Salı, Ağustos 26, 2014

ZİHİNSEL GÜÇ


 

İki çocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak geçirmeye karar verirler.
Piknik yerine vardıklarında anne yemeği hazırlarken,
çocuklar babalarıyla birlikte yürüyüşe çıkar.
Uzun bir yürüyüşten sonra
oldukça yorulan küçük çocuk yalvarırcasına bakan gözlerle,
'Babacığım çok yoruldum. Lütfen beni kucağında taşır mısın?' der.
Baba; 'Ben de yorgunum oğlum'' der demez çocuk ağlamaya başlar.
Baba tek kelime etmeden ağaçtan bir dal keser.
Dalı bıçakla biçimlendirip, çocuğa zarar vermeyecek biçimde yontar.
Sonra dalı oğluna verir.
'Al oğlum, sana güzel bir at' der.
Çocuk sevinçle dal parçasından yontulmuş ata biner ve
sıçrayarak, ata vurarak annesinin yanına doğru gitmeye başlar.
Babasını ve ablasını geride bırakmıştır bile...
Baba gülerek kızına:
'İşte yaşam budur kızım.
Bazen zihnen ya da bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin.
İşte o zaman kendine değnekten bir at bul
ve neşe ile yoluna devam et.
Bu at,
bir arkadaş, bir şarkı, bir çiçek, bir şiir
ya da bir çocuğun tebessümü olabilir.'
Değnekten atınız hiç eksik olmasın..
alıntıdır

 

Cumartesi, Ağustos 16, 2014

ATATÜRK



SÜPER
Atatürk'ün öldüğü gün, 
İstanbul üniversitesinde ders okutan bir Alman profesör, 
derse girdiğinde 
öğrencilerin üzgün halini görünce, 
yüreği parça parça olmuş halde, 
üniversite rektörüne telefon ederek;

-Bugün ders veremeyeceğim, ne yapayım dersiniz?
diye sordu;

Rektör, Alman profesöre şu cevabı verdi;

-Sizin memleketinizde büyük bir adam ölünce ne yapılıyorsa onu yapın...

Rektörün bu sözlerine Alman profesörün cevabı şu oldu;
Almanya'da hiç bu kadar büyük bir adam ölmedi...
 alıntıdır

Çarşamba, Ağustos 13, 2014

ACIdaki Hikmet


Verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah'ım!
 
'Gün gelecek Allah'a 
bana yaşattığı bu sıkıntılar için şükredeceğimi biliyorum' 
demişti bir arkadaşım. 
Belki de hayatının en zor günlerini yaşıyordu. 
Zorlukların insana ne kadar büyük dersler verdiğini 
uzun uzun konuşmuştuk. 
Bir acının öğrettiğini 
bin kahkahanın öğretemeyeceği üzerine 
birçok örnekler vermiştik o konuşmamızda.
 
Aradan iki yıla yakın bir zaman geçince 
arkadaşımın haklı çıktığını gördük. 
O günlerin acı görünen olaylarının, 
kendisine ne kadar büyük kapılar açtığını gördükçe 
'verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah'ım!' 
demeye başladı.
 
Gündüzleri fırsat buldukça 
bir araya geldiğimiz arkadaşıma 
o günlerde aşağıdaki hikayeyi yollamıştım.
 
* * * * * * *
 
Yaşlı kadın, 
bir antika dükkanından aldığı 
yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. 
Fincanın biçimi, 
üzerindeki işlemeler, renkler 
onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. 
Ödediği fiyatı hatırladı; 
hayır, hiç de pahalıya almamıştı.
 
Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. 
Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi;
 
'Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. 
Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. 
Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.
 
Kadın şimdi hayret içindeydi. 
Önündeki kahve fincanı konuşuyordu!
 
Kekeleyerek: 'Nasıl? Anlayamadım?' 
diyebildi yaşlı kadın.
 
'Demek istiyorum ki, 
ben bir zamanlar çamurdan ibarettim 
ve bir sanatkâr geldi. 
Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. 
Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:
 
'Yeter! Lütfen dur artık!' diye bağırmak zorunda kaldım.
Ama usta sadece gülümsedi ve; 
'Daha değil!' diye cevapladı beni.
'Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. 
Burada döndüm, döndüm, döndüm. 
Döndükçe başım da döndü. 
Sonunda yine haykırdım:
'Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. 
Artık dönmek istemiyorum!'
Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:
 
'Henüz değil!'
 
'Derken beni aldı ve fırına koydu. 
Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. 
Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. 
Fırın gitgide ısınıyordu. 
Aklımdan şöyle geçiyordu: 
Beni yakarak öldürecek'
Fırının duvarlarına vurmaya başladım. 
Bir taraftan da bağırıyordum:
'Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!'
'Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. 
Hala gülümsüyor ve 'Daha değil!' diyordu.
 
'Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. 
Şimdi rahat nefes alabiliyordum, f
ırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. 
Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.
 
'Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. 
Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum.
 
'Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!' dedim. 
Onun cevabı ise aynıydı: 'Henüz değil!'
 
'Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. 
Korkudan ölecektim. 
'Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!' diye bağırdım.
 
Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. 
Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. 
'Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!' diye düşündüm. 
Pencereden bakıp ona yine yalvardım, 
ama o yine 'Daha değil!' diyordu. 
Ancak bu defa ustanın 
yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.
 
'Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, 
kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. 
Derin bir nefes aldım, 
hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. 
Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi:
 
'Şimdi tam istediğim gibi oldun. 
Kendine bir bakmak ister misin?'
Ona 'Evet' dedim.
 
Bir ayna getirip önüme koydu. 
Gördüğüme inanamıyordum.
 Aynaya tekrar tekrar baktım ve 
'Bu ben değilim. 
Ben sadece bir çamur parçasıydım.'
 
'Evet bu sensin!' dedi usta. 
Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde 
böyle mükemmel bir fincan haline geldin.
 
Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, 
kuruyup gidecektin.
Döner tezgahın üstüne koymasaydım, 
ufalanıp toz olacaktın.
Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.
Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı.
Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.
Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.'
 
Ve ben kahve fincanı, 
şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:
 
'Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet!
 Bana zarar vereceğini düşündüm.
Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim.
Bakışım kısaydı, 
ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum.
Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri 
bana verdiğin için teşekkür ederim…
Teşekkür ederim.'       
 
* * * * * *
Usta fincanı, Yaratıcı insanı şekillendirir.
Yeter ki acı daki hikmeti görelim.
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek…


Sait ÇAMLICA
Eğitimci – Yazar
  alıntıdır
.