Pazar, Ekim 31, 2010

ARKADAŞLARIMAA....

Canım arkadaşlarım 'a sonsuz sevgilerimle ...
Eski Türklerde askerler savaşırken
arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için
sırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek ok atarlarmış.
Atalarımız
genelde bozkır hayatı yaşadıkları için
bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş.
Yıllar sonra sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ dan
ARKADAŞ şeklinde dilimize yerleşmiş
ve bugün bile güvenebileceğimiz,
bizi arkadan vurmayacak olan,
samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isimdir.
Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşırlar.
Aşk, kendinden emin bir şekilde sorar;
-Ben senden daha samimi ve daha cana yakınım
sen niye varsın ki bu dünyada?
Arkadaşlık cevap verir:
- Sen gittikten sonra bıraktığın gözyaşlarını silmek için...
Hiç bir zaman arkadaşsız kalmaman dileğiyle...
Bu hafta ulusal arkadaşlık haftası..
Arkadaşlarına,
onları ne kadar düşündüğünü göster!
Bunu tüm ARKADAŞ olarak düşündüklerine oku...
Eğer bu yazıyı onlar da sana okuyorsa,
arkadaş çevrenin gerçek arkadaşlardan oluştuğuna inanabilirsin...
(kaynak:mailler)

Perşembe, Ekim 28, 2010

DİŞİ ASLAN

Hayvanlar bir gün,
" Kim daha çok çocuk doğurabilir ? " diye çekişmeye başlarlar.
Hep birlikte dişi aslana gidip danışırlar.

" Sen kaç çocuk doğurabiliyorsun ? " diye sorarlar aslana.
" Bir " diye yanıtlar dişi aslan.
" Fakat ben aslan doğururum. "

DERSİMİZ;
NİTELIK, NİCELİKTEN ÖNEMLİDİR. *

-----------------------------------------------------------------

YENGEÇ İLE ANNESİ

" Neden böyle yan yan yürüyorsun yavrum ? "
diye sorar anne yengeç çocuğuna.
" Düzgün yürüsene ! " der.
" Pekala anne " der çocuk.
" Sen önümden düzgün yürü, ben seni takip ederim. "

DERSİMİZ;
HAREKETLER SÖZLERDEN ÖNDE GELİR. *


-----------------------------------------------------------------


ASLAN, KOYUN, KURT VE TİLKİ

Aslanın biri, bir koyunu yanına çağırır
ve nefesinin kokup kokmadığını sorar.
"Evet " diye yanıtlar koyun.
Aslan bu yanıta kızar ve koyunu oracıkta parçalar.
Daha sonra kurda seslenip yanına çağırır,
ona da aynı soruyu sorar.
" Hayır " diye yanıtlar kurt korkudan.
Ancak o da yağcılık yaptığı için aslanın öfkesinden kurtulamaz.
Sıra tilkiye gelmiştir.
Aynı soruyu tilkiye de sorar.Tilkinin yanıtı şöyle olur;
- Üzgünüm, üşütmüşüm biraz, o yüzden burnum koku almıyor ...

DERSİMİZ;
AKILLI KİŞİ TEHLİKELİ DURUMLARDA KONUŞMAZ !!! *


-----------------------------------------------------------------


KAZLAR VE TURNALAR

Kazlar ve turnalar,
bir gün aynı tarlada yiyecek ararlarken
birden yanlarına yaklaşmaya çalışan avcıyı fark ederler.
Turnalar daha çevik ve hafif oldukları için hemen uçarlar.
Oysa kazlar ağır hareket ettikleri için avcıdan kurtulamazlar.

DERSİMİZ;
YAKALANANLAR HER ZAMAN SUÇLU OLANLAR DEGİLDİR. *

-----------------------------------------------------------------


HASTA GEYİK

Yaşlı bir geyik hasta düşer
ve daha rahat otlayabilmek için
güzel otlarla dolu bir çalılıkta yaşamaya başlar.
Her hayvanla iyi geçindiği için
pek çok hayvan sık sık geyiğin ziyaretine gelir.
Zamanla her gelen hayvan bu güzel otlardan tatmaya başlayınca,
kısa süre sonra tüm otlar biter.
Geyik hastalıktan kurtulur
ama yiyecek hiçbir şey kalmadığı için bir süre sonra açlıktan ölür.

DERSİMİZ;
BAZEN İYİ ŞEYLER DE PAYLAŞTIKÇA BİTEBİLİR. ELİMİZDEKİNİN DEĞERİNİ BİLELİM. *

-----------------------------------------------------------------


FARELERIN TOPLANTISI

Bir gün fareler bir araya gelirler
ve başlarına musallat olan bir kediden kurtulma planları yaparlar.
Pek çok fikir öne sürülür. Hiç biri kabul görmez.
En sonunda genç bir fare
kedinin boynuna bir çan asmayı önerir.
Böylece kedi kendilerine yaklaşırken,
farkına varacak ve kaçabileceklerdir.
Bu öneri fareler tarafından alkışlarla onaylanır.
Bu arada,
bir köşede sessizce onları dinlemekte olan yaşlı bir fare ayağa kalkar
ve bu önerinin çok zekice olduğunu,
başarılı olacağından hiç kuşkusu olmadığını belirtir.
" Fakat " der.
" Kafamı bir soru kurcalıyor.
Aramızdan kim kedinin boynuna çan asacak ? "

DERSİMİZ;
İYİ BİR PLAN YAPMAK AYRI, O PLANI GERÇEKLEŞTİRMEK AYRIDIR. *


İnsanlar FELSEFE yi:

* Çocukken MASAL'lardan,

* Büyüyünce KiTAP'lardan,

* İhtiyarlarlayınca da arkalarında kalan YAŞAM'larından öğrenirler...

(kaynak:mailler)

Salı, Ekim 26, 2010

Kim ki dokunur hayatımdaki ilkelerime,
hayatımdan onu ilk elerim he!
kim ki içim olur dokunur iliklerime,
onu içimin en düğmesine iliklerim he!
kim ki ilk elime dokunur,
onu yaşamıma ilklerim he! kim ki...?
(kaynak:mailler)

Cumartesi, Ekim 23, 2010

2010 EGE ÜNİVERSİTESİ EL KİTABI

SAĞLIK:


1. Çok su için.
2. Kahvaltıyı kral, öğle yemeğini prens ve akşam yemeğini de dilenci gibi yiyin.
3. Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok ve fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
4. 3 E ile yaşayın -- Energy, Enthusiasm, and Empathy (enerji, heyecan ve duygu paylaşımı).
5. Meditasyon, yoga ve dua yapacak zaman yaratın.
6. Daha çok oyun oynayın.
7. 2009'da okuduğunuzdan daha fazla kitap okuyun .
8. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.
9. 7 saat uyuyun.
10. Hergün 10 - 30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken gülümseyin.

KİŞİLİK:


11. Hayatınızı başkalarınki ile karşılaştırmayın.
Onların seyahatinin ne hakkında olduğuna dair hiçbir fikrin yok.
12. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın.
Bunun yerine enerjinizi olumlu şekilde şu an için harcayın.
13. Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
14. Kendinizi çok da ciddiye almayın; kimse yapmıyor.
15. Kıymetli enerjini gevezelikle, dedikoduyla boşa harcama.
16. Uyanık iken daha fazla hayal kurun.
17. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan herşeye zaten sahipsiniz.
18. Geçmiş meseleleri unutun. Partnerinizin geçmiş hatalarını hatırlatmayın.
Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.
19. Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır. Kimseden nefret etmeyin.
20. Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.
21. Senden başka hiç kimse senin mutluluğundan sorumlu değildir.
22. Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın.
Problemler, cebir dersi gibi gelip giden, ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu devam ettiği eğitim programının bir parçasıdır.
23. Daha fazla gülümseyin ve gülün.
24. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz. Aynı fikirde olmamak için anlaşın.

SOSYAL YAŞANTI:


25. Ailenizi sık arayın.
26. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin.
27. Herkesi herşey için affedin.
28. 70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.
29. Hergün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız en az 1 kişiye "GÜNAYDIN" deyin.
30. Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü seni ilgilendirmez.
31. Hasta olduğun zaman işin sana bakmamalı. Arkadaşların bakmalı.
Onlarla temasta olun.

HAYAT:

32. Doğru şeyi yapın!
33. Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan herşeyden uzak durun.
34. Tanrı herşeyi iyileştirir.
35. Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir.
36. Nasıl hissettiğinizin önemi yok, haydi kalkın, giyinin ve ortaya çıkın.
37. En iyisine henüz sıra gelmedi.
38. Sabah canlı olarak uyandığınız zaman, bunun için tanrıya şükredin.
39. Maneviyatınız daima mutludur. Öyleyse mutlu olun.

SONUNCU ANCAK ÖNEMLİ:
40. Lütfen bu dilekleri önemli saydığınız herkese iletin.

Perşembe, Ekim 21, 2010

İLNİGÇ

Bir ignliiz üvnsertsinede ypalın arşaıtramya gröe,


kleimleirn hrfalreiinn hnagi srıdaa yzalıdkılraı ömneli dğeliimş.


Öenlmi oaln brinci ve snonucnu hrfain yrenide omlsaımyış.


Ardakai hfralerin srısaı krıaşık oslada ouknyourumş.


Çnükü kleimlrei hraf hraf dğeil btüün oalark oykuorumuşz.

Bakın nasıl da düzgün okudunuz, ilginç değil mi?


(kaynak:mailler)

Salı, Ekim 19, 2010

NEYZEN

Bu dünyada ne kazandıysanız yiyiniz..!
Yoksa;
Öleceğiz bir gün, gömecekler,
Bir kaç gün övecekler,
Sonra kalan malını bölecekler,
Hatta memnun kalmayıp sövecekler...!
(kaynak:mailler)

Cuma, Ekim 15, 2010

Victor Hugo

Yıl, 1887…
Gazetecinin biri, Victor Hugo’ya soruyor:
“Eserleriniz ve siz bugüne de çok olumlu eleştiriler aldınız,
çok övüldünüz.
Bunlar arasında sizi en çok hangisi hoşnut etti?”
Hugo anlatıyor:
“Karlı bir kış gecesiydi.
Eş dostla yiyip içmiştik.
Mesafe kısa diye, evime yaya olarak dönüyordum.
Fena halde sıkışmıştım.
Hızlı adımlarla, malikanemin bahçe kapısına vardım.
Kapı kilitliydi.
Var gücümle uşağıma seslendim:
‘İgooooooor!’
Defalarca haykırmama karşın İgor’un beni duyduğu yoktu.
Sidik torbam Atlas Okyanusu büyüklüğüne ulaşmıştı.
Altıma kaçırmak üzereydim.
Yaşlılık işte.
Çaresiz, bahçe duvarına yanaştım,
etrafa bakındım, görünürde kimse yoktu,
fermuarımı indirdim ve su dökmeye başladım.
Tam o sırada arkamda bir at arabası durdu.
Hiç kıpırdamadan, sessizce işiyordum.
Arabacı nefret dolu bir sesle
‘Seni haddini bilmez, buruşuk o… çocuğu!
O işediğin, Sefiller’in yazarı Victor Hugo’nun duvarıdır!’ dedi.
İşte, hayatımda duyduğum en iltifat dolu söz buydu.”
(kaynak:mailler)

Salı, Ekim 12, 2010

SERÇE ve MOTOSİKLET

Serçenin biri bir bahar günü uçuyormuş.
Bir anda farketmiş ki karşıdan motorsikletli bir adam geliyor.
Her ikisi de çarpışmayı engellemek için
ellerinden geleni yapmışlar, ama nâfile.
Serçe 'çotaaank' diye motorcunu kaskına çarpıp düşmüş yere.
Motorcu koşmuş serçenin yanına.
Serçe baygın yatıyor.
Kıyamamış, bırakamamış yolda; almış getirmiş evine.
Eskiden kalma bir de kafes varmış evde.
Baygın serçeyi kafesin içine güzelceyerleştirmiş.
Yanına da biraz su, biraz ekmek koymuş ve vurmuş kafayı yatmış.
Bizim serçe bir süre sonra ayılmış ama daha tam seçemiyor ortalığı.
Hafif bulanıklık var yani...
Bir de bakmış ki;
Hapishane hücresi gibi parmaklıklar ardında,
kuru ekmek, su falan var bulunduğu yerde...
Birden dank etmiş vaziyet:
- Has.....tir lan, motorcuyu öldürmüşüz!

Hayat Kısa,
Kuralları Yık,
Kolay Affet,
Yavaş Öp,
Kalpten Sev,
Kahkahalara Boğul,
Ve...
Yüzünü Güldürmeyi Başaran Hiç Bir Şeye Sırtını Dönme...

(kaynak:mailler)
.
.
.

Cumartesi, Ekim 09, 2010

SORUN GÖZÜMÜZDE DEĞİL BAKTIĞIMIZ YERDE

Sabah sol gözümde bir ağrı ve biraz kanla uyandım.
Öğleden sonra soluğu doktorda aldım.
Dünya tatlısı bir doktor.
İlk bakışta çözdü derdimi.
“Direnç kaybına bağlı iltihaplanma...”
“Sorun gözünde değil aslında...” dedi doktorum.
“... baktığın yerde...”
Hep karanlığa bakmaktan feri sönmüş gözlerinin.
Yılgın düşmüşsün.
Yorgunluk mikrobu, seni gözünden vurmuş".
Bu teşhisin ardından öyle bir reçete yazdı ki dostlar başına:
“Pozitif düşüneceksin.
Hayata sımsıkı sarılacaksın.
İşinden kafanı kaldırıp sevdiklerinle vakit geçireceksin.
Kendine yeni heyecanlar kat.
Sev ki hücrelerin yenilensin.
Sana enerji vermeyecek hiç kimseyle de birlikte olma...”
(ıaynak:mailler)

Salı, Ekim 05, 2010

ÇOCUKLUĞUMUZDA...




Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı.
Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.
Hatta Babamın bile anahtarı yoktu.
Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi.
Her yere birlikte giderdik,
zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki.....
En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.
Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.
Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar,
oynaya,zıplaya yürüyerek gelirdik.
Servis falan yoktu.
Ayakkabılarımız eskirdi.
Hatta öyle olurdu ki;
çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.
Annelerimiz bu durumu bildiklerinden
kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.
Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi.
Susayınca girer evlerine su içerdik.
Ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar,
hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
Kısacacı
evine gidip gelen
(...ki;sadece çişi gelen giderdi evine)
elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.
Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden
bizlere de gönderirdi.
Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu.
Cebimizde harçlığımız olduğunda
düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar
oyun bitince geri alırdık.
Çok garip ama kimse almazdı.
Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.
Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi...
Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.
Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz,
onlar nedir bilmezdik bile,
asla kanla falan da bitmezdi,
en fazla saçlarımızdan çeker,
hayvan adları sayar, tekme atar,
yine oyuna dalardık.
Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.
Azar işitip, acillere taşınmazdık.
Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik.
Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.
Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki.
Komşumu tanımıyorum ama
evinin camında, temizliğe gelen kadını
haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.
Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.
Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece ;
bilmem kaç kuruş hepimizin elinde bezler
güle oynaya bitirirdik işleri.
Evlerimiz var, içinde yaşayan yok.
Parklarımız var,içinde oynayan çocuk yok.
Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar,
lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..
Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız,
onlara dede, nene diye
hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
Ben kapılarında ' vale ' lerin,
' bady 'lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir.
Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp,
taksidini bitiremediği arabanın anahtarını,
hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.
Benim değildir bu kültür.
Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.
Nedir bunlar?
Reklamlarla desteklenen
beyni,ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.
Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
İyi de neden böyle olduk ?
Biz mi istemiştik?
Yoksa birileri mi böyle istedi?..
'Her toplum hakettiği gibi yönetilir'' derler ya,
hakettiği gibi de yaşar diyelim mi ?
(Kim yazmış bilmiyorum.
Taa uzaklardan bir selam gibi geldi bana.
Üzerimde kalmasın, o yüzden "bloga" gönderiyorum.
Umarım seninde üzerinizde kalmaz bu selam.
Sen de başkalarına gönderirsin.)

Pazar, Ekim 03, 2010

----George Carlin----



Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun...
Suratsızlar sizi aşağı çeker...
Öğrenmeyi s...ürdürün:
Bilgisayar, el sanatları, bahçecilik, ne olursa...
Beyniniz âtıl kalmasın...
Âtıl kafa, iblisin tezgâhıdır...
İblisin adı da, alzheimer’dır...
Sık sık, uzun uzun, var gücünüzle gülün...
Soluksuz kalıncaya kadar gülün...
Sevdiklerinizle doldurun çevrenizi,
aile, kuş, balık, müzik, bitkiler, hobiler, ne olursa...
Eviniz sığınağınızdır...
Sağlığınızın kıymetini bilin...
İyiyse üstüne titreyin...
Bozuksa düzeltin...
Siz kendiniz düzeltemiyorsanız yardım sağlayın...
Vicdan azabından uzak durun...
Çarşı pazarda gezin,
komşu illerde dış ülkelerde dolaşın,
ama sakın suçluluk, pişmanlık duygusuna yönelmeyin...
Sevdiğiniz insanlara onları sevdiğinizi söyleyin her fırsatta...
Ve hiç unutmayın ki hayat,
aldığımız soluklarla değil,
soluk kesen anlarla ölçülür...
Devamını Gör
Ekleyen:: Felsefe Kulübü

(kaynak:mailler)
(aynen ekledim)