Pazartesi, Mayıs 31, 2010


BU YAZI DA BİLGİLENDİRMEK AMAÇLI


2918 nolu yasa

YASAYI BİLMEKTE YARAR VARDIR.
KİMSENİN BAŞINA GELMESİN AMA,
DİYELİM Kİ TRAFİK KAZASI GEÇİRDİNİZ.
YARALI VAR, HASTANEYE GİTTİNİZ.
'YAPILACAK MÜDAHALE VE TEDAVİ ÜCRETLERİNİ ÖDEYECEĞİNİZE DAİR
ŞU BELGEYİ İMZALAYIN' TEKLİFİ İLE KARŞILAŞIRSINIZ. ...

ANCAK SİZ DE 'BU BELGEYİ İMZALAMAZSAM,
BANA MÜDAHALE VE TEDAVİ ETMEYECEĞİNİZE DAİR
BİR BELGEYİ İMZALAYIP GETİRİN.'...
DEDİĞİNİZ ANDA,
HASTANENİN BÜTÜN İMKANLARI SİZİN İÇİN SEFERBER OLACAKTIR.
***
2918 SAYILI TRAFİK KANUNUNU MUTLAKA OKUYUN.
TÜKETİCİLER BİRLİĞİ,
KAZAZEDELERİN HAKLARIYLA İLGİLİ
BİR RAPOR HAZIRLADI.
TRAFİK KAZASI SONUCU YARALANAN
VE HASTANEYE KALDIRILARAK
TEDAVİ ALTINA ALINAN KAZAZEDELERİN,
KANUNA GÖRE TEDAVİ İÇİN ÜCRET ÖDEMEMESİ GEREKTİĞİ BELİRTİLDİ.
KAZA SONUCU YARALANAN VE
HERHANGİ BİR HASTANEDE TEDAVİ GÖREN KAZAZEDELERDEN,
BU TEDAVİLERİNE KARŞILIK
HASTANE TARAFINDAN ÜCRET TALEP EDİLEMEYECEĞİNİN
BELİRTİLDİĞİ RAPORDA,
2918 SAYILI TRAFİK KANUNU'NA GÖRE :
''HERHANGİ BİR TRAFİK KAZASI SONUCU YARALANAN KİŞİ,
EN KISA SÜREDE HASTANEYE YETİŞTİRİLMEK
VE GEREKEN TEDAVİNİN YAPILMASI''
HÜKÜMLERİNİ İÇERİYOR.
YÖNETMELİĞE GÖRE,
'' HASTANE ACİL SERVİSİ,
KENDİSİNE GELEN KAZAZEDENİN'
MADDİ DURUMU,
SOSYAL GÜVENCESİNİN OLUP OLMADIĞINA
VE HASTANIN ÖZELLİĞİNE BAKMADAN,
GEREKEN TEDAVİYİ VE MÜDAHALEYİ
HERHANGİ BİR ÜCRET TALEP ETMEDEN YAPMAK ZORUNDA.
BU TEDAVİ SONUCU OLUŞAN MASRAFIN İSE
SAĞLIK BAKANLIĞI,
KARAYOLLARI TRAFİK DÖNER SERMAYE İŞLETMESİ
TARAFINDAN KARŞILANACAGININ
BELİRTİLDİĞİ RAPORA GÖRE;
VATANDAŞLARIN HAKLARINI BİLMEDİĞİ İÇİN SORUNLAR YAŞANDIĞINI
VE HASTANELERİN BU KANUNDAN BİHABERMİŞ GİBİ GÖZÜKÜP,
VATANDAŞTAN PARA TALEP ETMELERİNİN SUÇ OLDUĞU BELİRTİLDİ.
LÜTFEN TANIDIĞINIZ HERKESE OKUTUNUZ.

KAZASIZ GÜNLER DİLEGİYLE..._

(kaynak:mailler)

Cuma, Mayıs 28, 2010


Sadece bu sabah için,
içimden ağlamak geldiği halde
yüzünü gördüğümde gülümseyecegim.
Sadece bu sabah için,
ne giymek istediginin seçimini
sana bırakacağım,
gülümseyerek ne kadar yakıştığını söyleyecegim.
Sadece bu sabah,
çamaşırları yıkamaktan vazgeçip
seninle parkta oynamaya gidecegim.
Bu sabah bulaşıkları lavaboda bırakıp,
bulmacanın nasıl çözüldüğünü bana
ögretmeni izleyeceğim.
Öğlenden sonra telefonun fişini çekip
bilgisayarı kapatacağım ve
arka bahçede oturup
seninle köpükten balonlar uçuracağım.
Bu öğleden sonra dondurma arabası için
çığlıklar attığında
sana hiç kızmayacağım ve gelirse bir tane alacağım.
Bu ögleden sonra
büyüdüğünde ne olacağın hakkında
hiç canımı sıkmayacağım
ya da seni ilgilendiren konularda
ikinci bir düşünce üretmeyeceğim.
Bu öğleden sonra kurabiye pişirirken
bana yardım etmene izin vereceğim
ve çalışmayacağım.
Bu ögleden sonra hamburgerciye gideceğiz
ve iki tane çocuk menüsü isteyeceğiz ki,
iki oyuncak alabilesin.
Bu gece seni kollarımda tutacağım
ve nasıl doğduğunu
seni ne kadar çok sevdiğimi anlatacağım.
Bu gece küvette suları sıçratmana izin vereceğim
ve sana hiç kızmayacağım.
Bu gece geç saate kadar oturmana
ve balkonda oturup
yıldızları saymana izin vereceğim.
Bu gece yanına uzanıp
en sevdiğim TV programlarını
bir kenara bırakıp
parmaklarımı saçlarında dolaştırırken
bana en büyük armağanı verdiği için
Allah'a şükredeceğim.
Kayıp çocuklarını arayan anne ve babaları düşüneceğim.
Yatak odaları hastane odalarında donuk bakışlarla,
daha fazla içlerinde tutamadıkları çığlıklarıyla
hasta çocuklarını seyreden anne-babalar düşüneceğim.
Ve bu gece yanağına iyi geceler öpücügü için
biraz daha uzun tutacağım kollarımda.
Allah'a senin için teşekkür edip
bize yalnızca bir gün daha vermesi için yakaracağım.....

Merhaba.....yaşında bir babayım.
Eşim ve ben birlikte mükemmel bir yaşamı paylaştık.
Allah bize bir çocuk verdi ve bizi sevindirdi.
Fakat çocuğumuza beyin kanseri teşhisi koydular
Ve kurtulmasi için tek yolun ameliyat olduğunu söylediler.
...............
(kaynak:mailler)

Salı, Mayıs 25, 2010




Onlar birlikte göz kırparlar, birlikte ağlarlar,
her şeyi birlikte görürler ve birlikte uyurlar.
Buna rağmen asla birbirlerini görmezler.
Arkadaşlık bunun gibi olmalı.



Arkadaşsız hayat cehennem gibidir.
Dünyanın en iyi arkadaşı haftası.
Senin en iyi arkadaşın kim?
Bunu bütün iyi arkadaşlarına okut.
Eğer ben onlardan biriysem bana da telefon et.
Eğer üçten fazla okuyan olursa sen gerçekten sevilen birisin...




Sana uğur böceğimi gönderiyorum,
hani ince bir hüzün duyarsın kimi zaman,
şarkılar daha bir dokunaklıdır.
Ve sanırsın ki hiç kimse yok elinden tutan
oysa her sözün ardında ümitler gizlidir,
bulutların ardındaki güneşler gibi,



Yağmur sonrası çıkan gökkuşağı gibi
ve unutma sevgi gibi, dostluk gibi aşk gibi,
eğer bir gün yalnızlıklar duyarsan,
inceden yaşlar süzülürse yanağına
ve unutulduğunu sanıp bir sızı başlarsa yüreğinde
o zaman gökyüzüne bak.
Bulutların ardındaki güneşe,
çalıların ardındaki çiçeğe
bırak pencerelerinden yağmur dolsun içeriye
ve aç avuçlarını....
Sana uğur böceğimi gönderiyorum.....



Yaşamda
kimseyi yargılamayın.
Kendinizide yargılamayın...
Sadece kendinizin farkına varın.
Eleştirilere üzülmeyin .
Onlar değişim için bir fırsattır.
Onu yakalamaya çalışın.
Aynı hatayı bir daha tekrarlamayın.
Kendinize ve insanlara GÜLÜMSEYİN.
İnsanlar hata yapmadan tecrube sahibi olamazlar
önemli olan,her olaydan ders çıkartmak...
Ve ne kendinize
ne de başkalarını yıkıcı bir şekilde eleştirmeyin.
Eğer bir insanı insafsızca eleştirdiğinizi fark ederseniz...
Telafi edin ondan özür dileyin..
Bir daha kimseyi ne eleştirin ne de yargılayın...
Çünkü...
Bunlar...
Negatif enerjilerdir...
Ve size pozitif olarak dönmez...
Bunu unutmayın...



Bir fincan kahve olup,
kırk yıl hatırla yanında olmak isterdim.
Ey kahve senin sayende.

Dostlarla içilen kahvenin tadı bir başka olur.
Kahve tiryakisi olarak, iyi bilirim.
'Afyonun keyfini, tiryakiden sormalı.' hesabı.
Sevgiyle ....



Bir gülüş kadar içten
Bir gülüş kadar gerçeğiz
Kim olduğumuz, ne olduğumuz önemli değil.
Kendimizi ifade edebildiğimiz yerdeyiz
Sevildiğimiz kadar değil
Sevebildiğimiz kadar değerliyiz!



Teşekkürler...
Hayatıma giren her insan için şükürler olsun..
Olumlu, olumsuz bana hayatıma zenginlikler katıyor...
Güzel insan sanada şükürler olsun...
Günlerin keyifli , yıldızın bol olsun...


Dost var iyi gününde sefalıdır,
Dost var kötü gününde cefalıdır !


¤°´¯`°¤ İYİ Kİ' LERİNİZ KEŞKE' LERİNİZDEN ÇOK OLSUN ¤°´¯`°¤


(kaynak:mailler)

Cumartesi, Mayıs 22, 2010


Birkaç yüzyıl önce Papa
bütün Yahudilerin
Roma''yı terk etmeleri gerektiğine karar verir.
Doğal olarak Yahudi toplumundan büyük bir tepki gelir.
Bunun üzerine,
Papa ile Yahudi toplumundan önde gelen birisiyle
karşılıklı dini bir müzakere yapmalarını önerir.
Yahudiler kazanırsa kalacaklar,
Papa kazanırsa gidecekler.
Yahudiler çaresiz kabul eder
ve temsilci olarak Moiz''i seçerler.
Ancak Moiz''in Papa ile aynı dili konuşamaması nedeniyle
müzakere de konuşmak yerine
sadece işaret dilinin kullanılmasını teklif ederler.
Papa kabul eder.
Müzakere günü geldiğinde
iki taraf karşılıklı yerlerini alırlar
ve karşılıklı olarak bir süre bakıştıktan sonra
Papa elini kaldırarak üç parmağını gösterir.
Buna karşılık Moiz tek parmağını kaldırır.
Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirir.
Moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri gösterir.
Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca
Moiz de bir elma çıkartır.
Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak:
“Ben pes ediyorum, Yahudiler kalabilirler” der.
Müzakere sonrasında Papa''nın etrafına toplanan kardinaller
Papa''ya ne olduğunu sorduklarında Papa;
- Ben önce 3 parmağımı gösterip kutsal Üçlüyü işaret ettim.
Buna karşılık o bana tek parmağını gösterip
her iki dinin de tek tanrıyı tanıdığını söyledi.
Ben parmaklarımı sallayıp başımın etrafında çevirerek
Tanrının bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde
o da oturduğu yeri işaret ederek
Tanrının onların durduğu yerde de olduğunu işaret etti.
Ben kutsal ekmek ve şarap çıkartıp
Tanrının bizim günahlarımızı
bağışladığını göstermek istediğim zaman da
hemen bir elma çıkartıp bana ilk günahı hatırlattı.
Herifin her şeye bir cevabı var. Ne yapabilirdim ki?
Aynı sırada Yahudi cemaati de
Moiz''in etrafını sarmış ona nasıl başardığını soruyorlardı.
Moiz:
- Önce bana 3 parmağını gösterip
3 gün içinde burayı terk etmemizi istedi.
Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim.
Sonra bütün şehrin Yahudilerden temizleneceğini söyledi.
Ben de, hiç bir yere gitmeyip
olduğumuz yerde kalacağımızı söyledim.
- Sonra ne oldu? diye kalabalık heyecanla sordu.
- Valla, sonrasını ben de pek anlamadım.
Adam biraz hiddetlendi ve öğle yemeğini çıkarttı.
Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım. Hepsi bu!...

İNSANLARIN NE KONUŞTUĞU DEĞİL
NE ANLADIĞI ÖNEMLİDİR.
YA SENİ ANLAYAN BİRİ İLE KONUŞ,
YA DA ANLAŞILMIYORSAN SUS Kİ,
KONUŞTUĞUN KİŞİYE
BİR DE KENDİNİ ANLATMAK ZORUNDA KALMAYASIN!..

(kaynak:mailler)

Perşembe, Mayıs 20, 2010

19 MAYIS





19 MAYIS
Samsun'da o gün doğdu
Türk'ün eşsiz güneşi,
Arasalar bulunmaz
Dünyada onun eşi.
Bütün yurt inliyordu,
Vatan gidiyor diye.
O sanki Türk yurduna
Gökten geldi hediye.
Samsun, Sivas demedi
Bütün yurdu dolaştı,
Türk'ün bu öz evlâdı
Vatanla kucaklaştı.
Bin dokuz yüz on dokuz
Türk'ün temel taşıdır.
Ardından gelen savaş
İstiklâl Savaşı'dır.
Temiz Türk gençliğine
Armağan olsun diye
Bu büyük ve şanlı gün
Bırakıldı hediye.
Ramazan Gökalp ARKIN
(kaynak:mailler)

Salı, Mayıs 18, 2010

Bilemeyebileciğiniz yararlı bilgiler


Karıncalar hıyardan nefret eder. Çıkış yerlerine koyun.
Ayna parlaklığını alkolle silerek elde edin.
Sakız lekesini elbiseyi 1 saat buzluğa atarak temizleyin.
Beyazlık için çamaşırı 10 dakika limon dilimi konmuş sıcak suya sokun.
Saçınızı bir çay kaşığı sirkeyle ıslatıp yıkarsanız pırıl pırıl olur.
Limondan azami limon suyu almak için limonu bir saat sıcak suda bekletin.
Lahana kokusundan kurtulmak için kaynattığınız suya bir dilim ekmek atın.
Elinizdeki balık kokusunu elinizi elma sirkesi ile yıkayarak giderin
Soğan soyarken sakız çiğneyin, gözünüz yaşarmaz.
Patatesin çabuk haşlanması için bir patatesin yarısını soyarak kaynatın.
Yumurtayı tuzlu suda haşlarsanız çabuk pişer (ve çatlamaz)
Mürekkep lekesinin üzerine diş macunu koyup kurumaya bırakın.
Tatlı patatesi haşladıktan sonra soğuk suya atın çabuk soyulur.
Fare ve sıçanları uzaklaştırmak için bulunabilecekleri yerlere karabiber koyun, kaçarlar.


(kaynak:mailler)

Çarşamba, Mayıs 12, 2010

BİR KADIN


Tırnaklarım her zaman kırmızı ojeli,
dudaklarımda nar kırmızısı rujum,
en şişko halimde bile kot giymek istiyorum.
Arkadaşlarımla komşuculuk oynamak istiyorum.
Kahkaham yeri göğü inleten,
ağzımın kenarındaki çizgiler
artık gülmekten ve konuşmaktan
iyice belirginleşmişken bile mimikleri abartılı,
eli kolu hiç durmayan bir kadın olmak istiyorum.
Mitinglere elimde bastonum,
kolumda torunum katılmak,
eşin dostun yardımıyla pankart açmak,
yağmur altında
bacak ağrıları içinde kıvranarak konser izlemek istiyorum.
Kar yağınca(yeğenlerimi ve onun çocuklarını)torunlarımı çağırıp
düşüp kalçamı kırmadan karla oynaşabilmek için,
"Koşun kar getirin,kartopu atalım evi batıralım,sonra temizlersiniz!"
demek istiyorum.
En yakın arkadaşımın aldığı güzelim dut ağacımın altında,
dizlerimizde kareli battaniyelerimiz,
Fonda U2,
elimizde en sevdiğimiz
ve bir türlü vakit bulup okuyamadığımız kitaplar,
sehpamızda rakı, meze ve balıklar,
gözlerimizde burnumuzun ucuna düşmüş kırmızı kemik gözlüklerimizle,
iki sayfa okuyup kıkırdayarak dedikodu yapmak,
hayatı kutlamak,
erkekleri çekiştirmek,
yakalanınca da kızaran yanaklarımızdan
makas alınmasını istiyorum.
Camları kalınlaşmış gözlüklerimle,
hala araba kullanmak,
hatalı sollama yapan yaramazlara camı açıp
el kol hareketleriyle kızmak istiyorum.
Torunlarımın (yeğenlerimin ve onların çocuklarının)
aşk hikayelerini dinlerken,
onlara acayip fikirler vermek istiyorum.
Onların en afacan sırdaşı ben olayım istiyorum.
Kendi yaramazlıklarımı anlatıp anlatıp
"Siz de yapın çok eğlenceli, anne babanız kızarsa bana yollayın!"
diyerek onları şımartmak istiyorum.
O yaşımda erik ağacının tepesine çıkıp erik toplamak istiyorum!
Çağlayı tuza banıp yemekten dilim her bahar yara olsun istiyorum!
Arkadaşlarıma en olmadık şakaları yapıp,
(yeğenlerimi) çocuklarımı utandırmak istiyorum.
Ellerim titrediğinde klavyede rahatça yazabilmek için,
Apple' a mektup yazıp
her bir klavye tuşunu kafam kadar yapmalarını talep eden,
ilk Türk kadını olmak istiyorum.
Gece vakti dalgalı denize girip
boğulacak olduğum için
zar zor kurtarılıp herkesten azar işitmek,
gecenin köründe uyanıp
"Uykum kaçtı, midemde gaz var kalk yürüyüşe gidelim!" deyip
uykusunu böldüğüm için,
yanimdakiler tarafindan şap şup öpülmek istiyorum.
En pörsük halimde bile bana baktığında;
varsa hayat arkadaşımın,
yoksa erkeklerin
kendimi her halimde güzel hissettiren
o afacan aşık gülüşünü görmek,
anında yaramazca gözlerim dolu bir cevap vermek istiyorum.
En geç yaşımda,
bugünkü kadar aşık olmaya devam etmek istiyorum.
Büyüyünce ben,
hala küçücük bir çocuk gibi,
içimden geldiği gibi yaşamak istiyorum.

Bir kadın

(kaynak:mailler)

Pazartesi, Mayıs 10, 2010

"EŞEK"DEYİP GEÇMEYİN!..



Her ne kadar insanoğlu
türlü akılsızlıkları
eşşeklikle nitelendirse de
en güzel gözlere sahip bu sevimli hayvan,
yerine göreçoğu insandan daha akıllıdır...

Örneğin
''Eşek, iyi bir yol mühendisidir.
Yokuşları en fazla % 7 eğimle
ve kısa mesafelerde virajlar alarak çıkar.''
dediklerinde. ..
Ben de inanmamış
ve nivelman yaptırmıştım
yani topoğrafik aletle ölçüm.
Sonuç şaşırtıcıydı: % 7
Hani bu konuda çoğumuzun bildiği
meşhur bir Anadolu fıkrası vardır:
1950''li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye''ye.
Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış.
O zamanlarda yol güzergâhını belirleyecek alet yok,
eleman yok.
Nafı''a mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar,
arkasından elemanlar şerit metre çekiyor
ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp
istikamet belirliyorlarmış .
Bunu gören Amerikalı mühendis,
pratiği kavrayamamış ve sormuş:
-Ne yapıyorlar böyle?
- Rampada yolun güzergâhını belirliyorlar.
-Nasıl yani, anlayamadım?
- Eşek % 7 eğimin üstüne çıkmaz,
biz de eşeğin izinde kazık çakıp
rampada yol güzergâhı belirliyoruz demişler.
Amerikalı katılarak gülmeye başlamış.
Yatışınca da sormuş:
-Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
Yetkili bozgun...
Cevap vermiş:
-Amerika''dan mühendis getirtiyoruz.

*******
Eşek iyi bir kılavuzdur:
Gittiği bir yolu hiç unutmaz
ve o yoldan şaşmaz.
Bu nedenle deve veya katır kervanlarının önüne
daha önce bu yoldan gitmiş bir eşeği
kılavuz olarak koyarlarmış.

*******
Evet, eşek akıllıdır...
düştüğü çamura bir daha, asla düşmez.
"Eşşek bir defa çamura düşer!" deyimi bundandır.

Biz eşek miyiz diye düşündüm,
genele vurursak o kadar bile olamamışız,
çamurdan çıkamıyoruz...

(kaynak:mailler)

Cuma, Mayıs 07, 2010


Adamın biri
bilge bir kral olmakla ün salmış olan
kralın yanına gider.
Krala şunu sorar
‘Efendim söyleyin bana hayatta özgürlük var mıdır? ‘
Kral ‘Elbette’ der,
‘Kaç bacağın var senin? ‘
Adam soruya şaşırarak ‘İki efendim’ der.
Kral ‘Pekala, tek bacağının üstünde durabilir misin? ‘
‘Elbette’ diye cevap verir adam.
Kral ‘O halde hangi bacağın üstünde duracağına karar ver’.
Adam biraz düşünür ve sol bacağı üstünde durmaya karar verir.
‘Tamam’ der kral
‘Şimdi de öteki bacağını kaldır.’
Adam şaşırır ‘Bu imkansız kralım’ der.
‘Gördün mü? ‘ der kral ‘
Özgürlük budur.
Sadece ilk kararı almakta özgürsün.
Ondan sonrasında değil.’
Tiziano Terzani’nin “Atlı Karınca da Bir Tur Daha”
adlı kitabında okuduğum bu küçük öykü
yıllardır tartışılan özgürlük kavramı üzerinde
bir kez daha düşünmeme yol açtı.
Hayat gerçekten böyleydi.
İlk kararı alıyordun
ve gerisi o ilk karara bağlı olarak gerçekleşiyordu.
Hayat hata kabul etmiyordu.
İlk kararın doğruysa işler yolunda gidiyordu,
ama eğer yanlış bir karar aldıysan,
herşey zincirleme yanlış gidiyordu.
Mesela mesleğini seçerken…
Hasbelkader, iyi düşünmeden,
yeteneklerinin farkında olmaksızın
bir meslek seçtiğinde
ömür boyu işini zorla yapmaya mahkum oluyordun.
İşinin başındayken başka bir iş yapmayı özlüyordun.
Ama biliyordun ki;
özgürlüğünü kullanmış ilk kararı vermiştin
ve yeniden başlama cesaretin yoktu.
Bazı insanlar vardı hayatta…
Onlar ise her şeyi ardlarında bırakıp
yeniden başlayacak kadar cesurlardı.
Ama sen onlardan biri olamıyordun.
Bunca emek, bunca çalışmayı
sanki çöpmüş gibi bir çırpıda atıveremiyordun.
Oysa göz ardı ettiğin bir şey vardı.
Hayat çok kısaydı.
Ve mutsuz olduğun işlerle zaman öldürmek
aynı zamanda ruhunu öldürmekle eş anlamlıydı.
Evlilik konusunda da iyi karar vermek gerekiyordu.
Yanlış bir karar
aynı evde yaşayan iki düşman yaratabilirdi.
Aşk zorunluluğa dönüşebilir
ve hayatını cehenneme çevirebilirdi.
İlk kararı alıyordun, bu konuda özgürdün
ama devamında
senin kararına bağlı olmayan
pek çok şey gerçekleşiyordu.
Hayat kararlardan ibaretti ve kararlar birer kibritti.
Doğru yerde ateşlediğinde seni ısıtacak ateş,
çorbanı kaynatacak ateş oluyordu,
yanlış yerde ateşlediğin vakit ise
içinde bulunduğun evle birlikte seni de yakıyordu.
Hayat öyle basite alınacak bir oyun değildi.
Oyunun kurallarını bilmen ve ona göre oynaman gerekiyordu.
Ama çoğu zaman oyunun kurallarını bilmek yetmiyordu.
Çok daha önemli olan başka bir şey vardı.
Kendini bilmek…
Ne istediğini,
neyin seni mutlu edeceğini ve kim olduğunu,
neler yapabileceğini bilmek zorundaydın.
Ancak o zaman doğru kararlar veriyor
ve mutlu bir hayata sahip oluyordun.
Ve kararlar birer kibritti…
Ya kendini yakıyordun ya da ısıtıyordun…

(kaynak:mailler)

Pazartesi, Mayıs 03, 2010

Bir bilge hoca



Bir bilge hoca,
yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin
seviyesini öğrenmek ister.
Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip
iri bir nesne verip:
"Oğlum" der, "Bunu al,
önüne gelen esnafa göster,
kaç para verdiklerini sor,
en sonra da kuyumcuya göster.
Hiç kimseye satmadan
sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren,
gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile
çevresindeki esnafı gezmeye başlar.
İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve
"Şunu kaça alırsınız?" diye sorar .
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır;
evirir çevirir;sonra:
"Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider.
O da parlak bir taşa benzettiği nesneye
ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gidir:
Semerci nesneye şöyle bir bakar,
"Bu" der "benim semerlere iyi süs olur.
Bundan kaş dediğimiz süslerden yaparım.
Buna bir on lira veririm."
En son olarak bir kuyumcuya gider.
Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce
yerinden fırlar.
"Bu kadar değerli bir pırlantayı,
mücevheri nereden buldun?"
diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder.
"Buna kaç lira istiyorsun?"
Öğrenci sorar:
"Siz ne veriyorsunuz?"
"Ne istiyorsan veririm."
Öğrenci, "Hayır veremem."
diye taşı almak için uzanınca
kuyumcu yalvarmaya başlar:
"Ne olur bunu bana satın.
Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim."
Öğrenci emanet olduğunu,
satmaya yetkili olmadığını,
ancak fiyat öğrenmesini istediklerini
anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası
karma karışıktır.
Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar.
Bir tarafta elindeki nesneye
yüzünü buruşturarak 1 lira verip
onu oyuncak olarak görenler,
diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip
buna sahip olmak için
her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci,
büyük bir şaşkınlık içinde
başından geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar:
"Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"
Öğrenci:
"Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum,
kafam karmakarışık" diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir:
"Bir şeyin kıymetini
ancak onun değerini bileni anlar
ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir."
Her insanın hayatında
varlığını ve değerini bilen,hisseden,
fark eden kuyumcular mutlaka vardır.

MESELE KUYUMCUYU BULMAKTIR...

(kaynak:mailler)