Cuma, Şubat 29, 2008

HAYAT DERSLERİ(1)


Birinci Ders:
Okuldaki ikinci ayımda,

hocamız test sorularını dağıttı.

Ben okulun en iyi öğrencilerinden biriydim.

Son soruya kadar soluk almadan geldim

ve orada çakıldım kaldım.

Son soru şöyleydi :

'Her gün okulu temizleyen

hademe kadının ilk adı nedir ?'

Bu herhalde bir çeşit şaka olmalıydı.

Kadını, yerleri silerken,

hemen her gün görüyordum.

Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı.

50'lerinde falan olmalıydı.

Ama adını nerden bilecektim ki !

Son soruyu yanıtsız bırakıp
kağıdı teslim ettim.

Süre biterken bir öğrenci,

son sorunun

test sonuçlarına dahil olup olmadığını sordu.

'Tabii, dahil' dedi, hocamız...

'İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız.

Hepsi birbirinden farklı insanlar.

Ama hepsi sizin ilginiz

ve dikkatinizi hak eden insanlar bunlar.

Onlara sadece gülümsemeniz

ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile...'

Bu dersi hayatım boyunca unutmadım.

Hademenin adını da... Dorothy idi.

(kaynak:internet)


Perşembe, Şubat 28, 2008

HUZUR


Bir gün bir bilge kral,
huzuru en güzel resmedecek sanatçıya
büyük bir ödül vereceğini ilan etti.
Yarışmaya çok sayıda sanatçı katıldı.
Günlerce çalıştılar,
birbirinden güzel resimler yaptılar.
Sonunda,
eserlerini saraya teslim ettiler.
Tablolara bakan kral
sadece ikisinden
gerçekten çok hoşlandı.
Ama birinciyi seçmek için
karar vermesi gerekiyordu.
Resimlerden birisinde,
sükunetli bir göl vardı.
Göl bir ayna gibi
etrafında yükselen dağların
huzurlu görüntüsünü yansıtıyordu.
Üst tarafta
pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslüyordu.
Resme kim baktıysa,
onun mükemmel bir huzur resmi
olduğunu düşünüyordu.
Diğer resimde de dağlar vardı.
Ama engebeli ve çıplak dağlar.
Üst tarafta
öfkeli gökyüzünden yağmur boşalıyor
ve şimşek çakıyordu.
Dağın eteklerinde ise
köpüklü bir şelale çağıldıyordu.
Kısacası resim,
hiç de huzur dolu görünmüyordu.
Fakat,kral resme bakınca,
şelalenin ardında
kayalıklardaki bir çatlaktan çıkan
mini minnacık bir çalılık gördü.
Çalılığın üzerinde ise
anne bir kuşun ördüğü
bir kuş yuvası görünüyordu.
Sertçe akan suyun orta yerinde
anne kuş yuvasını kuruyor....
harika bir huzur ve sükun.
Peki ödülü kim kazandı dersiniz?
Kral ikinci resmi seçti.
"Çünkü"dedi,
"huzur hiçbir gürültünün,
sıkıntının
ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir.
Huzur,
bütün bunların içinde bile
yüreğinizin sükun bulabilmesidir.
Huzurun gerçek anlamı budur."
(kaynak:internet)

Çarşamba, Şubat 27, 2008

KAHVE TADINDA YAŞAM


Bir zamanlar,
her şeyden sürekli şikâyet eden;
her gün hayatının
ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı.
Hayat, ona göre, çok kötüydü
ve sürekli savaşmaktan,
mücadele etmekten yorulmuştu.
Bir problemi çözer çözmez,
bir yenisi çıkıyordu karşısına.
Genç kızın bu yakınmaları karşısında
mesleği ahçılık olan babası
ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.
Bir gün onu mutfağa götürdü.
Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu
ve ateşin üzerine koydu.
Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca,
bir cezveye bir patates,
diğerine bir yumurta,
sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu.
Daha sonra kızına tek kelime etmeden,
beklemeye başladı.
Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor
ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu.
Ama o kadar sabırsızdı ki,
sızlanmaya ve
daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı.
Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi.
Yirmi dakika sonra, adam,
cezvelerin altındaki ateşi kapattı.
Birinci cezveden patatesi çıkardı
ve bir tabağa koydu.
İkincisinden yumurtayı çıkardı,
onu da bir tabağa koydu.
Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.
Kızına dönerek sordu:
-Ne görüyorsun ?
- Patates, yumurta ve kahve ?
diye alaylı bir cevap verdi kızı.
Daha yakından bak bir de dedi baba,
patatese dokun.
Kız denileni yaptı ve
patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.
Aynı şekilde,
yumurtayı da inceledi.
Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.
En sonunda,
kızının kahveden bir yudum almasını söyledi.
Söylenileni yapan kızın yüzüne,
kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı.
Ama yine de bütün bunlardan bir sey anlamamıştı:
- Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?
Babası, patatesin de,
yumurtanın da,
kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını,
yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı.
Ama her biri bu sıkıntı karşısında
farklı farklı tepkiler vermişlerdi.
Patates daha önce sert,
güçlü ve tavizsiz görünürken,
kaynar suyun içine girince yumuşamış
ve güçten düşmüştü.
Yumurta ise çok kırılgandı;
dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu.
Ama kaynar suda kalınca,
yumurtanın içi sertleşmiş katılaşmıştı.
Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı.
Kaynar suyun içinde kalınca,
kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi
ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
- Sen hangisisin?
diye sordu kızına.
Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?
Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin?
Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın ?
Yoksa, kahve çekirdekleri gibi,
başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına
ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin ?
HEPİNİZE KAHVE TADINDA BİR YAŞAM DİLERİM!!!


(kaynak:internet)

Salı, Şubat 26, 2008

BİR KADIN NASIL MUTLU EDİLİR?



BiR KADIN NASIL MUTLU EDiLiR?
(BAYANLARIN AFFINA SIĞINARAK)
Çok zor değil.
BiR ERKEK, BiR KADINI MUTLU ETMESİ İÇİN YALNIZCA
ŞUNLAR OLMAK ZORUNDADIR...
01. bir dost
02. bir yoldaş
03. bir aşık
04. bir ağabey
05. bir baba
06. bir usta
07. bir aşçı
08. bir elektrikci
09. bir marangoz
10. bir muslukçu
11. bir tamirci
12. bir dekoratör
13. bir stilist
16. bir psikolog
17. bir haşere yok edici
18. bir psikiyatrist
19. bir şifacı
20. iyi bir dinleyici
21. bir organizatör
22. iyi bir baba
23. çok temiz
24. sempatik
25. atletik
26. sıcak
27. kibar
28. nazik
29. zeki
30. komik
31. yaratıcı
32. şefkatli
33. güçlü
34. anlayışlı
35. hoşgörülü
36. sağduyulu
37. hırslı
38. yetenekli
39. cesur
40. kararlı
41. doğru
..
...
11987. güvenilir
11988. tutkulu
TABİİ, ŞUNLARI DA UNUTMADAN:
13989. ona düzenli olarak iltifat etmek
13990. alışverişi sevmek
13991. dürüst olmak
13992. çok zengin olmak
13993. onu strese sokmamak
13994. başka kızlara bakmamak
VE AYNI ZAMANDA ŞUNLARI DA YAPMALIDIR:
17995. kendinden çok ona odaklanmak
17996. ona, özellikle kendisi için çok fazla zaman ayırmak
17997. nereye gittiğine aldırmadan ona çok fazla yer sunmak
ŞUNLAR DA ÇOK ÖNEMLİ:
Asla unutulmayacaklar:
21998. doğum günleri
21999. yıldönümleri
22000. onun aldığı kararlar

BİR ERKEK NASIL MUTLU EDİLİR!!!*
1. Karnını iyice doyurun
2. Uzaktan kumanda ve çayını verip rahat bırakın
Huzursuzluk belirtisi gösterirse Madde-1 den tekrar başlayın...

(kaynak:internet)

Pazartesi, Şubat 25, 2008

AFFETMENİN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI


Bir lise öğretmeni,
bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:
"Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?"
Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının
bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.
"O zaman"
der öğretmen
"Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin."
Öğrenciler bunu da yaparlar.
"Şimdi yarınki ödevinize hazır olun.
Yarın hepiniz birer plastik torba
ve beşer kilo patates getireceksiniz!"
Öğrenciler,
bu işten pek bir şey anlamamışlardır.
Ama ertesi sabah
hepsinin sıralarının üzerinde
patatesler ve torbalar hazırdır.
Kendisine,
meraklı gözlerle bakan öğrencilerine
şöyle der öğretmen:
"Şimdi,
bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz
her kişi için
bir patates alın,
o kişinin adını
o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun."
Bazı öğrenciler
torbalarına üçer beşer tane patates koyarken,
bazılarının torbası ağzına kadar dolmuştur.
Öğretmen kendisine:
"Peki şimdi ne olacak?"
der gibi bakan öğrencilerine
ikinci açıklamasını yapar:
"Bir hafta boyunca
nereye giderseniz gidin,
bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız.
Yattığınız yatakta,
bindiğiniz otobüste,
okuldayken sıranızın üstünde....
hep yanınızda olacaklar."
Aradan bir hafta geçmiştir.
Hocaları sınıfa girer girmez,
denileni yapmış olan öğrenciler
şikayete başlarlar:
"Hocam,
bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor."
"Hocam,
patatesler kokmaya başladı;
insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.
"Hem sıkıldık,hem yorulduk...."
Öğretmen gülümseyerek
öğrencilerine şu dersi verir:
"Görüyorsunuz ki,
affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz.
Kendimizi
ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz.
Affetmeyi
karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz,
halbuki affetmek
en başta
kendimize yaptığımız bir iyiliktir."
(kaynak:internet)

Pazar, Şubat 24, 2008

HURMA


Bir zamanlar,uzak ülkelerden birisinde,
küçük bir okul vardıve
burada çocuklar yaşlı bir öğretmenden
ahlak,dilbilgisi,matematik gibi dersleri öğreniyorlardı.
Ancak öğretmen öylesine sert ve disiplinliydi ki,
öğrencilerin hepsinin ondan ödü kopuyordu.
Hele de yaramazlık yapmışlarsa....
Öğrenciler ders çalışırken,
bir yandan öğretmen onları gözetler,
bir yandan da bir şeyler yerdi.
Etüd salonundaki dolabından
küçük bir sepet çıkarır
ve
büyük bir iştahla
sepetten aldığı şeyleri atıştırırdı.
Bu arada çocukları
büyük bir ciddiyetle uyarırdı:
"Bu büyüklerin yiyebileceği bir şey.
Çocuklar yerlerse zehirlenip ölebilirler."
Çocuklar bu sözlerle daha da meraklanırlar,
ama öğretmenlerinin ne yediğini
bir türlü keşfedemezlerdi.
Derken bir gün
öğretmenin bir işi çıktı
ve şehire gitti.
Giderken de çocuklara sıkı sıkı tembihledi:
"Ben yokken dersinizi güzelce çalışın
ve sakın yaramazlık yapmayın."
Karşı konulmaz merak duygusuna kapılan bir kaç öğrenci,
öğretmenin dolabına bakıp,
zehirli olduğu iddia edilen
o gizli yiyeceğin ne olduğunu anlamaya karar verdiler.
Dolabı açtıklarında,
hasır sepetin içinde
kurutulmuş hurmalar olduğunu gördüler.
Öğretmenin,
sadece büyüklere mahsus olan bu yiyecekleri
ilaç olarak kullandığını düşündüler.
Sırrı keşfeden
ve böyle lezzetli yiyecekleri bulan çocuklar,
bunların kime ait olduğunu hepten unutup,
meyvelerin,
ağız suyu akıtan cazibesine mağlup oldular.
Önce dolaptan sepeti çıkaranlar,
sonra cesaretli olanlar
birer ikişer tane,
hurmayı şapur şupur yemeye başladılar.
Çok geçmeden
bütün öğrenciler harekete geçti
ve bir anda sepette
tek bir tane bile hurma kalmadı.
Ziyafet sona erince,
çocukların aklı başına geldi
ve ne yaptıklarını fark ettiler.
İçlerini büyük bir kaygı kapladı:
"Döndüğünde öğretmenimize ne diyeceğiz?"
diye kara kara düşündüler.
Fazla sert olmayan bir ceza alabilmek için,
hocalarının kabul edebileceği
bir takım mazeretler bulmak için
beyinlerini zorladılar.
Çocuklardan genelde sessiz olan birisi
bir fikir attı ortaya.
Öğretmenin,
içine mürekkep koyduğu çok değerli taş hokkayı
masadan alıp yere attı.
İkiye bölünen hokkanın içindeki siyah mürekkebi
öğretmenin sandalyesinin
her tarafına döktü.
Sonra da öğretmenin masasını tepetaklak edip
herkese yere yatmalarını
ve her taraflarını battaniyeyle örtmelerini söyledi.
İkindi vakti öğretmen şehirden döndü.
Etüd salonunun kapısını açıp ta
odadaki dağınıklığı görünce
ne diyeceğini şaşırdı.
Her tarafa saçılmış mürekkep,
tersine dönmüş masa,
örtülere bürünmüş ve sersem sersem bakan öğrenciler..
Manzaradan hayrete düşen öğretmen bağırdı:
"Neler oluyor burada?
Anlatın hemen!"
Kurnaz öğrenci yavaşça ayağa kalktı
ve yüzünde korkunç bir ifadeyle şöyle dedi:
"Hocam,
teneffüste oyun oynarken
kazayla masanızı devirdik,hokkanızı kırdık.
Ne yapacağımızı bilemedik.
Sonunda hepimiz
bu affedilmez yaramazlığımız için
ölmeye karar verdik.
Ve sepeti çıkarıp içindekileri yedik.
Şimdi zehirin etkisini göstermesini bekliyoruz.
Çok çok üzgünüz hocam."
Derin ve uzun bir nefes alan hoca
tek kelime etmeden dışarı çıktı ve:
"Hımmmm"dedi kendi kendisine:
"Bizim çocuklar büyüyorlar galiba."
(kaynak:internet)

Cuma, Şubat 22, 2008

KARI-KOCA


Başparmak, anne-babanızı,
İşaret parmağı, kardeşlerinizi,
Orta parmak, sizi,
Dördüncü parmak (yani yüzük parmağı), hayat arkadaşınızı,
Ve serçe parmak, çocuklarınızı temsil eder.

İlk önce avuçlarınızı birbirine bakacak şekilde açın.
Orta parmakları bükün ve sırt sırta birleştirin.
Daha sonra kalan dört parmağınızı da şekildeki gibi açıp, uç uca getirin.


Image Hosted by ImageShack.us


Şimdi, anne babanızı temsil eden başparmaklarınızı ayırmaya çalışın...
Açılacaktır, çünkü anne babanız sizinle birlikte ömür boyu yaşamayacaktır.
Er ya da geç onlardan ayrılmak zorundasınız.

Baş parmaklarınızı önceki gibi birleştirip,
kardeşlerinizi temsil eden işaret parmaklarınızı ayırın.
Onlar da ayrılacaktır, çünkü kardeşleriniz kendi ailelerini kurup, ayrı bir hayat seçer.

İşaret parmaklarınızı birleştirip,
çocuklarınızı temsil eden serçe parmaklarınızı ayırın.
Onlar da ayrılıcak, çünkü çocuklar da evlenir ve bir gün kendi hayatlarını kurar.

Son olarak serçe parmaklarınızı birleştirip,
eşlerinizi temsil eden yüzük parmaklarınızı ayırmaya çalışın.
Ayıramadığınızı görünce şaşıracaksınız.
Çünkü karı-kocalar hayat boyu bir arada yaşarlar...
İyi günde ve kötü günde...
(kaynak:internet)
(herkesin mutlu olamsı dileklerimle)

--

Perşembe, Şubat 21, 2008

YAYDAN ÇIKAN OK GİBİ


Bir kadın,komşularından birisi hakkında
bir dedikoduyu yayıp duruyordu.
Birkaç gün içinde
bütün köy dedikoduyu duydu.
Dedikodunun kurbanı,
derinden yaralandı ve incindi.
Dedikoducu kadın
daha sonra yaptığından pişman oldu
ve çok üzüldü.
Hatasını nasıl tamir edebileceğini sormak için
bilgeye gitti.
"Pazara git."dedi bilge.
"Bir tavuk al ve onu kestir.
Eve dönerken tüylerini yol
ve yol boyunca yere at."
Nasihatın garipliğine şaşırsa da,
denileni yaptı kadın.
Ertesi gün
bilge bu defa şu tavsiyede bulundu:
"Şimdi git ve dün attığın bütün o tüyleri topla
ve bana getir."
Kadın aynı yolu izledi,
ama umutsuzluk ve korku içinde gördü ki,
rüzgar bütün tüyleri uçurup götürmüştü.
Saatler süren arayışın sonunda
elinde sadece birkaç tüyle dönebildi.
"Görüyorsun."
dedi yaşlı bilge.
"Onları yere atmak mümkün,
ama geri toplamak imkansız.
Dedikodu da öyle.
Dedikodu yapmak ne kadar kolaysa,
dedikoduyla işlediğin hatayı
telafi etmen de o kadar zordur."
(kaynak:bilinmiyor)

VASİYET


Eski zamanlarda,atları çok seven
ve aynı zamanda akıllı bir adam vardı.
Bu adam günün birinde öldü.
Ardında 19 cins at bıraktı.
Adam vasiyetinde,atların yarısının oğluna,
dörtte birinin sadaka olarak fakirlere,
beşte birinin de uşağına verilmesini istiyordu.
Köyün yaşlıları işin içinden çıkamadılar.
19 atın yarısını adamın oğluna nasıl vereceklerdi?
Oğula 9 at verseler,
geriye kalan atı ikiye bölemeyeceklerine göre,
bu vasiyeti nasıl yerine getireceklerdi?
İki haftadan fazla bir zaman bu işin üzerinde düşündüler,
ama çıkar bir yol bulamadılar.
Sonunda,komşu köyde yaşayan bilgenin yanına gidip
ondan yardım istemeye karar verdiler.
Bilge, adamlar geldiğinde,
atının üzerinde gezintideydi.
Onlara nasıl yardım edebileceğini sordu.
Onlar da ölen adamın vasiyetini anlattılar:
19 atın yarısını oğluna,
dörtte birini fakirlere,
beşte birini de uşağa vermeleri gerekiyordu,
ama bunu başaramamışlardı.
Bilge,problemi hemen çözeceğini söyledi.
Birlikte köye gittiler.
Bilge 19 atı yan yana dizdirdi.
Sonra en başa kendi atını getirip sıraya dahil etti.
Şimdi atların sayısı 20 olmuştu.
Daha sonra,
atların yarısı olan 10 atıadamın oğluna verdi,
dörtte biri olan beş atı sadaka olarak fakirlere vermek üzere
kenara ayırdı.
Beşte biri olan 4 atı da uşağa verdi.
Böylece vasiyet gereği dağıtılması gereken atların sayısı 19'u buluyordu.
Geriye kalan yirminci at da zaten kendi atıydı.
Bilge,bu bölüştürme işlemini köyün yaşlılarının gıpta
ve hayranlık dolu bakışlarının altında yaptıktan sonra,
şunları söylleyip oradan uzaklaştı:
"Ümit ederim,
bu vasiyetle size verilmek istenen mesajı anlamışsınızdır.
Gündelik hayatımızda karşılaştığımız olaylara,
çözümlenemez diye baktığımızda
çözümleyemeyiz.
Öncelikle kendimize güvenip,
her işi başarabileceğimizi kendimize anlatmamız gerekir.
Sonra da başaramamız için hiç bir neden kalmaz."
(kaynak:internet)
(HER İŞİ BAŞARMANIZ DİLEKLERİMLE)

Salı, Şubat 19, 2008

NAKIŞ


Bir minik çocuk,
annesi nakış işlerken,
dizlerinin dibinde oturup
onu seyretmeyi çok severdi.
Bir keresinde,
aşağıdan annesine doğru bakıp sordu:
"Anneciğim,ne yapıyorsun?"
Annesi şefkatle cevap verdi:
"Nakış işliyorum yavrum.
Bu kasnağa gerili kumaşın üzerine
güzel desenler işlemeye çalışıyorum."
"Ama yaptığın şey,
hiç öyle güzel görünmüyor;
tersine karman-çorman,karmakarışık."
Gerçekten de,
çocuğun oturduğu yerden bakınca
annesinin elindeki kasnağın altındaki ip izleri
birbirine giriyor,
üstünden görünen sanatlı işlemelerden eser görünmüyordu.
Çocuğun bu sözlerine annesi
gülümseyerek şöyle cevap verdi:
"Oğlum,
sen git biraz oyna,
nakışımı bitirdiğimde,
seni dizime oturturum,
o zaman ona benim yanımdan bakar ve anlarsın."
Çocuk oyun oynarken,
annesinin parlak renkli ipliklerin yanında
o kapkara iplikleri neden kullandığını
merak etmekten kendisini alamadı.
Birkaç dakika sonra annesinin sesini duydu:
"Gel oğlum,
dizlerime otur da birlikte bakalım nakışa."
Annesi gibi kasnağa üst taraftan bakan çocuk,
şaşkınlıktan ve hayranlıktan
ne diyeceğini bilemedi.
Kasnağın üzerinde harikulade bir çiçek resminin
nakşedildiğini gördü.
Peki ama bu büyük farklılığın nedeni neydi?
Alttan bakınca karmakarışık,
üstten bakınca harika nakışlar....
Annesi onun bu merakını
şunları söyleyerek giderdi:
"Yavrum,alttan bakıldığında nakış karışık
ve anlaşılamaz görünüyordu;
çünkü sen nakışa
üst tarafında önceden çizili bir plan olduğunu göremiyordun.
Bu bir dizayndı.
Benim yaptığım bu planı takip etmekti.
Şimdi benim tarafımdan baktığında
ne yaptığımı görebiliyorsun."
Çocuk yıllar geçip büyüdüğünde
ve başına iyi-kötü,güzel-çirkin
türlü hadiseler geldiğinde hep bunu hatırladı.
Hayatının bir nakış gibi
ilahi bir el tarafından işlendiğini;
kendisine karışık,anlamsız
ve kötü gibi görünen olayların
aslında ilahi bir planın nakışları olduğunu;
ortaya çıkacak bütünün
harikulade bir resim teşkil edeceğini hissederek
hiç şikayet etmedi.

Pazartesi, Şubat 18, 2008

YANKI


Bir babayla,sekiz yaşlarındaki oğlu
dağlarda yürüyüşe çıkmışlardı.
Çocuğun ayağı birden kaydı ve düştü.
İncinen ayağının sıkıntısıyla haykırdı:
"Aaaahhhh!"
Sesi karşı dağdan yankılanıp
aynen geri döndü:
"Aaaahhhh!"
Daha önce
böyle bir şeyle karşılaşmamış olan çocuk
şaşırdı ve merakla bağırdı:
"Kimsin sen?"
Cevap gelmekte gecikmedi:
"Kimsin sen?"
Çocuk bu cevaba öfkelendi:
"Korkak!"
Cevap aynıydı:
"Korkak!"
Bunun üzerine babasına dönüp sordu:
"Neler oluyor baba?Anlamıyorum."
Babası gülümsedi ve
"Dikkat et oğlum."dedi.
Sonra da karşı dağa doğru bağırdı:
"Her şey çok güzel!"
Dağdan gelen ses cevapladı:
"Her şey çok güzel!"
"Seni seviyorum!"
"Seni seviyorum!"
Çocuk hala hayret içindeydi,
ama yine de anlayamamıştı.
Daha sonra babası açıkladı:
"İnsanlar buna 'yankı' derler,
ama o aslında hayat'ın ta kendisidir.
Söylediğin ya da yaptığın her şeyi
aynen sana iade eder.
Hayatımız,
yapıp ettiklerimizin
bir yansımasından başka bir şey değildir.
Dünyanın
daha sevgi ve adalet dolu olmasını istiyorsan,
kendi kalbini sevgi ve adaletle doldurmalısın.
Başkalarının şefkatli olmasını istiyorsan,
senin şefkatli olman gerekir.
Bunu her şeye uygulayabilirsin:
"Hayat ona ne verdiysen,
onu sana aynen iade eder."
(kaynak:bilinmiyor)

Pazar, Şubat 17, 2008

İYİ YAŞAM


Hepimizin olumlu düşüncelere ihtiyacı vardır.
Pek çok sorunun ve mutsuzluğun kökeninde,
geleneksel ailenin yıkılışı,
doğru ile yanlışın belirsizlenişi
ve pek çok insanın
iyi şeyler yapmaktan vazgeçişi yatıryor.
Ne kadar talihliyiz ki
her şeyi yerli yerine oturtmak için
takip edilmesi gereken yolu hala biliyoruz.
AİLE DEĞERLERİ
Türkiye'nin bugün ihtiyaç duyduğu şey,
ailenin gene eskisi gibi
bir takım havasına girmesi.
Evin işlerini,keyifleri,üzüntüleri
ve boş zamanları paylaşmak yani....
Bugün pek çok insan,
televizyon ekranı ile
çok daha yakın ilişkiler içindeler.
Bu da pek çok çocuğun
yoldan çıkmasının baş sebebi.
Anne ve babalar,
hayatlarındaki öncelik listesini,
aileyi başa alarak yeniden düzenlemeliler.
Ebeveynliği televizyona bırakmak yerine,
çocukları ile konışmak için bol bol zaman ayırmalılar
ve onlarla,
inanç,ülke ve aile hakkında konuşmalılar.
Bu değerler
okulda,sokakta ve de kesinlikle televizyonda
öğretilmiyor artık.
Çocuklar,onlardan ne beklediğimizi
açık seçik bilmeliler.
Bir noktada sizinle ayrı düşünüyorlarsa,
tartışmadan bir çözüm bulmanın yollarını arayın.
İYİ HABERLERİ ARAYIN
Allah'ın günü,
olumsuz haberler üzerinde yoğunlaşan günlük gazeteler,
tv ve radyo,durmadan beynimizi yıkar.
Oysa dünyada iyi şeyler yapan,
iyi insanlar da vardır.
ama bunlar haber olmazlar.
Burada iş bize düşüyor.
İyi haberler veren kaynakları araştırın.
Başarı öykülerini,
kahramanları anlatan makaleleri okuyun.
Bunlar size ilham verecek,
kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır.
OLUMLU KALIN
Hep ağlamaklı,
durmdan şikayet eden
ve bıkıp usanmadan hata arayanları
kimse sevmez.
İnsanlar;
sevecen,her soruna çözüm bulan,
mümkün olan her şeyi yapan tipleri severler.
Dört yaşında bir çocuğun hikayesine şahit olmuştum.
Çok sevdiği arkadaşının eviyle birlikte
her şeyinin yandığını duyunca,
hemen odasına koşmuş,
çok sevdiği dinozorunu ve
üzerine örtmeden uyumadığı battaniyesini
bir sepete koymuştu.
"Arkadaşım gece bunlara sarılıp uyusun da korkmasın."
diye.
Bu dünyada hemen hemen her olumsuz için,
bir olumlu mutlak vardır.
Onu arayın.
ENDİŞEYİ BIRAKIN
Hoşunuza gitmeyen şeylerin oluşumunda,
tetiği yüzde doksan endişe çeker.
Bunu unutmayın.
Sorunlara tam cepheden inançla
ve ertelemeden saldırmaya cesaret ederseniz,
geri kalan yüzde on
size yardımcı olacaktır.
OLUMLU DEĞERLERE DAYALI KARARLAR ALIN
Yasa dışı,ahlak dışı yöntemlerel
para kazanmak mümkündür.
Ama untmayın,
dünyanın tüm parası,
kaybettiğiniz
"KENDİNE SAYGI"yı
geri getirmez.
İYİ YAŞAMI SEÇİN
Ailenize,komşularınıza,
içinde yaşadığınız topluma saygı gösterin.
Kendinizden çok,
başkalarının üzerinde yoğunlaşın.
Başkaları için bir şeyler yaptığınızda,
büyük bir tatmin
ve mutluluk duyduğunuzu göreceksiniz.
Başkaarına,
onlardan ne kadar hoşlandığınızı söylemek için
zaman ayırın.
Yaşlanmış aile büyüklerinizi ziyaret edip,
onları ne kadar sevdiğinizi söyleyin.
Çocuklarınızı sık sık kucaklayın.
Onlara dokunun.
Onlara hep sahip çıkın.
Onlara hep dikkat edin,şefkat gösterin.
Bir tebessümle,
yaşamınızı bir güneş ışığına döndürebilir,
bir sevgi dolu bakışla
bir başkasının gününü aydınlatabilirsiniz.
O zaman hayatınız öyle zenginleşir ki,
iyilikleri kendinize bir mıknatıs gibi
çekmeye başlarsınız.
OLUMLU DÜŞÜNCE GÜCÜ,
tüm yaşamınızı değiştirir.
GERÇEKTEN MUTLU OLMAK İSTİYORSANIZ,
MUTLAKA BİR BAŞKASINI MUTLU EDİN.
(kaynak:bilinmiyor)

Cumartesi, Şubat 16, 2008

İYİ GECELER



Akşam annemle babam televizyon seyrediyorlardı .
Annem, 'Geç oldu,'dedi, 'zaten yorgunum, ben yatıyorum.'
Annem kalktı, mutfağa gitti.
Çerez-meyve tabaklarını çalkaladı kaldırdı.
Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu,
demliğe çay koydu,şekerliğe baktı, dibinde az kalmış, üstüne ekledi.
Kahvaltı için buzluktan ekmek çıkardı,

akşam yemeği için çözülsün diye de eti aşağıya koydu.
Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın üstündekileri topladı.
Telefonu şarja koydu, telefon defterini kapatıp yerine koydu.
Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşırları çıkarıp astı ve
makineyi tekrar doldurdu.
Banyodaki çöp sepetini boşalttı.
Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin borusuna astı.
Bir gömlek ütüledi, kopuk düğmesini dikti.
Çiçekleri suladı.
Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu tuttu.
Çalışma masasının yanından geçerken durdu,
öğretmene tezkere yazdı, okul gezisi için para sayıp ayırdı,
eğildi, sandalyenin altına girmiş ders kitabını aldı,
masanın üstüne koydu.
Kek tarifleri defterini çıkardı,
arkadaşına söz verdiği tarifi bir kağıda yazdı,
çantasına koydu.
Bakkaldan alınacakları notetti, notu da çantasına koydu.
Sonra gitti,
3'ü 1 arada temizleme losyonuyla yüzünü yıkadı,
dişlerini fırçaladı.
Gece kremini ve kırışık önleyici nemlendiricisini sürdü.T
ırnaklarına baktı, törpüledi.
İçeriden 'sen yatmaya gitmemişmiydin?'
diye seslenen babama 'şimdi gidiyorum' deyip
köpeğin su kabını doldurdu.
Kapıları pencereleri kontrol etti, holdeki lambayı yaktı.
Kardeşimin odasına gitti, uyumuş, lambasını söndürdü,
bilgisayarını kapattı, gömleğini astı,
yerdeki kirli çorapları toplayıp sepete attı.
Bana geldi, 'haydi yat artık, biraz da yarın çalışırsın,'dedi.
Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün giyeceklerini hazırladı.
6 maddelik acil işler listesine 3 madde daha ekledi.
Kendi kendine iyi geceler diledi,
hayallerinin gerçekleştiğini gözünün önüne getirdi.
İşte o sırada babam televizyonu kapattı,
'ben yatıyorum' dedi ve gitti yattı.
Sizce bu işte bir gariplik yok mu?
Kadınların neden daha uzun yaşadığını merak etmiyor musunuz?
ÇÜNKÜ BİZİM YAPIMIZ UZUN ÇEKİŞLİ
(ve işimizi bitirmeden öyle çabuk çabuk ölemeyiz)!
(kaynak:internet)
(bence bu kadın gündüz oturmuş,
hiç bir iş yapmamış)

Perşembe, Şubat 14, 2008

SEVGİLİLER GÜNÜ


Sevgilisi olanın,olmayanın;
Olup da yok gibi olanın;
Yok da var gibi olanın;
Olmayıp çok isteyenin;
Oluyor da ne oluyor diyenin;
Olduğu için çok mutlu olanın;
Olmadığı için çok mutlu olanın;
Onsuz olamayanın;
Onunla hhiç olamıyanın;
Her şeye rağmen
yüreğinde her daim
aşka yer olanın;
O zaman kısacası herkesin
sevgililer günü kutlu olsun.
Sevgi hep sizinle olsun,
yüreğinizde aşka hep yer olsun.
Yüzünüzden gülücükler,
kalbinizden kelebekler
eksik olmasın.
(kaynak:bilinmiyor)
(aslında ben sevgililer gününe inanmıyorum,
ancak yazı çok hoşuma gitti,
belki bazılarının işine yarar.)

Salı, Şubat 12, 2008

HAYAT NASIL ANLATILMALI?



Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti,

"Eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor,

kendimi çok çaresiz hissediyorum" dedi.

Soru kolay,

yanıt zor;

akıl vermek basit,

uygulama karmaşıktı :

Annelik uzun zaman

günün yirmi dört saati,

ömür boyu sürecek,

adı

'insan yetiştirmek'

olan

uzun süreçli bir meslek,

içinde duyguları da besleyen…

Neye konsantre olursan

karşılığını alırsın hayatta!

İşine zaman harcarsan işinden,

mesela;

eşine zaman harcarsan eşinden,

çocuğuna zaman ayırırsan da ondan

karşılık alırsın.

“gözyaşlarını” tutmamasını ,

“acı çekmeden”

olgunlaşamayacağını...

“kıskanmamayı”

arkadaşlarının başarısından

“mutlu olmayı”,

birlikte sevinçleri içinden

“'neden ben değil de o”

demeden paylaşmayı

kazanmaktan mutluluk duyup

içine sindirmeyi,

ama kaybetmeyi de öğrenmesini

yaşanılan hayatın

bir adım sonrasında

“görünüşte galip”

olanları görecek

Her şeyin bir sonu olduğunu

Sahip olduğu değerlerin

gün gelip keyif vermeyeceğini

Kazanılan ve harcananın

sonu olduğunu,

zevk veren yerlerin

bıkkınlık verebileceğini

her şeyin bitebileceğini,

tükenmeyen tek şeyin bilgi olduğunu

Kitaplardan keyif almasını,

ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını,

ama okumayı

bundan haz almayı

kelimelerin büyüsünü

illede öğreteceksin.

bir gün alacaksın nasılsa…

mümkün olduğunca ertele bilgisayarı.

kendisi ile kalacağı zaman ver,

sıkılmayı

sıkıldığında

kendisiyle vakit geçirmeyi

kendiyle zenginleşmesini

mutlu olmayı öğrenmesini,

yoksa başkasıyla mutlu olamayacağını

başkasınıda zaten kendisini mutlu etmeyeceğini

öğretmelisin

Doğaya gitmeyi… birlikte,

korkmadan sevmeyi hayvanları

Arının sokmasından çok,

nasıl bal yaptığını

Doğanın içindeki gizemini

Araştırmayı

yağmur sonrasi

toprağın heran yarattığı canlara ait sıcacık

yağmurla bütünleşmesinin muhteşem kokusunu,

ve uzun kış gecelerinde

ateş yakmayı

ileriki zamanlarda

bir gece sevgilisine ateş yakıp

binlerce yıldızın altında

birbirlerine sarılması

için öğret,

Aşk acısı çekmenin

hiç aşık olmamaktan

daha güzel bir duygu olduğunu

“Kendi doğruları üzerinden”

kimsenin onu yargılamasına

izin vermemeyi

başkalarını da

“kendi doğruları”

üzerinden yargılamamayı...

Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil,

söylenenleri “kendi bilgi süzgecinden”

geçirmesi gerektiğini

Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini

Hayatı sorgulamayı

Bilginin en büyük güç olduğunu

Yapabilirse büyük fiyata satmasını,

ama “kalbini ve ruhunu” kendisine saklaması

Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini

haklıyken dik durmanın erdemini de

Günün birinde yaptıkları değil

yapmadıkları için pişman olabileceğini

keşkelerin nafileliğini söyle.

Basit yaşarken

mutlu olunacağını

çay içmekten keyif almayı mesela...

"hayır" demeyi,

istediğinde ise "evet" demeyi,

"seni seviyorum" diyebilmeyi

Kot ve tişörtle

Üniversiteye gitmeyi

ve mis gibi kokmayı...

Sorgusuz

Yargısız

sevmeyi...

Kendisinin yargıcı

Başkalarının hakimi olmayı

Lafı gevelememeyi

Sevdiklerinin

“çantada keklik “ olmadığını,

“dostluğa yatırım” yapmayı

“kıymetini bilmeyenler” den

uzaklaşmasını öğret ona.

Müziğin insanlaştırdığını,

Sanatın her şeyin başlangıcı olduğunu

İşlerin hiçbir zaman bitmediğini

en yoğun anlarda bile

kendine vakit ayırmayı

yaşat

Ama en çok da kendini sevmesini ...

Kendisini sevmeyenin başkasını sevemeyeceğini

Kendini sevmenin “narsizm” olmadığını

Herkesi kendine boyun eğdirmek !

Başkalarını yönetmek olmadığını !

Öğret

Başkalarını sevmezsen

sevilmeyeceğini...

Kendine çiçek almazsa

kimseden çiçek beklememesi

gerektiğini...

Kendine özenli sofralar kurmazsa

kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...

Hayatta kendisi kadar

herkesin değerli olduğunu

Başkalarıyla ilişkilerimizde gerçek değerlerimizin

ortaya çıktığının

erdemlerini

Öğret ona

Yoksa zaten

hayat öğretiyor !

hemde dayatarak…

Pazartesi, Şubat 11, 2008

KAYBEDİLENLER


Bir gün insan virgülü kaybetti.
O zaman cümlelerden korkar oldu
ve
basit ifadeler kullanmaya başladı.
Cümleleri basitleşince düşünceleri de basitleşti.
Bir başka gün ise ünlem işaretini kaybetti.
Alçak bir sesle
ve
ses tonunu değiştirmeden
konuşmaya başladı.
Artık ne bir eşye kızıyor
ne de bir şeye seviniyordu.
Üstelik hiçbir şey
onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.
Bir süre sonra soru işaretini kaybetti.
Artık soru sormaz oldu.
Hiçbir şey ama hiçbir şey
onu ilgilendirmiyordu.
Ne kainat,
ne dünya,
ne de kendisi umurundaydı.
Artık davranış sebeplerini
başkalarına açıklamaktan vazgeçti.
Ömrünün sonuna doğru
elinde yalnız tırnak işareti kalmıştı.
Kendisine ait
tek bir düşünce bile yoktu.
Yalnız başkalarının düşüncelerini
tekrarlıyordu.
Son noktaya geldiğinde
düşünmeyi,konuşmayı
UNUTMUŞ
vaziyetteydi.
(kaynak:dergi
altın ivme
nisan 2006)
(teşekkürler)

Pazar, Şubat 10, 2008

VİCDAN ÜZERİNE BİR YAZI


BİR ÖĞRENCİNİN
KENDİ KENDİSİYLE KONUŞMALARI
Pazar günü sabah uyanıyorum.
Pazartesi günü için
yetiştirmem gereken ödevler
ve girmem gereken bir yazılı sınavım var.
İçimden şöyle diyorum:
"Önce kahvaltı yapayım,
sonra oturup çalışmaya başlarım.
"Kahvaltım bitiyor;
güne hazırım.
Şimdi de içimden bir ses:
"Biraz televizyon izle,
güzel bir kovboy filmi var,
sonra oturur çalışırsın."diyor.
İçimdeki sesi dinliyorum;
filmi izliyorum.
Film bitince oturup başlayacaktım,
ama içimdeki ses:
"Dışarı çık biraz dolaş,
biraz hava alırsın,
birkaç arkadaşınla görüş iyice açılırsın
sonra da gelip güzel güzel dersini çalışırsın."
diyor.
Ben de dışarı çıkıyorum,
şöyle birkaç saat dolaşıyorum,rahatlıyorum.
Eve döndüğümde yine aynı ses:
"Biraz bilgisayar oyna,
sonra kahve içersin sabaha kadar oturup çalışırsın,
sabaha kadar daha çok zamanın var."diyor.
Ben de öyle yapıyorum,
bilgisayarın başından kalktığımda saat on iki,
sabaha çok az kaldı
bu saatten sonra oturup ders de çalışamam,
ama çalışmadığım için rahat rahat uyuyamam da.
İçimdeki sesin oyununa geldim,
bile bile lades dedim.
Her seferinde böyle oluyor:
"Düşünüyorum ama yapmıyorum."
erteliyorum.
Aslında şunu fark ettim ki içimde iki ses var;
biri hep ertelememe neden olan ses,
öteki her ertelediğimde
yanlış bir şey yaptığımı bana bildiren ses.
Bundan böyle
yanlış bir şeyi yaptığımı
bana bildiren sese kulak vermeliyim,
yoksa çok geç kalacağım.
Beni huzursuz eden de
huzurlu kılan da kendi kararlarım.
Kararlarımı huzurlu,
uyumlu birey olma yönünde vereceğim.
Kendimle barışık kalabilmek için
beni boşluğa,çaresizliğe iten sese değil,
sabırla etkinlikte bulunmaya iten
sese kulak vermem gerek.
Başarısızlık,kaderim olmayacak,
çünkü ben kendimi şu anda olduğumdan
başka türlü var edebilecek güce,
yeteneğe sahip biriyim.
"Yapmayı düşünmek"
ile
"Yapmak"
arasındaki farkı biliyorum,
vicdanımı rahatsız eden de bu zaten,
bu yüzden artık yapacağım.
"Yapıyorum,öyleyse varım."
(BARIŞ KÖKSOY)
(felsefe öğretmeni)
(teşekkürler)

Cuma, Şubat 08, 2008

ÖĞRENMEK


Yaş 5
Anne babamın birbirlerine bağırmalarının
beni ne kadar korkuttuğunu öğrendim.
Yaş 7
Meşrubat içerken gülersem
içtiğimin burnumdan geleceğini öğrendim.
Yaş 12
Bir şeyin değerini anlamanın
en iyi yolunun
bir süre ondan yoksun kalmak olduğunu öğrendim.
Yaş 13
Annemle babamın el ele tutuşmalarının
ve öpüşmelerinin
beni daima mutlu ettiğini öğrendim.
Yaş 15
Bazen hayvanların
kalbimi
insanlardan daha fazla işittiğini öğrendim.
Yaş 18
İlk gençlik yıllarımın
keder,şaşkınlık,ıstırap ve aşktan
ibaret olduğunu öğrendim.
Yaş 24
Aşkın kalbimi kırabileceğini
ama
buna değer olduğunu öğrendim.
Yaş 33
Bir arkadaşı kaybetmenin en kestirme yolunun
ona ödünç para vermek olduğunu öğrendim.
Yaş 36
Önemli olanın
başkalarının benim için ne düşündükleri değil,
benim kendi hakkımda
ne düşündüğüm olduğunu öğrendim.
Yaş 38
Eşimin beni hala sevdiğini,
tabakta iki elma kaldığında
küçüğünü almasından anlayabileceğimi öğrendim.
Yaş 41
Bir insanın kendine olan güveninin,
başarısını büyük oranda belirlediğini öğrendim.
Yaş 44
Annemin beni görmekten,
her seferinde sonsuz mutluluk duyduğunu öğrendim.
Yaş 46
Yalnızca minik bir kart göndererek bile
birinin gönlünü aydınlatabileceğimi öğrendim.
Yaş 49
Herhangibir işi yaptığımdan
daha iyi yapmaya çalıştığımda,
o işin yaratıcılığa dönüştüğünü öğrendim.
Yaş 50
Sevgi,
evde üretilmemişse,
başka yerde öğrenmenin
çok güç olabileceğini öğrendim.
Yaş 53
İnsanların bana izin verdiğim biçimde
davrandıklarını öğrendim.
Yaş 55
Küçük kararları aklımla,
büyük kararları ise
kalbimle almam gerektiğini öğrendim.
Yaş 64
Mutluluğun parfüm gibi olduğunu,
kendime bulaştırmadan
başkalarına veremiyeceğimi öğrendim.
Yaş 70
İyi kalpli ve sevecen olmanın,
mükemmel ılmaktan daha iyi
olduğunu öğrendim.
Yaş 82
Sancılar içinde kıvransam bile
başkalarına baş ağrısı olmamam gerektiğini öğrendim.
Yaş 90
Kiminle evleneceğin kararının
hayatının verilen en önemli karar olduğunu öğrendim.
Yaş 95
Öğrenmem gereken
daha pek çok şeyler olduğunu öğrendim.
DÜN SABAHA KARŞI KENDİMLE KONUŞTUM
BEN HEP KENDİME ÇIKAN BİR YOKUŞTUM
YOKUŞUN BAŞINDA BİR DÜŞMAN VARDI
ONU VURMAYA GİTTİM,KENDİMLE VURUŞTUM
(ÖZDEMİR ASAF)
(teşekkürler)


Perşembe, Şubat 07, 2008

DIŞ GÖRÜNÜŞ


Kaba saba;
soluk,yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift,
Boston treninden inip
utangaç bir tavırla
rektörün bürosundan içeri girer girmez,
sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti..
Öyle ya,
bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların
Harward gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?
Adam yavaşça
rektörü görmek istediklerini söyledi.
İşte bu imkansızdı.
Rektörün,
o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu.
Yaşlı kadın çekingen bir tavırla,
"Bekleriz."diye mırıldandı..
Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi.
Sekreter sesini çıkarmadan
masasına döndü.
Saatler geçti,yaşlı çift pes etmedi.
Sonunda sekreter dayanamayarak
yerinden kalktı.
"Sadece birkaç dakika görüşseniz.
Yoksa gidecekleri yok."
diyerek rektörü iknaya çalıştı.
Anlaşılan çare yoktu.
Genç rektör isteksiz bir biçimde kapıyı açtı.
Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı.
Zaten taşralılardan,
kaba saba köylülerden nefret ederdi.
Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek!..
Olacak şey miydi bu?
Suratı asılmış,sinirleri gerilmişti.
Yaşlı kadın hemen söze başladı.
Harward'da okuyan oğullarını
bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi.
Oğulları burada öyle mutlu olmuştu ki,
onun anısına okul sınırları içinde bir yere,
bir anıt dikmek istiyorlardı.
Rektör
bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine
öfkelendi.
"Madam"dedi
sert bir sesle,
"Biz Harward'da okuyan
ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak,
burası mezrlığa döner.."
"Hayır,hayır"
diyerek haykırdı yaşlı kadın.
"Anıt değil..
Belki Harward'a bir bina yaptırabiliriz."
Rektör,
yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak,
"Bina mı?"diyerek tekrarladı,
"Siz binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz?
Sadece son yaptığımız bölüm
yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı.."
Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu.
Artık bu ihtiyar bunaktan kurtulabilirdi.
Yaşlı kadın sessizce kocasına döndü.
"Üniversite inşaatına başlamak için gereken para
bu muymuş?
Peki,
biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz
o halde?"
Rektörün yüzü karmakarışıktı.
Yaşlı adam başıyla onayladı.
Bay ve bayan Lelanda Stanford
dışarı çıktılar.
Doğu Californa'ya,
Palo Alto'ya geldiler.
Ve Harward'ın artık umursamadığı oğulları için
onun adını ebediyen yaşatacak
üniversiteyi kurdular.
Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini..
STANFORD'u..
İNSANLARI
DIŞ GÖRÜNÜŞLERİYLE DEĞERLENDİRME,
BEĞENMEDİKLERİMİZİ KÜÇÜMSEME
YANLIŞINI ÇOĞUMUZ YAPMIYOR MUYUZ?
İNSANLARA,
İNSAN OLDUKALRI İÇİN,
İNSAN GİBİ DAVRANMAK
HEPİMİZİN
İNSANLIK GÖREVİ OLMALIDIR.
kaynak:internet
(her kim yazdıysa
teşekkürler)

Salı, Şubat 05, 2008

İNSAN


5 yaşına gelmeden anlıyor;
açlığın öldürdüğünü,
soğuğun dondurduğunu,
ateşin yaktığını..
Sevgisizliğin insanın canını acıttığını..
Duyguları,nesneleri,kişileri,
çevresini tanıyor.
Her şey ona çok büyük görünüyor;
ev,masa,anne,baba..
10'una gelmeden
oyunla,sayılarla,harflerle tanışıyor.
Azgın bir iştahla öğreniyor.
Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor.
Dünyanın
evde,okulda
kendisine anlatılandan da
büyük olduğunun farkına varıyor.
15'inde tam da en çok kendini sevdireceği çağda,
sivilcelenen yüzünden,
değişen bedeninden utanırken
aşkı keşfediyor.
Dış dünya kadar
iç dünyanın da büyük salonları
ve kendisinin bile bilmediği odaları olduğunu,
açıldıkça o odalardan devasa bahçelere çıkıldığını
hissediyor,büyüleniyor.
Şarkıların içinde sevdalar gezdirdiğini,
şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor.
Aşk acısını öğreniyor.
Yine de seviyor;
ille seviyor;
inadına seviyor.
20'sinde putlarını yıkıyor,
başkaldırıyor,kanatlanıyor.
Her şey ona küçük görünüyor;
ev,masa,anne,baba..
"Dünya küçükmüş;büyük olan benim."
efelenmelri başlıyor.
Lakin dünya bunu bilmiyor.
O yüzden 20'ler çoğu zaman
hayal kırıklıklarıyla geliyor.
25'inde ayaklar biraz yere değiyor.
Okul bitiyor,iş telaşı başlıyor.
Sınıfta öğrenilenlerin akı,
sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp grileşiyor.
Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak,
sevdiğini bulanlarsa
kalbinden vurularak evleniyor genelde..
5 yıl önce uzak bir ülke olan"istikbal"
daha yakına geliyor.
"Bir denizde yangın çıkarma"
hayali erteleniyor.
"Dünya zor"laşıyor.
30'unda muhasebeye başlıyor insan.
"Dünya hala beni tanımadı,
üstelik ben de dünyayı tam tanımıyorum."
dönemi..
Mevcut bilgilerin sorgu yeri..
Kuşkunun beyliği..
Tehlikeli yaşlar:
"Bunun nesine hayran oldum ki ben"
pişmanlıkları,
"Hakkımı yediler."sızlanmaları,
sırta saplanan hançerler,çelmeler,
dost kazıkları,
ağır ağır olgunlaştırıyor insanı..
35 yolun yarısı.
Hiç okul asmadan,evden kaçmadan,
bir terasta sevdiğiyle öpüşüp
bir çadırda uyanmadan 20'sine gelenler için
gecikmiş telafi çağları..
Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların
sözüne yeniden kulak kabartılan yaşlar..
Olgunluğun karasuları..
40'ında eski kotlar dar gelmeye,
saçlara ak düşmeye,
aile büyükleri yaşlanıp ölmeye başladığında
bocalıyor insan..
Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor,
erkekleri araba galerilerine;
ve ikisini birden
yeni sevda hayallerine..
Yiten gençliğe,
boyalı saçlarla,
içe çekilen karınlarla,kırmızı arabalarla
çare aranıyor..
45'inde
"İstikbal"
denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan..
Hem ölüm yarınmış gibi,
hem hiç ölmeyecekmiş gibi
yaşamasını öğreniyor.
Eski dostlar,hatıralar kıymete biniyor.
Didişmenin yerini sükunet,
böbürlenmenin yerini nedamet,
kinin yerini merhamet alıyor.
"Keşke"ler
"iyi ki"lerle,
hırslar hazlarla yer değiştiriyor.
Bu dünyayı silkelemekten,
daha iyi bir dünya için kavga vermekten
vazgeçmeseniz de,
öbür dünya umudunu da kulak kabartıyorsunuz,
ara sıra..
Genellenemez tabii;
bunlar benim yaşlarım..
Sonrasını bilmiyorum henüz,
öğrendikçe yazarım..
yazan:
CAN DÜNDAR
(teşekkürler)