancak sırtına aldığın yükle bu mesafeyi aşabilirsen,
ücret mevzu bahis oluyor.
Aksi olursa, cereme çekiyorsun!
Bunu düşünüyordum.
Yanımdaki hamalla yola çıktık.
İhtiyardı.
Kendinden büyük bir yük almıştı.
Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece,
onunkinin çeyreği...
Diyordum ki içimden
"Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları,
yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!.."
Nitekim, çok geçmeden dedi ki:
"Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!. ..
"Ne molası, dedim ona hayretle.
Ben daha terlemedim!. .
"Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü.
Salarken yükünün ipini "Sen de dinlen hadi" dedi.
Benim canım sıkılmıştı bu işe.
Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu,
bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın
ne büyük hata olduğunu düşünüyordum.
O ihtiyar,
bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken,
ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum.
Bir saat kadar sonra yine durdu,oturdu, dinlendi.
Ben kızgınlıkla dolandım etrafında...
"Yükünü indirip sen de dinlen",
demesine aldırmadım,ona daha çok kızdım...
Sonra yine durdu.
Bana da "dinlenmemi" söyledi yine ama dinlenmedim.
Yarım saat sonra "dinlenelim mi" diye sordu,
aksi aksi başımı salladım...
Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum,
birden bire dizlerimin bağı çözüldü.
Kafamın içinde uçuşan kara kara sinekler sustu,
çöküp kaldım.
Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı.
Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim.
Uyumuştum da uyandım mı,
yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım...
Baktım kendi kocaman yükünün üzerine
benim bavullarımı da bağlamıştı.
Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim.
Sonra koluma girerek; "Hadi kalk, dedi.
Bana yaslan.
Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz."
Dediğini yaptım.
Omzundan güç aldım,
ama asıl anlattıkları iyi geldi bana.
"Ben yılların hamalıyım, dedi.
Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm.
Çoğu, dinlenmek istemediklerinden
yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda...
Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu,
anlattığım bu insanlara ait...
Halbuki bir yükü "taşımak" bizim işimiz,
"altında ezilmek" değil!..
Unutma ki bir yük taşıdıkça ağırlaşır.
Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun!
Belki günün birinde hamallığın şekli değişir.
Belki o günleri ben göremem.
Ama sen kavuşursan o zamanlara,
aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma...
Akşamları bırak ve hafifle...
Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü.
Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak,
bugünün altında yok olmak değil.
Çünkü , yarınlarda bizi bekleyenler var,
taşıdıklarımızı bekleyenler var...
Gerçek şu ki, hepimiz şu hayatın hamallarıyız..
Yüklerimizi en doğru şekilde yarınlara taşımamız gerekiyor..

(kaynak:mailler)

Cumartesi, Aralık 19, 2009

Ege Universitesi 2009 El kitabından;





SAĞLIK:

1. Çok su için.
2. Kahvaltıyı kral,
öğle yemeğini prens
ve akşam yemeğini de dilenci gibi yiyin.
3. Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri
daha çok
ve fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
4. 3 E ile yaşayın --
enerji, heyecan ve duygu paylaşımı
5. Meditasyon, yoga ve dua yapacak zaman yaratın.
6. Daha çok oyun oynayın.
7. 2008'de okuduğunuzdan daha fazla kitap okuyun .
8. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.
9. 7 saat uyuyun.
10. Hergün 10 - 30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken gülümseyin.

KİŞİLİK:

11. Hayatınızı başkalarınınki ile karşılaştırmayın.
Onların seyahatinin ne hakkında olduğuna dair hiçbir fikrin yok.
12. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere
veya şeylere sahip olmayın.
Bunun yerine enerjinizi olumlu şekilde şu an için harcayın.
13. Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
14. Kendinizi çok da ciddiye almayın; kimse yapmıyor.
15. Kıymetli enerjini gevezelikle, dedikoduyla boşa harcama.
16. Uyanık iken daha fazla hayal kurun.
17. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır.
İhtiyacınız olan herşeye zaten sahipsiniz.
18. Geçmiş meseleleri unutun.
Partnerinizin geçmiş hatalarını hatırlatmayın.
Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.
19. Hayat, birisine kin duyarak
zamanı boşa harcamak için çok kısadır.
Kimseden nefret etmeyin.
20. Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.
21. Senden başka hiç kimse senin mutluluğundan sorumlu değildir.
22. Hayatın bir okul olduğunu
ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın.
Problemler, cebir dersi gibi gelip giden,
ancak aldığımız derslerin
bir ömür boyu devam ettiği eğitim programının bir parçasıdır.
23. Daha fazla gülümseyin ve gülün.
24. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz.
Aynı fikirde olmamak için anlaşın.

SOSYAL YAŞANTI:

25. Ailenizi sık arayın.
26. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin.
27. Herkesi herşey için affedin.
28. 70 yaşından büyük
ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.
29. Hergün en az 3 kişiye gülümseyin
ve tanımadığınız en az 1 kişiye "GÜNAYDIN" deyin.
30. Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü seni ilgilendirmez.
31. Hasta olduğun zaman işin sana bakmamalı.
Arkadaşların bakmalı.
Onlarla temasta olun.

HAYAT:

32. Doğru şeyi yapın!
33. Faydalı,
güzel veya neşe dolu olmayan herşeyden uzak durun.
34. Tanrı herşeyi iyileştirir.
35. Bir durum iyi veya kötü olsun,
nasılsa değişecektir.
36. Nasıl hissettiğinizin önemi yok,
haydi kalkın, giyinin ve ortaya çıkın.
37. En iyisine henüz sıra gelmedi.
38. Sabah canlı olarak uyandığınız zaman,
bunun için ALLAH'a! şükredin.
39. Maneviyatınız daima mutludur.
Öyleyse mutlu olun.

SONUNCU ANCAK ÖNEMLİ:
40. Lütfen bu dilekleri önemli saydığınız herkese okutun.
(kaynak:mailler)

Perşembe, Aralık 17, 2009

Hala sizinleyse!!!






1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı.
Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür ettiniz.

2 yaşınızdayken size yürümeyi öğretti.
Size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz.

3 yasınızdayken size özenle yemekler hazırladı.
Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz.

4 yaşınızdayken elinize rengârenk kalemler tutuşturdu.
Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz.

5 yaşınızdayken sizi cici kıyafetlerle süsledi.
Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz.

6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü.
Sokaklarda 'GITMIYCEEEEEEEM' diye ağlayarak teşekkür ettiniz.

7 yaşınızdayken size bir top hediye etti.
Komşunun camini kırarak teşekkür ettiniz.

9 yaşınızdayken size dualar öğretti,
siz her seferinde unutarak teşekkür ettiniz.

11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü
'Sen bizimle oturma' diyerek teşekkür ettiniz.

12 yaşınızdayken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi.
O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz.

19 yaşınızdayken okul masraflarınızı karşıladı,
sizi arabayla kampusa götürdü ve eşyalarınızı taşıdı.

Arkadaşlarınız alay etmesin diye
kampus kapısında vedalaşarak teşekkür ettiniz.

21 yaşınızdayken iş hayatı ve kariyerinizle ilgili
size fikir vermek istedi.
'Ben senin gibi olmayacağım' diyerek teşekkür ettiniz.

22 yaşınızdayken kep giyme töreninizde
size gururla sarıldı.
Avrupa seyahati için para isteyerek teşekkür ettiniz.

25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı,
sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandı.
Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz.

30 yaşınızdayken bebek bakımı hakkında
size akıl vermek istedi.
'Artık bu ilkel yöntemleri bırak'
diyerek teşekkür ettiniz.

40 yaşınızdayken sizi arayıp
bir akrabanızın doğum gününü hatırlattı.
'Anne işim başımdan aşkın' diyerek teşekkür ettiniz.

50 yaşınızdayken o çok hastalandı,
hafta sonunda onu görmeye gittiğinizde mutlu oldu.
Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek teşekkür ettiniz.

Derken bir gün..... o öldü.
O güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa,
o anda kalbinize bir yıldırım gibi duştu....


VE BİR HİKAYE:

'Evin telefonu sabaha karşı üç buçukta çaldı.
Uyku sersemi adam telefonu açtı.
Telefondaki ses annesine aitti.
Telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti?
Annesi 'nasılsın oğlum iyi misin?' diye sordu.
Oğlu şaşkın bir ifadeyle
'iyiyim anne hayırdır bir şey mi oldu
siz iyi misiniz?' dedi.
Annesi
'biz iyiyiz bir şeyimiz yok
sadece sesini duymak istedim' dedi.
Oğlu da
'anne bunun için mi aradın saat sabahın üçbuçuğu
yarın da konuşabilirdik'
deyince annesi de 'rahatsız mı ettim oğlum?' dedi.
Oğlu 'evet anne rahatsız ettin' deyince annesi
'30 sene önce sen de beni bu
saatte rahatsız etmiştin,
doğum günün kutlu olsun'

EĞER HALA SİZİNLEYSE,
ŞİMDİ ONU HER ZAMANKİNDEN DAHA COK SEVİN...

UNUTULMAMAK DİLEĞİYLE...

(kaynak:mailler)

Salı, Aralık 15, 2009

İSRAF VE TARASARRUF (Tutumlu Olmanın Önemi)




Tutumluluğu kısaca:
"Aşırı ve gereksiz harcamalardan kaçınma"
şeklinde tanımlayabiliriz.
Ele güne muhtaç olmamak isteniyorsa,
gelirlerimizi ve giderlerimizi,
bizleri zorda bırakmayacak şekilde ayarlamamız gerekir.
İnsanlar kendilerini
küçük yaşta tutumlu olmaya alıştırmalıdır.
Daha çocukken,
büyüklerimizin verdiği harçlıkları,
gereksiz yere harcamamayı öğrenmeliyiz.
Bir kısmını harcarken bir kısmını biriktirmeliyiz.
Bizim için gereksiz olan şeylere harcama yapmamalıyız.
Tutumluluk,
sadece parayı idareli kullanmak değildir.
Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz,
kullandığımız her şeyde aşırılığa kaçmamak gerekir.
Elbiselerimizi ve ayakkabılarınızı
özenle giymeliyiz.
Gıda maddelerini tüketirken dikkatli olmalıyız.
İhtiyaç fazlası yiyecekleri hemen ziyan etmemeliyiz.
Buzdolabında veya gerektiği şekilde,
sağlık koşullarına uygun bir biçimde saklamalıyız.
Örneğin,
tencerede artan yemeği hemen dökmek yerine
buzdolabında saklamalıyız.
Tutumluluk günümüzde
"zamanı kullanma" açısından
ayrı bir önem kazanmıştır.
Uygar dünyada kentleşme,
yoğun trafik,
ağır çalışma koşulları gibi nedenlerle
artık zaman çok değerlenmiştir.
Bu nedenle zamanımızı boş yere öldürmemeliyiz.
Yeterince dinlenmeliyiz
ama çalışma zamanım da kötü,
gereksiz alışkanlıklanmızla,
uğraşlarla öldürmemeliyiz.
Modern dünyada çağdaş insanlar
artık tutumlu olmaya çok önem vermektedirler.
Çünkü tutumlu oldukları zaman
sıkıntıya düşmeyeceklerini bilirler.
(kaynak:mailler)

Pazar, Aralık 13, 2009

GERÇEK CENNET




Yaşı çok genç olmasına rağmen,
ölümden sonrasını,
cennet ve cehennemi çok merak ediyordu.
Bu şiddetli merakın sonucu mudur bilinmez,
bir gün rüyasında öldüğünü gördü.
Bir melek kendisini alıp öteki dünyaya kanat çırptı.
"Şimdi," dedi melek,
"hayatın boyunca görmek istediğin yerleri göstereceğim sana."
Genç gördükleri karşısında hayretler içinde kaldı.
Cehennem denilen yer kocaman bir odaydı
ve odanın ortasında büyük bir masa,
masanın üstünde de nefis kokular saçan iştah kabartıcı yemekler vardı.
Masanın etrafında ise cehennem ehli oturuyordu.
Odanın duvarında
"Yemekler, sadece kaşıkların ucundan tutarak yenilebilir"
şeklinde bir levha asılıydı.
Bu nefis kokular saçan
yemeklerin sunulduğu bir yer nasıl cehennem olabilirdi ki?
Tam bu soruyu kendisine eşlik eden meleğe soracaktı ki,
başka birşey dikkatini çekti.
Cehennemdeki insanlar,
önlerinde duran onca nefis yemeğe rağmen
mutsuz ve kederli bir halde sessizce oturuyordu.
Daha ilginci ise,
hepsi ellerinde
kollarından daha uzun kaşıklar tutuyorlar
ve bu kaşıkları kullanarak yemek yiyemedikleri için
açlıktan muzdarip halde oturuyorlardı.
Melek,
onun soru sormasına fırsat vermeden
"Şimdi de sana Cennet'i göstereceğim" dedi
ve onu bir öncekiyle tıpatıp aynı bir odaya götürdü.
Odada yine aynı enfes yemeklerle dolu bir masa,
etrafında
ellerinde aynı uzunlukta kaşıklar tutan insanlar oturuyordu.
Duvarda aynı kural yazılıydı.
Kısacası,
görünürde herşey aynıydı.
Tek bir farkla:
Cennet'teki insanlar,
bir taraftan ellerindeki uzun kaşıklarla
karşılarında oturanlara yemekleri ikram ederken,
bir taraftan da şen şakrak sohbet ediyorlardı.
Ve yüzlerinde hem doymanın,
hem de mutluluğun ifadesi okunuyordu.
Melek, onu yolcularken kulağına şunları fısıldadı:
"Görüyorsun ki,
Cehennem'deki benciller
sadece kendilerini doyurmaya çalıştıkları için
hem aç hem mutsuz.
Cennet ehli ise
cömertlikleri ve ikram duyguları sayesinde
hem midelerini,
hem de ruhlarını doyurabiliyorlar."
(kaynak:mailler)

Cuma, Aralık 11, 2009

EN İYİ HABER



Arjantin'li ünlü golfcü Robert de Vincenzo,
yine bir turnuvayı kazanmış,
ödülünü alıp kameralara poz vermiş
ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.
Bir sure sonra binadan çıkıp
otoparktaki arabasına yürürken
yanına bir kadın yaklaştı.
Kadın başarısını kutladıktan sonra
ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı.
Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı.
Kadının anlattığı öykü De Vincenzo'yu çok etkilemişti,
hemen cebinden bir kalem çıkarttı
ve turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defterine.
Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona,
"Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" dedi.
Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken,
Profesyonel Golf derneği'ne bir görevlisi yanına geldi.
"Otoparktaki görevli çocuklar
geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra
yanına bir kadının geldiğini
ve onunla konuştuğunu söylediler bana" dedi.
De Vincenzo evet anlamında basını salladı.
"Evet" dedi görevli,
" Sana bir haberim var.
O kadın bir sahtekardır.
Üstelik hasta bir çocuğu da yok.
Seni fena halde kandırmış arkadaşım."
De Vincenzo,
"Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?" dedi.
"Hayır, yok" dedi görevli.
"İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber."
dedi De Vincenzo.

"AYNI PENCEREDEN DIŞARI BAKAN İKİ ADAMDAN BİRİ,
SOKAKTAKİ ÇAMURU,
DİĞERİ İSE GÖKTEKİ YILDIZLARI GÖRÜR. "
(kaynak:mailler)

Pazartesi, Aralık 07, 2009

Nefes almak bayramdır mesela;



Nefes almak bayramdır mesela;
günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir;
sevmeninkini yalnızlık...
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek,
zihinden önce bedeni kaybetmemek,
kurda kuşa yem olmayıp
"Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...
”Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır”
Küsken barışmak,
ayrıyken kavuşmak,
suskunken konuşmak bayramdır.
Vuslat da bayramdır öte yandan...
Endişe içinde beklediğinden mektup almak,
telefonda ansızın sesini duymak,
deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır.
En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek,
korktuğunda güvendiğine sarılabilmek,
dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.
Saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.
"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır.
Gerektiğinde haksızlığın üstüne
yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır.
Güne gülümseyerek başlamak bayram,
"günaydın" bayram,
"iyi akşamlar" bayramdır.
"İyi ki yanımdasın" bayram,
"Her şeyi sana borçluyum" bayram,
"Hiç pişman değilim" bayram...
Dostlarından, gözü yaşlı ayrılmak da bayramdır.
Alnı açık yaşlanmak bayramdır;
ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek de...
(kaynak:mailler)

Perşembe, Aralık 03, 2009

DİKKAT EDİN


Söylediklerinize dikkat edin,
düşüncelerinize dönüşür.
Düşüncelerinize dikkat edin,
duygularınıza dönüşür.
Duygularınıza dikkat edin,
davranışlarınıza dönüşür.
Davranışlarınıza dikkat edin,
alışkanlıklarınıza dönüşür.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin,
değerlerinize dönüşür.
Değerlerinize dikkat edin,
karakterinize dönüşür.
Karakterinize dikkat edin,
KADERİNİZE dönüşür.
(mahatma gandi)

Salı, Aralık 01, 2009