Salı, Şubat 05, 2008

İNSAN


5 yaşına gelmeden anlıyor;
açlığın öldürdüğünü,
soğuğun dondurduğunu,
ateşin yaktığını..
Sevgisizliğin insanın canını acıttığını..
Duyguları,nesneleri,kişileri,
çevresini tanıyor.
Her şey ona çok büyük görünüyor;
ev,masa,anne,baba..
10'una gelmeden
oyunla,sayılarla,harflerle tanışıyor.
Azgın bir iştahla öğreniyor.
Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor.
Dünyanın
evde,okulda
kendisine anlatılandan da
büyük olduğunun farkına varıyor.
15'inde tam da en çok kendini sevdireceği çağda,
sivilcelenen yüzünden,
değişen bedeninden utanırken
aşkı keşfediyor.
Dış dünya kadar
iç dünyanın da büyük salonları
ve kendisinin bile bilmediği odaları olduğunu,
açıldıkça o odalardan devasa bahçelere çıkıldığını
hissediyor,büyüleniyor.
Şarkıların içinde sevdalar gezdirdiğini,
şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor.
Aşk acısını öğreniyor.
Yine de seviyor;
ille seviyor;
inadına seviyor.
20'sinde putlarını yıkıyor,
başkaldırıyor,kanatlanıyor.
Her şey ona küçük görünüyor;
ev,masa,anne,baba..
"Dünya küçükmüş;büyük olan benim."
efelenmelri başlıyor.
Lakin dünya bunu bilmiyor.
O yüzden 20'ler çoğu zaman
hayal kırıklıklarıyla geliyor.
25'inde ayaklar biraz yere değiyor.
Okul bitiyor,iş telaşı başlıyor.
Sınıfta öğrenilenlerin akı,
sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp grileşiyor.
Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak,
sevdiğini bulanlarsa
kalbinden vurularak evleniyor genelde..
5 yıl önce uzak bir ülke olan"istikbal"
daha yakına geliyor.
"Bir denizde yangın çıkarma"
hayali erteleniyor.
"Dünya zor"laşıyor.
30'unda muhasebeye başlıyor insan.
"Dünya hala beni tanımadı,
üstelik ben de dünyayı tam tanımıyorum."
dönemi..
Mevcut bilgilerin sorgu yeri..
Kuşkunun beyliği..
Tehlikeli yaşlar:
"Bunun nesine hayran oldum ki ben"
pişmanlıkları,
"Hakkımı yediler."sızlanmaları,
sırta saplanan hançerler,çelmeler,
dost kazıkları,
ağır ağır olgunlaştırıyor insanı..
35 yolun yarısı.
Hiç okul asmadan,evden kaçmadan,
bir terasta sevdiğiyle öpüşüp
bir çadırda uyanmadan 20'sine gelenler için
gecikmiş telafi çağları..
Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların
sözüne yeniden kulak kabartılan yaşlar..
Olgunluğun karasuları..
40'ında eski kotlar dar gelmeye,
saçlara ak düşmeye,
aile büyükleri yaşlanıp ölmeye başladığında
bocalıyor insan..
Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor,
erkekleri araba galerilerine;
ve ikisini birden
yeni sevda hayallerine..
Yiten gençliğe,
boyalı saçlarla,
içe çekilen karınlarla,kırmızı arabalarla
çare aranıyor..
45'inde
"İstikbal"
denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan..
Hem ölüm yarınmış gibi,
hem hiç ölmeyecekmiş gibi
yaşamasını öğreniyor.
Eski dostlar,hatıralar kıymete biniyor.
Didişmenin yerini sükunet,
böbürlenmenin yerini nedamet,
kinin yerini merhamet alıyor.
"Keşke"ler
"iyi ki"lerle,
hırslar hazlarla yer değiştiriyor.
Bu dünyayı silkelemekten,
daha iyi bir dünya için kavga vermekten
vazgeçmeseniz de,
öbür dünya umudunu da kulak kabartıyorsunuz,
ara sıra..
Genellenemez tabii;
bunlar benim yaşlarım..
Sonrasını bilmiyorum henüz,
öğrendikçe yazarım..
yazan:
CAN DÜNDAR
(teşekkürler)


Hiç yorum yok: