Pazar, Aralık 30, 2007

BAYRAM


Zamanla anlıyor insan :
3-4 güne sıkışmış bir tatilden öte bir şey bayram....
Nefes almak bayramdır mesela;
günün birinde soluksuz kalınca anlar insan....
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir;
sevmeninkini yalnızlık....
Sızlamayan her organ,
hele de burun direği bayramdır....
Bayramdır elden ayaktan düşmemek,
zihinden önce bedeni kaybetmemek,
kurda kuşa yem olmayıp....
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır....
Küsken barşmak,
ayrıyken kavuşmak,
suskunken konuşmak bayramdır....
Bir kitabı bitirmek,
bir binayı bitirmek,bir okulu bitirmek,
kabuslu bir rüyayı,
kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır....
Yoğun bakımda sancılı geceyi
ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle....
Vuslat da bayramdır öte yandan....
Endişe içinde beklediğinden mektup almak,
telefonda ansızın sesini duymak,
deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır....
En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek,
korktuğunda güvendiğine sarılabilmek,
dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır....
Bir sürpriz paketinden çıkan hediye,
tatlı bie şekerlemede üstüne serilen battaniye,
saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır....
"Ona güvenmiştim,yanılmamışım."sözü bayramdır....
Hiç aldatmamış,
aldanmamış olmak bayram....
Yeni bir sözcük öğrenmek,
bir tünelin sonuna gelmek,
müzmin bir işin kapısını çarpıp
uzun bir yola çıkıvermek bayramdır....
Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek,
gereğinde haksızlığın üstüne
yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır....
Yeni eve asılan basma perdeler,
alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler,
yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır....
Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi,
akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi,
sevdalı bir elin tende gezmesi,
nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır....
Sonrasında gelen ilk diş bayramdır,
ilk söz bayram,
ilk adım,
ilk yazı,
ilk karne bayram....
Güne gülümseyerek başlamak bayramdır....
"İyi ki varsın yanımdasın."bayram,
"Her şeyi sana borçluyum."bayram....
"Hiç pişman değilim."bayram.....
Evlatların mürüvvetini görebilmek,
eve dolu bir torbayla gidebilmek,
konu komşuyla yarenlik edebilmek,
akşamları eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır....
Zamanı dolduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek,
altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek,
yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır....
Alnı açık yaşlanmak bayramdır;
ulu bir ÇINAR gibi ayakta ölebilmek bayram....
Bunların kadrini bilirseniz,
kıymet bilmeyi öğrenirseniz
her gününüz bayram olur....
Meraklanmayın,
öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik
bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır....
HER GÜNÜNÜZ BAYRAM OLSUN!!!!
CAN DÜNDAR
(teşekkürler)

Perşembe, Aralık 27, 2007

ÇAYİNG


İlk kez yurt dışına çıkan saf bir kişi,
İngiltere'ye gitmek,
orayı gezmek istiyordu.
İngilizce bilmediği için
İngilizler'le nasıl anlaşacağını bir arkadaşına sordu.
Arkadaşı ona kolay uygulayabileceği bir yöntem önerdi.
"Söyleyeceğin her cümlenin sonuna
bir 'ing'koy,
onlar senin ne demek istediğini hemen anlarlar."dedi.
Saf kişi sonunda İngiltere'ye gitti
ve otelde garsondan bir çay getirmesini istedi:
"Lütfening banaing biring çaying getirebiling?"dedi.
Garson onun çay istediğini hemen anladı
ve biraz sonra çay getirdi.
İsteği anlaşılan
ve hemen yerine getirilen adam
büyük keyif ve bilgiçlikle garsona teşekkür etti.
"Sizeng çoking teşekküring ediyoring."dedi.
Garsonun"Bir şey değil"anlamında gülümsemeyle
karşılık verdiğini görünce de,
işi biraz da sohbete dönüştürmeyi denedi.
"Baking,bening neing güzeling İngilizce konuşuyoring,
değil ming?"dedi.
Garson gülmesini daha fazla engelleyemedi:
"Eğering bening Türk olmayaying,
sening zoring içerding buing çaying."
biraz da gülelim dedim
kaynak:bütün dünya dergisi

Salı, Aralık 25, 2007

SEVMEK


Eğer birini seviyorsan
O'nu serbest b
ı
rak...
D
ö
nerse senindir;
D
ö
nmezse zaten hiç senin olmamıştır...

(Karamsar)
Eğer birini seviyorsan
O'nu serbest b
ı
rak...
Dönerse senindir;
Zaten dönmeyece
ğ
i de kesindir.

(İyimser)
Eğer birini seviyorsan
O'nu serbest b
ı
rak...
Üzülme, dönecektir!...

(Aldırmaz)
Eğer birini seviyorsan
O'nu serbest b
ı
rak...
Bi müddet bekle.
D
ö
nmezse unut gitsin..

(Şüpheci)
Eğer birini seviyorsan
O'nu serbest b
ı
rak...
D
ö
nerse bu işte bi bit yenigi var demektir..

(Greenpeace)
Eğer birini seviyorsan
O'nu serbest b
ı
rak...
Asl
ı
na bakarsan tüm canlılar hür olmalıdır..

(Biyolog)
Eğer birini seviyorsan
O'nu serbest b
ı
rak ki
Evrimini tamamlamas
ı
mümkün olsun..

(İstatistikçi)
Eğer birini seviyorsan
O'nu serbest b
ı
rak...
Seviyorsa d
ö
nme ihtimali çok yüksektir..
Sevmiyorsa zaten korelasyon yoktur..

(Aşırı sahiplenici tip)
Eğer birini seviyorsan
O'nu kesinlikle serbest b
ı
rakma...

(Psikolog)

Eğer birini seviyorsan
O'nu serbest b
ı
rak...
D
ö
nerse kendine güveniyor demektir..
D
ö
nmezse süperegosu baskın demektir..
Gitmiyorsa manyak demektir..

(Mali eksper)
Eğer birini seviyorsan
O'nu serbest b
ı
rak...
D
ö
nerse borç almaya devam edebilirsin
D
ö
nmezse ara ve borçlarının üstüne yattıgını söyle..

(Bencil)
Eğer birini seviyorsan
Kendini serbest b
ı
rak..
Niye diye sorarsa:
"Seni hi
ç
alakadar etmez" de.

(Muzip)
E
ğ
er birini seviyorsan
O'nu serbest b
ı
rak...
Dönerse bi daha serbest bırak.
Gene dönerse gene bırak...

kaynak:maillerim

Pazartesi, Aralık 24, 2007

HER ŞEYİNİZ YETERLİ OLSUN


Geçtiğimiz günlerde,
havaalanında bir baba ile kızının
son dakikalarda geçen konuşmasına kulak misafiri oldum..
Kızın bineceği uçağın kalkmak üzere olduğu
anons edilmişti.
Güvenlik kapısının yanında duruyorlardı.
Birbirlerine sarıldılar ve baba
"Seni seviyorum,
her şey yeterli olsun," dedi.
Kız:
"Baba,birlikte geçirdiğimiz günler
gereğinden fazla güzeldi.
Sevgin, ihtiyacım olan tek şey.
Ben de senin için
her şeyin yeterli olmasını diliyorum,baba."
diye karşılık verdi.
Birbirlerini öptüler ve kız ayrıldı.
Baba,
yanında oturduğum pencereye doğru yürüdü.
Ayakta dururken ağlamak istediğini
ve buna ihtiyacı olduğunu görebiliyordum.
Özel konulara girmemeye çalıştım; ama
"Birine,
sonsuza kadar ayrı kalacağınızı bile bile
hosça kal dediniz mi hiç?"
diye sorarak adeta beni sohbete davet etti.
"Evet." diye yanıtladim.
Bunu söylemek,
beni anılara,
benim için yaptıklarından ötürü babama duyduğum sevgiyi
ve minneti ifade etmeye çalıştığım anlara götürdü.
Zamanının sınırlı olduğunu bildiğimden,
benim için ne kadar önemli olduğunu
yüzüne söylemek için özel zaman ayırmıştım.
Dolayısıyla, bu adamın neler hissettiğini anlıyordum.
"Sorduğum için bağışlayın;
ama neden bu sonsuza kadar sürecek bir veda?"
diye sordum.
"Ben yaşlıyım;
o da çok uzakta yaşıyor.
Önümde bazı ciddi mücadeleler var.
Gerçek şu ki,
onun buraya bir sonraki gelişi cenazem için olacak."
dedi.
"Veda ederken
'Her şey yeterli olsun' dediğinizi duydum.
Bunun ne anlama geldiğini sorabilir miyim?"
Gülümsemeye başladı:
"Eski nesillerden kalma bir dilek.
Annem ve babam,
bunu herkese söylerlerdi.
Bir an duraksadı;
sanki daha detaylı olarak hatırlamak istermiş gibi baktı;
kocaman gülümsedi:
"'Her şey yeterli olsun' dediğimizde,
karşımızdaki kişinin,
onu ayakta tutmaya yetecek kadar
güzelliklerle dolu bir yaşam sürmesini dileriz."
diye devam etti
ve bana dönerek şu dizeleri ezbere okudu:
"Aydınlık bir bakış açısına
sahip olmana yetecek kadar güneş diliyorum.
Güneşi daha çok sevmene yetecek kadar yağmur diliyorum.
Ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar mutluluk diliyorum.
Yaşamdaki en küçük zevklerin,
daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.
İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum.
Sahip olduğun her şeyi
takdir etmene yetecek kadar kayıp diliyorum.
Son 'Elveda' yı atlatmana yetecek kadar
'Merhaba' diliyorum."
Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı
ve yürüdü gitti.
Her şeyiniz yeterli olsun.
"Ya ümitsizsinizdir ya da ümit sizsinizdir.
Ya çaresizsinizdir ya da çare sizsinizdir."
kaynak:bilinmiyor


Pazar, Aralık 23, 2007

İŞSİZİN BİRİ


İşsizin biri,
temizlik işleri için
Microsoft'a başvurur.
İnsan Kaynakları,
bir öngörüşmenin ardından
test(yeri temizlemek)yaparlar
ve "İşe alındın,e-mail adresini ver,
sana başvuru formunu göndereyim,aynı zamanda,
işe başlayamak için geleceğin günü bildiririm."der.
Adam çaresiz,
bilgisayarının ve dolayısı ile e-mail adresinin olmadığını söyler.
İnsan Kaynaklarından,
onun adına üzüldüklerini,
fakat e-mail'i yoksa,
kendisinin de varolmadığını
ve kendisi de olmadığı için
işe alınamayacağını söylerler.
Adam umutsuzca,ne yapacağını bilmeden,
cebinde sadece 10dolar ile çıkar.
Ve bir markete girerek 10 kiloluk bir kasa domates alır.
Kapı kapı dolaşarak
2 saat içerisinde sermayesini ikiye katlar.
İşlemi birkaç kez daha tekrar eder
ve akşam eve döndüğünde 60 doları vardır.
Ve bu şekilde yaşayabileceğini anlar.
Her sabah erkenden evinden çıkar
ve akşam geç saatlere kadar çalışır
ve her gün parasını üçe,dörde katlar.
Az bir zaman sonra,
bir el arabası alır,
bunu bir kamyonla değiştirir
ve bir süre sonra
artık birçok araçtan oluşan bir nakliye şirketi sahibidir.
5 sene geçer,
adamımız Birleşik Devletlerinin
en büyük nakliye şirketlerinden bir tanesinin sahibidir artık.
Artık ailesini ve geleceğini düşünmektedir
ve hayat sigortası yaptırmaya karar verir.
Bir sigorta şirketini arar,
kendine uygun bir plan seçer
ve konuşma biterken,
sigortacı,
teklifi gönderebilmek için adamın e-mail adresini ister.
Adam e-mail'inin olmadığını söyler.
"Şaşırtıcı"der sigortacı,
"e-mail'iniz yok
ve bu hanedanlığı kurabildiniz,
düşünün,ya bir de e-mail adresiniz olsaydı."
Adam düşünür ve şu cevabı verir:
"Microsoft'ta temizlikçi olurdum!"
Bu hikayeden alınacak dersler:
1-İnternet,hayatın çözümü değildir.
2-Eğer Microsoft'ta temizlikçi olmak istiyorsanız,
e-mail adresi edinin.
3-Eğer e-mail'iniz yoksa ve çok çalışıyorsanız,
zengin olabilirsiniz.
4-Eğer bu hikayeyi e-mail vasıtası ile aldıysanız,
temizlikçi olma şansınız,
milyoner olma şansınızdan daha fazla.
5-Başka bir ders te kendiniz çıkarın
kaynak:maillerim

Cuma, Aralık 21, 2007

EĞİTİM,YAŞAMA SEVİNCİNİN ADIDIR


En önemli,en ince,en karmaşık,en pahalı,en bulanık....
En kutsal sorunumuz,eğitim!
Üstelik,
beklentiler de değişen dünya görüşleri doğrultusunda,
bir hayli değişmiş görünüyor.
Farkında mısınız;
eğitim,öğrenciyi belli sınavlara hazırlamak,
ona belli diplomalar kazandırmak
ve sonuçta bir kazanç kapısı açabilmek mücadelesi
biçiminde algılanır oldu kimilerince.
Bu anlayışta,
köşeyi dönmek gibi
ağzımıza almaktan bile utandığımız bir çıkarcılığın gölgesinin buluruz.
Kim bilir?
Bizce öyle değil....
Eğitim bu değildir ve olmamalıdır.
*Eğitim,
kişiyi sevgi,saygı ve güven ortamında,
öğrenebilmek gücüyle donatmaktır.
*Kişiye özgüven kazandırmaktır.
*Kendisini ve çevresindekileri sevmeyi öğretebilmektir.
*Toplumuna ve insanlığa
kendi emeğini sunabilecek gücü ve yeterliği,
kişiye kazandırabilmektir.
*İnsanı,yaşama sevinciyle
ve o sevinci başkalarına da yansıtabilme isteğinin coşkusuyla
donatabilmektir.
*İnsanın beyni ve yüreğine birlikte eğilmek
gibi bir ince hünerin adıdır eğitim.
Bu anlayışın ürünü olursa insan,sınavlar zaten kazanılır;
okullar zaten bitirilir;
diplomalar zaten kazanılır;
kazanç kapıları zaten açılır!
Artanı da yaşama sevincidir!
Alnı ak olma gururudur!
Ve bunlar bizce hala çok önemlidir.
Bilirsiniz ki dünyanın her yerinde
fizik aynı fiziktir,
kimya aynı kimyadır,
matematik,coğrafya....aynıdır.
İlkeleri de,
doğruları da,
sorularının doğru yanıtları da aynıdır.
Bilirsiniz ki öğretim,
bir çatı altında,
sınıf adlı ortamlarda,
tahta başında;
kitap,kalem,defter,tebeşir....
gibi araçlar kullanılarak gerçekleştirilir.
Öğretim kurumunun adı okul,
dersane,kurs vb. olsa da
bu klasik öğeler vazgeçilemezlerimizdir.
Elbette gelişen teknolojiyle birlikte
bilgisayarlar,videolar,slaytlar....
ekleniyor araçlara.
Sınavlar hep olmuş,
okullar hep olmuş çeşit çeşit adlarda
ve diplomalar,umutlar,kayıplar,kazançlar....
hep olmuş,olacak da.
İki öğe değişmeyecek eğitimde:
Öğrenci ve öğretmen!
Ve onların
beyniyle yüreği arasında olup biten bir maceradır eğitim.
kaynak:erolaltaca dersanesi

Salı, Aralık 18, 2007

............................


Tanımasam bile üzülürüm
Yitirilmiş ümitlere....
Hiç gerçekleşmeyecek ideallere....
Yaşanmamış sevgilere,üzülürüm.
Bu yüzden korkarım yaşamı ertelemekten.
Ne yapılması,ne söylenmesi gerekiyorsa
Söylenmeli,yapılmalı.
Seviyorsanız sevdiğinizi bugün söyleyin.
Sevdiğinizi bugün yaşayın
İşnizde yapılacak ne varsa,bir an önce yapın.
Yarın çok geç olabilir
Bir anda bitebilir her şey,
Yaşamak için acele edin bence.
Kısa yaşamışlıklar,yaşamamışlıklardan daha iyidir.
Geriye dönüp baktığınızda"keşkeler"çoğunlukta olmasın.
Uzun vadeli hedefler için bile bugünden
harekete geçmeli,
Yarınlar çok uzakta olabilir.
Daha okulda başlamıyor muyuz ertelemeye yaşamı?
İlk hedef kolej,sonra üniversite.
Hep yarına yatırım,bugünü sonra,
Yaşamamışcasına.
Evleneyim sonra....
Çocuklar büyüsün sonra....
Emekli olayım sonra....
Sonra....
Sonra....
Sonra....
Bir sürecin başında,
ortasında yaşam her an sona erebilir.
Sonrası olmayabilir.
Fedakarlıklar güzel ama,
Unutmayalım(herkes kendi hayatını yaşar)
TAYFUN TALİPOĞLU
teşekkürler Tayfun Talipoğlu

Pazartesi, Aralık 17, 2007

SEVGİ'yi yükleyen program


Müşteri: Çok fazla teknik bilgim yok.
SEVGİ yüklemek için ne yapmam gerekiyor?
Yetkili: İlk olarak KALBİM dosyasını açmanız lazım.
Açtınız mı?
Müşteri: Evet,açıldı.Ancak şu anda GEÇMİŞ ACILAR.exe,
DÜŞÜK GÜVEN.exe,HASET.exe
isimli programlar da çalışıyor.
Onlar çalışırken SEVGİ yükleyebilir miyim?
Yetkili: Sorun değil.Yüklediğiniz anda SEVGİ otomatik olarak
GEÇMİŞ ACILAR.exe yi silecektir.Gerçi bir süre
geçici hafızada kalabilir
ama artık diğer programları etkilemez.
SEVGİ, er ya da geç DÜŞÜK GÜVEN.exe'yi silerek
YÜKSEK GÜVEN.exe isimli bir modül yükleyecektir.
Ancak siz,HASET.exe ve GÜCENME.exe'yi
mutlaka kendiniz kapatmalısınız.Bu programlar
SEVGİ'nin yüklemesine engel olurlar.
Onları kapatabilir misiniz lütfen?
Müşteri: Tamam kapattım,SEVGİ otomatik olarak
yüklenmeye başladı.Bu normal mi?
Yetkili: Evet ama unutmayın ki bu sadece temel program.
Üst sürümlerinin yüklenmesi için başka
KALPlerle bağlantı kurmanız gerekiyor.
Müşteri: Haydaaaa....Daha şimdiden hata mesajı verdi.
Ne yapmam gerekiyor?
Yetkili: Mesaj ne diyor?
Müşteri: Hata -412!Program ıc sisteminde çalışmıyor!
Bu ne demek?
Yetkili: Endişelenmeyin,bu çok rastlanan bir sorun,
çözümü de var.Hata mesajı,SEVGİ programının
başka kalplerde çalışmaya hazır olduğunu
ancak sizin kalbinizde çalışmadığını söylüyor.
Biraz karmaşık bir programcılık dili oldu galiba....
Sade bir dille şöyle diyor:Programın başkalarını
sevebilmesi için,önce sizin kendi sisteminizi
sevmeniz gerektiğini söylüyor.
Müşteri: Peki ne yapmam gerekiyor?
Yetkili: "KENDİMİ KABULLENME"isimli
dosyanın içinde bulacağınız
KENDİNİ AFFETME.doc,
KENDİNE GÜVENME.txt,
DEĞER BİLME.txt ve
İYİLİK.doc isimli dosyaların üzerine tıklayıp
hepsini KALBİM dosyasına kopyalayın.
Müşteri:Tamam.Başka bir şey var mı?
Yetkili: Şimdi çalışacaktır gerçi ama
biz ilerisi için de tedbir alalım....
SÜREKLİ KENDİNİ ELEŞTİR,
HAYATINI ZEHİR ET.exe
diye çok uzun isimli bir dosya vardır.
Onu bütün sistemde tarayın ve
gördüğünüz her dosyadan silin,
sonra çöp kutunuzdan da atarak
tamamen kaybolduğundan emin olun!
Müşteri:Yaptım.Hey harika....
Neler oluyor??
Kalp temiz dosyalarla doluyor.
GÜLÜMSEME.exe monitöre geldi.
SICAKLIK.com,
BARIŞ.exe ve
MEMNUNİYET.com
hepsi KALP'e yerleşiyor.
Yetkili: Güzel,demek ki SEVGİ yüklendi
ve çalışıyor.Şu andan itibaren
her şeyle başa çıkabilmeniz gerekiyor.
Yalnız telefonu kapatmadan önce
son bir noktaya dikkat çekmek istiyorum....
Müşteri:Nedir?
Yetkili: SEVGİ programı ücretsizdir.
Onu ve onun tüm modüllerini
tanıştığınız herkese verin.
Karşılığında,onlar da başkalarıyla paylaşacak ve
sonunda size tertemiz modüller olarak dönecektir....
MUTLULUKLAR
yazan:bilinmiyor

Pazar, Aralık 16, 2007

HAYATIN ANLAMI BAKIŞLARDA


Eski zamanların birinde bir adam
hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı ....
Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş
ve başkalarına sormaya karar vermiş....
Ama aldığı cevaplarda ona yetmemiş.
Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş....
Ve dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş....
Köy,kasaba,ülke dolaşmış,
bu arada zaman da durmuyor tabii ki ....
Tam umudunu yitirmişken
bir köyde konustuğu insanlar ona
"Şu karşı ki dağları görüyor musun?
orada yaşlı bir bilge yaşar,
istersen ona git,
belki o sana aradığın cevabı verebilir. "
demişler.
Çok zorlu bir yolculuk sonunda
bilgenin yaşadığı eve ulaşm
ış adam.
Kapıdan içeri girmiş
ve bilgeye
hayatın anlamının ne olduğunu sormuş ....
Bilge sana bunun cevabını söylerim,
ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş ....
Adam kabul etmiş....
Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline
ve içine de silme bir şekilde zeytinyağ doldurmuş.
Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel ..
Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağ eksilmesin,
eğer bir damla eksilirse kaybedersin....
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş ....
Bilge bakmış:
"Evet demiş kaşıkta yağ eksilmemiş,
peki bahçe nasıldı?"
Adam şaşkın....
"Ama,"demiş" ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki ....
"Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun,
kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel "
demiş bilge...
Adam tekrar bahçeye çıkmış
gördüğü güzellikler büyülemiş
muhteşem bir bahçedeymiş çünkü....
Geri geldiğinde bilge adama:
"Bahçe nasıldı?" diye sormuş ....
Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış....
Bilge gülümsemiş ,
"Ama kaşıkta hiç yağ kalmamış." demiş
ve eklemiş
"Hayat senin bakışınla anlam kazanır ;
ya sadece bir noktayı görürsün,
hayatın akıp gider, sen farkına varmazsın ....
Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında
hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır. ...
"Hayatının anlamı sizin bakışlarınızda gizli"
yazan:bilinmiyor

__._,_.___

Cuma, Aralık 14, 2007

HAYAT


Öğrendik ki....
Bir tek insanın bize
"İyi ki varsın."demesi,
var olduğumuz için mutlu olmamızı sağlar....
Öğrendik ki....
Kibar olmak,
haklı olmaktan daha önemlidir....
Öğrendik ki....
Hayat şartları bizi
ne kadar ciddi görünmeye zorlasa da
hepimiz çılgınlıklarımızı paylaşacak
birini arıyoruz....
Öğrendik ki....
Bazen tek ihtiyacımız olan bir el
ve bizi anlayacak bir yürektir....
Öğrendik ki....
Parayla "klas insan"olunmuyor....
Öğrendik ki....
Gün içinde başımıza gelen küçücük şeyler
günün sonunda koca bir mutluluğa dönüşüyor....
Öğrendik ki....
İnkar edip içimizde sakladığımız şeyler
gerçekliğini kaybetmiyor....
Öğrendik ki....
Biriyle dalaştığımızda
tek başardığımız
onun bize daha çok zarar vermesini sağlamaktır.....
Öğrendik ki....
Her yarayı saran
zaman değil sevgi....
Öğrendik ki....
Çabuk olgunlaşmak için
zeki insanlardan çevre edinmek gerekir....
Öğrendik ki....
Karşılaştığımız herkes
bir gülüşümüzü hak eder....
Öğrendik ki....
Hiç kimse mükemmel değildir....
Öğrendik ki....
Hayat zorludur ama
biz daha zorluyuz....
Öğrendik ki....
Gülümsemek,
daha güzel bir görüntüye kavuşmanın
bedava yoludur....
Öğrendik ki....
Hepimiz zirvede olmak istesek de
asıl keyif
oraya tırmanırken yaşadıklarımızdır....
Öğrendik ki....
Zamanımız ne kadar azsa
yapacak işler o kadar çoktur....
Öğrendik ki....
Birini ne kadar çok seversek
hayat onu bizden o kadar çabuk alıyor....
kaynak:bilinmiyor

Salı, Aralık 11, 2007

1- Her duyduğunuza,
her gördüğünüze inanmayın.
Görünenin ve duyulanın
ardındakini araştırın.
2- Kalbinizin söylediği yer,
hiç bilmediğiniz,
hiç uğramadığınız bir yer
de olsa gidip bakın.
3- Ne istediğiniz kadar
ne istemediğinizi de bilin.
Bu, karar verme aşamasında
daha belirleyici bir kriterdir.
4- Tecrübeli kişilerin önerilerini
kulak arkası etmeyin.
Onlardan daha zeki
ve daha bilgili olduğunuzu düşünseniz bile...
5- Burnunuzun dikine gitmeyin.
İnat, kimi zaman engelsiz bir yolda bile
önünüze engebeler çıkarabilir.
6- Talihinize fazla güvenmeyin.
Şimdiye kadar yüzüne gülmüş olması
bundan sonra da öyle olacağı anlamına gelmez.
7- Neyi bildiğiniz kadar
neleri bilmediğinizin de farkında olun.
Bilmedikleriniz bazen daha sadık yol göstericidir.
8- Kendinize boy aynasından şöyle bir bakın.
Başkalarının gözünde
nasıl bir imaj yarattığınızı,
söz ve davranışlarınızın
nasıl etkiler bıraktığını keşfedin.
9- Yaptıklarınızı,
söylediklerinizi ve söylemediklerinizi sorgulayın.
Bunlar sizi, kimliğinizi oluşturur.
10- Bir insanı değerlendirirken
onun hakkında diğerlerinin
ne söylediğinden çok,
onun diğerleri hakkında neler söylediğine bakın.
11- Olayların görünen yüzü
sizi kandırmasın, aklınızı çelmesin.
Hakikat madalyonun görünmeyen yüzünde saklı olabilir.
12- Özgür fikirli olun
ama sabit fikirli olmayın.
13- Her işi zamanında yapın.
Vaktini aşan görevler
hem kafanızı karıştırır
hem huzurunuzu kaçırır.
14- Güveneceğiniz insanları iyi seçin.
15- Esnek olun.
Şartlara, yere ve duruma göre
pozisyon almayı bilin.
16-Çok boyutlu düşünün.
Duruma,
hoşunuza gitmeyen pencerelerden de
bakmaya cesaret edin.
17- Olayları ve soruları
sadece kendi istek ve ihtiyaçlarınız
açısından değerlendirmeyin.
18- Kusur bulmak yerine,
tamir etmenin ve onarmanın yollarını arayın.
19- Ne zaman konuşmanız,
ne zaman sessiz kalmanız gerektiğini,
bunların hangisinin
ne zaman etkili olduğunu bilin.
20- Paranoyak olmayın
ama tedbiri de elden bırakmayın.
 
 
 
 
 

Pazartesi, Aralık 10, 2007

YAZIYI DÜZELTTİM

21- Başkalarının hayal ve ideallerine
saygı gösterin.
22- Ağzınızdan çıkanlara dikkat edin,
geriye dönüşü olmayan sözleri
etmekten sakının.
23- Toplumca genel kabul görmüş ve
sorgulanmayan kaidelere yeri geldiğinde
şüpheyle bakmayı bilin.
24- Sır vermekte cömert davranmayın.
Her zaman kendinize sakladığınız
bir sırrınız olsun.
25- Başkalarının dürüst olmadığından
şikayet etmeden önce kendi
yalanlarınız gözden geçirin.
26- Vicdanınız rahat mı?
Bunu kendisine sık sık sorun.
27- İnsanları söyledikleri kadar
söylemedikleriyle de değerlendirin.
28-Peşin hükümlerden kaçının.
Gerçek sanıların tam tersi olabilir.
29-Öfkeli zamanlarınızda karar almaktan
ve uygulamaya koymaktan kaçının.
30- Eşref saatinizi bilin.
Hangi durumlarda motivasyonunuzun azaldığını
ve veriminizin düştüğünü bilin
ve bu doğrultuda bir çalışma planı hazırlayın.
31- Doğru şartların oluşmasını beklemek yerine
doğru şartları yaratın.
32- Üzülmek konusunda da
sevilmek konusunda da acele etmeyin.
33- Evet derken de hayır derken de
iyi düşünün.
34- Haksızlığa tepki göstermekten çekinmeyin.
Unutmayın ki, bugün başkasının kapısını çalan
adaletsiz bir el yarın sizinkine de dayanabilir.
35- Hatanızı bilin,
hatalarınızı bir öğretmen ve tecrübe kaynağı yapın.
36- Başarasızlığınızın bahanelerini değil
sebeplerini bulun. Bahaneler
başarısızlığı haklı çıkarmaktan
ve sizi çaresiz bırakmaktan başka bir işe yaramaz.
37- Her rüzgara göre nasıl dümen kıracağınızı bilin.
38- Ne emreden olun ne de kendisine emredilen...
39- Bir şeyi kaybederken aslında
bir çok şeyi kazanmış olabileceğinizi
unutmayın.
40- Hatırladığınızda
canınızı yakan şeyleri unutun gitsin.
41- Cesarete ve ümide
ihtiyaç duyduğunuz zamanlarda,
cesaretlendirecek ve ümitlendirecek birini bulun.
Dikkate almaya değer tavsiyeler bence de...
                                     Sevgiyle Kalın...
                                           

Cumartesi, Aralık 08, 2007

YENİDEN BAŞLA


Kendini yorgun hissetsen bile,
Başarı senden kaçsa bile,
Bir hata sana zarar verse bile,
Hatta ihanet sana acı verse bile,
Bir hayal yok olsa bile,
Gözyaşları gözlerini yaksa bile,
Kimse gayretini farketmese bile,
Nankörlük ödülün olsa bile,
Anlayışsızlık seni gülmekten alıkoysa bile,
Ve hatta her şey,
hiçbir şey olsa bile,
VAZGEÇME.....
YENİDEN BAŞLA....
kaynak:bilinmiyor

Cuma, Aralık 07, 2007

ERKEKLER MELEKTİR




Birgün ormancının biri dalları nehrin üzerine sarkan ağacın dallarını keserken baltasını suya düşürür. "Aman Tanrım" diye bağırdığında bir peri belirir ve "Ne diye bagırıyorsun ?" der.
Ormancı baltasını suya
düşürdüğünü ve yaşamını sürdürebilmek için o baltaya ihtiyaci olduğunu söyler. Peri suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir.
"Baltan bu muydu ?" diye sorar.

Ormancı"hayir" diye cevaplar.
Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar.
"Baltan bu muydu ?" Ormancı yine "hayır" diye cevaplar.
Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde demir bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar.
"Baltan bu muydu ?"

Ormancı "evet" der.
Ormancının dürüstlüğü perinin çok hoşuna gider ve baltaların üçünü de kendisine verir.
Ormancı mutlu bir şekilde evine döner.
Bir zaman sonra ormancı eşiyle birlikte nehir boyunca yürürken karısı suya düşer.
Ormancı" aman Tanrım" diye bağırır.

Peri yine belirir ve sorar: "Ne diye bağırıyorsun ?"
Ormancı" karım suya düştü der.
Peri suya dalar ve Jennifer Lopez ile birlikte geri döner.
"Senin karın bu mu?" diye sorar.
Ormancı "evet"
der.
Peri sinirlenmiştir, "Yalan söylüyorsun, gerçek bu değil" der.

Ormancı "özür dilerim peri, ortada bir yanlış anlaşılma söz konusu.
Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim bu sefer Catherine Zeta-Jones ile geri dönecektin,
ona da hayır deseydim karımla
dönecek ve her üçünü de bana verecektin.
Ben fakir bir adamım ve üç karımın sorumluluğunu taşıyabilecek durumda değilim.
O yüzden Jeniffer Lopez 'i pek beğenmiyor olmama rağmen evet dedim işte sebebi budur...
Bu hikayeden alinacak ders :
Ne zaman bir erkek yalan söylüyorsa bunun iyi ve saygın bir nedeni vardır
ve bu başkalarının yararı içindir.

Kendileri için birşey istiyorlarsa ekmek çarpsındır.
kaynak:bilinmiyor

Perşembe, Aralık 06, 2007

"NEDEN BEN?"DİYE SORANLARA


Efsane Wimbledon tenis oyuncusu Arthur Ashe AIDS'den ölmekteydi.

Dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağmaktaydı.

Bunlardan bir tanesi böyle soruyordu:

"Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?"

Arthur Ashe buna şu cevabı verdi: Tüm dünyada...

50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar,

5 milyonu tenis oynamayı öğrenir,

500 000 profesyonel tenisi öğrenir,

50 000' i yarışmalara girer,

5 000 'i büyük turnuvalara erişir,

50'si Wimbledon'a kadar gelir,

4'ü yarı finale,

2'si finale kalır.

Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya "Neden ben?" diye hiç sormadım.

Ve bugün sancı çekerken, Tanrı'ya "Niye ben?" mi demeliyim?

Mutluluk insanı tatlı yapar,

zorluklar güçlü yapar,

hüzün ise insan yapar,

yenilgi mütevazi yapar,

Başarı insanı ışıldatır yolumuza devam etmemizi sağlar.

"Niye ben?" diye sormayın... Ne olacaksa olacak... olur zaten ....

Çarşamba, Aralık 05, 2007

DOĞAN CÜCELOĞLU


Bir Öğrencimin Bana Öğrettikleri
Kaliforniya' da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi' nde öğretim
üyesi olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir
kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu
özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı;
gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu. Ikinci olarak çok iyi bir
öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu.
Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün bir
pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk
aklımdan geçen, 'Armudun iyisini ayılar yer' düşüncesi oldu. Yukarıda
özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi
yedi-yirmi sekiz yaşlarında,şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.
Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra
öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin
psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam
ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak
istiyor.
Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders
çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım
öğrencimle aramğızda şöyle bir konuşma geçti:
'Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?
'Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini '
'Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?
Sally, bir Amerikali olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan
kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul
edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda
Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'
Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, 'O şahane bir
insan; o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim' dedi.
O anda ilk hissettiğim sey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının
erkeğine, 'Sen benim kahramanımsın' duygusu içinde bakmasının erkeğe
verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım. Bu hediyeyi,
hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.
'Nasil yani?' dedim.
'Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu
bildiği için, üniversite ögrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuga
agabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor;
onlarla buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor.
Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu,
hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede kalıyor, geceleri
ona bakiyor.'
Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en
yüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış
görünüşe göre yargılıyor ve onu 'ayı' olarak görüyordum. İçimdeki
pislikten utandım. Bir süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği aile
ortamını merak etmeye başladım.Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama
baktığım zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayılar yer' diye düşündüm?
Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık sık bu benzetmeyi duyarak
büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam beni nasıl etkilemişse, Sally'nin
içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.
Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los
Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış .
Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını
sordum. 'Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak
isteyeceklerdir, ' dedi ve iki gün sonra, 'Ailemle konuştum; sizinle
tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler,' dedi. Dört-beş hafta sonra
San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin ailesinin yaşadığı kasaba
yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra
yoluma devam edebilirdim.
Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, 'O gün ben de aileme
gidecektim; isterseniz beraber gidebiliriz, ' dedi. Ailesine haber
verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long
Beach'ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarinda
Sally'nin ağabeyi Brian'in evine vardık. Sally'nin babası George orada
buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi. Brian'in, en
ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.
Ziyaret ettiğim bu güleryüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten
dikkatimi çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un
torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar
doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir davranış
olduğu belliydi. Sally'ye, babasının torunlarıyla hep böyle mi
konuştuğunu sordum. 'Evet' yanıtını alınca, kendisi çocukken de
babasının, onunla göz hizasina inerek mi konuştuğunu sordum. 'Evet,
biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da çocuklarıyla böyle konuşur; ben
de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım. Biz böyle biliyoruz', dedi.
Tüylerim diken diken oldu. Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan
psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz
hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra
kendime kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra
onlara kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür
ortamına kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki
öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz
çökerek konuşan dede George'a 'Beyefendi, çocukların göz hizasına
inerek konuşuyorsunuz! ' dedim. Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek,
'Tabii, onlar küçük insanlar!' yanıtını verdi. Öyle bir bakışı vardı
ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde bunu herkes
yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.
O bakışa karşı bütün yaptığım, mahçup bir gülümseme oldu.
Bu güleryüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin
ağabeyi Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret
yapan, oldukça varliıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme
havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği
belli oluyordu. Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon
çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış,
Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta imiş, kendisiyle görüşmek için
helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş. Başka bir randevusu
olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize durumu şöyle
açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört saat başbaşa
geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le randevum var. Çocuklar
çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler
ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.
Brian'in yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik
verdiği belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar
önemliydi. Brian'in yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu,
bir 'keşke' olmayacak.
Sally'e sordum: 'Baban seninle randevulaşır mıydı?'
'Evet', dedi, 'yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla başbaşa
zaman geçirirdi. Ve ilave etti, 'Biz böyle gördük, böyle biliyoruz.
Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!'. Gülümseyerek, 'Nereden
biliyorsun?' diye sordum.
'Biz Frank'le konuştuk' diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha
doğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.
Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın
karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı,
kendi yavrularıma çektirdigim acilari düsündüm. Biraz daha düsününce
kendimin de aci çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim
yandı. Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı. Ve son durak
olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.
Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirimle
ilgili düşünmeye karar verdim.İşte değerli okurum; yazdığım kitaplar,
verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programlari, 'Ne
yapabilirim? ' sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir. Sally'nin
içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun
davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally, içinde
yetiştiği ailede, varoluşun beş boyutunu da doya doya yaşayabilmişti.
Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz
zaman çocuk, 'Sen
varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen sevilmeye
layıksın', mesajı alır ve çocuğun CAN'ı beslenir.
Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek
istiyorum, seni özledim', mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesaji
zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel
mesajlar sayesinde çocugun hamuru, 'Ben sevilmeye layık biriyim!' diye
yoğrulur.
Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, varoluşun beş
boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır.
Doğan Cüceloğlu

Salı, Aralık 04, 2007

KONFÜÇYUS der ki:


"Konuşmaya değer olanlarla konuşmazsan,insanları yitirirsin.
Konuşmaya değer olmayanlarla konuşursan.sözcükleri yitirirsin.
Bilenler insnları yitirmezler,sözcükleri de yitirmezler."
Hani dostlar vardır:
Bunaldığınızda yanınızda hissettiğiniz
ve
kimi zaman bulduğunuz.
Hani dostlar vardır:
İki eli kanda olsa bile ihtiyaç duyduğunuzda koşarak gelen.
Hani dostlar vardır:
Kederinizi keder bilen.
Hani dostlar vardır:
Üzemezsiniz,kıramazsınız,kıyamazsınız.
Hani dostlar vardır:
Fikre ihtiyaç duyduğunuzda,
sizi sizden fazla düşünüp akıl verir.
Hani dostlar vardır:
Beraber olduğunuzda kederiniz bitiverir.
Hani dostlar vardır:
"İyi ki var."dediğiniz.
kaynak:konfüçyus
dedik ya

Pazartesi, Aralık 03, 2007

ZAMAN YÖNETİMİ




Aşağıdaki gerçek hikâye Kellog Business School'da

(Northwestern Üniversitesi)

İş İdaresi mastır öğrencileri ile Zaman Yönetimi dersi profesörü arasında geçer...

Profesör sınıfa girip karsısında duran dünyanın en seçilmiş öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra, "Bugün Zaman Yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız" dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman bir kavanoz çıkarttı. Arkadan, kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde tas aldı ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun içine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka tas almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve "Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan "Doldu" diye cevapladılar. Profesör "Öyle mi?" dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı. Sonra öğrencilerine dönerek bir kez daha "Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Bir öğrenci "Dolmadı herhâlde" diye cevap verdi. Doğru" dedi profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş tüm kum taneleri taslarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar döktü. Gene öğrencilerine döndü ve "Bu kavanoz doldu mu?" diye sordu. Tüm sınıftakiler bir ağızdan "Hayır" diye bağırdılar. "Güzel" dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine dönerek "Bu deneyin amacı neydi" diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen "Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır" diye atladı. "Hayır" dedi profesör, "bu deneyin esas anlatmak istediği eğer büyük taşları bastan yerleştirmezseniz küçükler girdikten sonra büyükleri hiç bir zaman kavanozun içine koyamazsınız" gerçeğidir". Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti: "Nedir hayatınızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşiniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayâlleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak, başkalarına faydalı olmak, onlara bir şey öğretmek! Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki hepsi. Bu aksam uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir iyi karar verin. Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiç bir zaman bir daha koyamazsınız, o zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olursunuz. Bu da iyi bir is adamı, gerçekte de iyi bir adam olamayacağınızı gösterir" Profesör, ders bittiği hâlde konuşmadan oturan öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı gitti...

Perşembe, Kasım 29, 2007

MEVLANA


Ben dostlarimi ne kalbimle ne de aklimla severim.
Olur ya ...

Kalp durur ...
Akil unutur ...
Ben dostlarimi ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...

MEVLANA

Çarşamba, Kasım 28, 2007

SİZ ÖZELSİNİZ


Merhaba size güzel insanlar!
Hiç kimse size söyledi mi?
Ne kadar özel bir insan olduğunuzu....
Etrafınıza yaydığınız ışığı,
Bir yıldızın ışığı kadar
Hiç kimse size söyledi mi?
Diğerlerinin hisleri için ne kadar önemli olduğunuzu,
Hiç kimse size söyledi mi?
Çoğu zaman onlar üzgünken,
Sizin e-iletileriniz onları biraz olsun güldürdü,düşündürdü
Ve onları memnun ederdi.
Bir şeyler göndermek için harcadığınız zaman için
Ve bulduğunuz şeyleri paylaşmak için,
Teşekkür etmeye kelimeler yetersiz kalır.
Ama insanlar sizin iyi olduğunuzu bilir.
Hiç kimse size söyledi mi?
Sizi ne kadar sevdiklerini?
Arkadaşı ve tanıdığı birbirine karıştırmayın.
Aralarında bir fark vardır.
Bu ulusal önemseme haftasında,ben sizi önemserim....
Bütün arkadaşlarınıza onları önemsediğinizle ilgili mesajlar gönderin.
Ve onların kendilerini iyi hissetmelerini sağlayın.
Bu arkadaşlığın ve dostluğun gücüdür.
suay karaman(kaynak)
SİZ ÖZELSİNİZ
(HELE BİR DE BUYAZIYI OKUDUYSANIZ,
SİZ ÇOK ÖZELSİNİZ)

Perşembe, Kasım 22, 2007

SAVUNMAYA GEÇMEK Mİ?SEVECEN OLMAK MI?

Büyük bir otelin rezervasyon sorumlusu bir eğitim toplantısında şöyle bir konuşma yaptı:"Resepsiyonda çalışmak kimi zaman çok asap bozucudur,çünkü müşterinin ilk temas noktası biz oluruz.Yani ters giden her şey bize iletilir.Rotar yapan uçaklar,kaybolan bagajlar hep bize anlatılır.Kötü havayı bile bize şikayet ederler!"
Yağmurlu bir gündü,sabah erkenden yağmurdan ıslanmış bir çift karşıma dikilip kayıt yaptırmak istedi.Kendilerine saat 15.00'den erken otele giriş yapılamayacağını,odalarının hazır olması için birkaç saate ihtiyaç olduğunu söyledim.Yorgunluğu yüzünden okunan genç adam kendini kaybetti:"Odamıza çıkamamak ne demek?Biz balayındayız!Ve uzun zamandır ayaktayız.Bir dakika bile ayakta duramayacak kadar yorgunuz."
"Otelde büyük bir toplantı olduğu için yüzde yüz dolu olduğumuzu ve grubun ancak kapanış yemeğinden sonra odalarını boşaltacağını anlattım."
Yeni evli çift öfkeyle patladı.görüldüğü kadarıyla,benimle yüksek sesle münakaşa ederse,kendilerine bir şekilde boş bir oda ayarlayabileceğimi düşünüyordu.O ısrarını artırdıkça,benim de öfkem tepeme çıkıyordu.
"Tam kontrolümü kaybetmek üzereyken her şeyi kendi açımdan düşündüğümün farkına vardım.Kendime şunu sordum:"ayakta duramayacak kadar yorgun olsam ve odama çıkabilmek için altı saat daha beklemek zorunda olduğumu duysam,acaba ben ne hissederdim?Romantik balayım bir karabasana dönüşse,ben kendimi nasıl hissederdim?"Olayı onun tarafından yaşar yaşamaz,içim damat ve gelin için sempatiyle doldu.Bir dakika önce benim için dayanılmaz bir başağrısı gibiydiler,şimdi ise az önce bağırıp durmalarını hoşgörüyle karşılayabilirdim.
Kendilerine kahvaltı büfesi için bir kupon verdim ve sahilde biraz olsun uyuyabilmek üzere mayolarını giymeleri için konuk odamızı kullanabilmelerini sağladım.Akşam üstü tekrar uğrayıp yardımcı olduğum için teşekkür ettiler."
başkalarına özenli davranmak için,bilinçli ve sürekli bir çaba gösterir olsaydık,bunun kendimiz ve toplum üzerinde hayranlık verici etkileri olurdu.hayat felsefesi olarak verici olmak gerekir ki:veren el alan elden her zaman üstündür.
kaynak:bilinmiyor

Çarşamba, Kasım 21, 2007

YAŞAMAK


İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için,sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor,
kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor,
sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor,
eleştirilmekten korktuğu için.
Duyguları ifade etmekten korkuyor,
reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor,
dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor,
aslında yaşamayı bşlmediği için.
William Shakespeare
VARDIM....
VARIM....
VAR OLACAĞIM....

Pazartesi, Kasım 19, 2007

İŞ ALANI YARATMAK


Kongre üyeleri bir gün ülkenin şisiz bir bölgesinde,
kocaman ve terkedilmiş bir hurda yığını deposu keşfetmişler.
İçlerinden biri:"Bir bekçi kiralayalım,buraya sahip çıksın"demiş.
"birileri gelip burda bişeyler karıştırmasın."
Böylece bir adamı
BEKÇİ
sıfatıyla işe almışlar.
Ertesi gün bir başka kongre üyesi:İyi yaptık da bi eksik var"demiş.
"biz bu adama bir iş tanımı vermedik ki adam nasıl çalışacağını bilsin?
Ayrıca iş tanımı verdikten sonra adamı bir de eğitmek lazım."
Diğerleri onu haklı bulmuşlar,
böylece bekçinin iş tanımını belirleyecek bir
PLANLAMA DEPARTMANI
kurmuşlar,oraya da bu tanımları rapor edecek bir
DÖKÜMANTASYON UZMANI
ile bir de bekçi için
EĞİTMEN
almışlar.
Birkaç gün sonra diğer kongre üyesi sormuş:
"Peki ama bu bekçiyle iş tanımını yapanlar iyi çalışıyorlar mı,
bunu takip edicek biri lazım diil mi?"
Böylece bekçi denetleyecek bir
KALİTE KONTROL DEPARTMANI
kurmuşlar,oraya da bir
KALİTE KONTROL SORUMLUSU
ile bu adamların ne yapıp ettiğini rapor edicek 2 tane
MÜFETTİŞ
almışlar.
Ertesi gün bir diğer kongre üyesi demiş ki:
"Peki ama bir bekçi ve peşinden bir sürü denetleyici işe aldık,
bunların maaşını kafamıza göre mi vereceğiz?
Bekçiye ne kadar,
kalite kontrol departmanına neye göre ne kadar maaş verilecek,
bunun bi sistemi olmalı."
Böylece bir
MUHASEBE DEPARTMANI
kurmuşlar,oraya da bir
MUHASEBECİ,
bir BORDRO MEMURU
ve bütün bu insanların ne kadar çalıştığını,
işe geliş gidiş saatlerini takip edicek bir
DENETLEME UZMANI
işe almışlar.
Ertesi gün bir diğer kongre üyesi sormuş:
"Eveet bir bekçimiz var,bağlı olduğu departmanları da kurduk,
iyi güzel de bunlar kendi başına buyruk mu iş yapacaklar?
Bunlara bir müdür lazım diil mi?
Tabii müdür aldıktan sonra bunun bir de yardımcısı olması lazım."
Bunun üzerine bekçi ve bağlı bulunduğu departmanlar için
1 MÜDÜR,
1 MÜDÜR YARDIMCISI,
bir de bunlara
SEKRETER
işe almışlar.
Ve birkaç gün sonra kongre toplantısında tartışma çıkmış:
"Şu hale bak..
Bütçenin 22 000 & üstüne çıkmışız..
Bütün gereksiz harcamaları belirleyip yarından itibaren kesmemiz lazım.."
VE BEKÇİYİ KOVMUŞLAR...

Çarşamba, Kasım 14, 2007

CAM TAVAN SENDROMU




Bir seyin imkansiz olduğuna inanırsanız,
aklınız bunun neden imkansız olduğunu size ispatlamak üzere çalışmaya başlar.
Ama bir şeyi yapabileceğinize inandığınızda,
gerçekten inandığınızda,
aklınız yapmak üzere çözümler bulma konusunda
size yardım etmek için çalışmaya başlar.
"Dr. David J. Schwartz ve bilim adamları
pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görürler.
Bir kaçını toplayıp 30 cm yuksekliğindeki
bir cam fanusun içine koyarlar.
Metal zemin ısıtılır.
Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışırlar
ama başlarını tavandaki cama çarparak düşerler.
Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplarlar,
tekrar başlarını cama vururlar.
Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden,
kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çekerler.
Defalarca kafalarını cama vuran pireler
sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenirler.
Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce
deneyin ikinci aşamasına geçilir
ve tavandaki cam kaldırılır.
Zemin tekrar ısıtılır.
Tüm pireler eşit yükseklikte,
30 cm zıplarlar!
Üzerlerinde cam engeli yoktur,
daha yükseğe zıplama imkanları vardır
ama buna hiç cesaret edemezler.
Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı
'hayat dersi'ne sadık halde yaşarlar.
Pirelerin isterlerse kaçma imkanları vardır ama kaçamazlar.
Çünkü engel artık zihinlerindedir.
Onlari sınırlayan dış engel (cam)kalkmıştır
ama kafalarındaki iç engel
(burada 30cm'den fazla zıplanamaz inancı)
varlığını sürdürmektedir.
Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını
nasıl öğrendiklerini göstermektedir.
Bu pirelerin yaşadıklarına'cam tavan sendromu' denir.
Bir insanın gelebileceğine inandığı en üst nokta,
onun cam tavanıdır.
Cam tavanınız hayallerinizin tavan yüksekliğini gösterir.
İnsan inandığına denktir.
Yapabileceğini düşündüğü kadardır.
HAYATINIZDAKİ TÜM CAM KAVANOZLARI YOK ETMENİZ DİLEĞİYLE
-yazar:bilinmiyor

Salı, Kasım 13, 2007

HAYAT ve BEN(CAN YÜCEL)


Otuz beşime bastım geçen hafta....
İlk yarı bitti:
Hayat:1 Ben:0
Ama belliydi böyle olacağı.
Nicedir başlamıştı belirtiler.
Yolda çocuklar:"Amca şu topu atıversene!"diye selendiklerinde kuşkulanmıştım ilkin....
Sonra saçlarımdaki beyaz teller tescilledi yarı yolun ufukta göründüğünü.
Baktım;lise fotoğraflarım sararmış,sınıf arkadaşlarım yaşlanmış.
Eş dost sohbetlerinde sağlık ve çocuk konuşulur olmuş,seyahat ve aşk yerine....
Gök gibi gürlemeye alışkın müzik setimin ses düğmesini kısar olmuşum,
içimdeki uçurtmanın ipini çekercesine....
Bizim zamanımızda diye başlayan nutuklar atmaya başlamışım mezuniyet törenlerinde....
Hayret!Daha dün değilmiydi benimkisi?
Yıllar yılı dudak büktüğüm" ölümden sonra hayat" masallarına
kulak kabartmaya başlamışım gizliden gizliye....
İple çektiğim temmuzlara sırt çevirmişim.
Yaşamın ortasına girmişim,irkilmişim....
Ruhumun ikizleri yine çekiştiriyorlar kollarımdan;
biri:"daha ne gördün ki?"diyor yüzünde papatyalarla,
"asıl şimdi başlıyor hayat"!Bundan sonrası rahat!"
Lakin:"Buydu görüp göreceğin."diye efkarlandırıyor öteki....
ikinci yarı geçer hızla,yaşlanırsın zamanla....
Yaşı genç olanlar 35'e uzak durduklarını sanarak:
"Sahi oldu mu o kadar?Hiç göstermiyorsun."tesellisindeler.
35'le çoktan tanış olanlarsa:
"Hayata goş geldin pankartlarıyla karşılamadalar....
İlk yarı sadece ısnmaymış meğer:
asıl ikinci yarıda anlaşılırmış tadı hayatın....kavganın....aşkın....
Bense şaşkın....devre arası bilançolarındayım.
Son dönemde kim bilir kaç kez eski anıları yaralı ele geçirdim,belleğimin derinliklerinde?....
Kim bilir kaç kez kendime yakalandım,kendimden kaçarken?....
Ve sustum vicdan sorgularında.
Aksi sedamla bile dertleşmedim.
Meğer ne yaman serüvenmiş hayat.
Bazen yediveren gülleri gibi bereketli!....
Sanki hayat değil,Körfez Krizi mübarek:
Bir koyup beş alıyorsun...
Yaşıyor,seviyro ve seviliyorsun....
Bazense kıtlıktan kırılıyor ortalık,şaşıp kalıyorsun'....
Oysa herkes bilmezden gelse de,
skoru belli oyunun:
30'larda dedeni ve nineni kaybediyorsun,
40'larda anneni ve babanı....
Ve
70'lerde kendini!....
Şimdi....
Devre arası,yolun yarısı....
Bugüne dek ancak tanıştık hayatla....
Ben ona kendimi tanıttım,o bana kendini....
Göğsüme madalya gibi dizdim hatalarımı....
Zaferlerim onlar benim,olgunluğumun yapıtaşları....
Ve derin bir yara gibi sakladım başarılarımı....
Asansör çıkarken yukarı,dönüp bakmadım bile aşağı....
Dönmesin diye başım....
Ben istikballe arkadaşım....
Ne var ki her şey yarım....
Hayat ta yarım,sevdalar da....
Daha diyeti ödenmedi sevinçlerin....
İhanetlerin hesabı sorulamdı....
Nazım'ın dediği gibi:
"Kopardım portakalı dalından ama,
kabuğu soyulmadı,sevdalalra doyulamdı...."
"Doydum diyen görmedim ki ben zaten...."
Lakin gel de zamana anlat bunu....
Sahi nedir bu telaş,bu kin?
Sanki ÖLÜYE CAN YETİŞTİRECEKSİN....
Baktım ikinci yarı kapıda....
Ve hayatın ceza sahası yakın....
Doldurdum bir kara kutuya 35 yılın hesabını.
Acılar,sancılar bir çekmecede,sevdalar bir diğerinde....
Bir yerde hüzünler ve korkular,
bir üstte sevinçler ve zaferler....
Kat kat,dizi dizi dizdim kullanılmış takvimlerimi,
sabırla kapattım kutuyu, sevgiyle mühürledim ağzını....
İlk yarı bilançom o benim:
Yangında ilk kurtarılacak....
Kazada ilk açılacak....
Yarımlar tam olduğunda kara kutuyu açığ bakanlar teşhis koyacaklar halime....
"Çok mutlu olmuş,fazla yüksekten uçmuş zavallı."diyecekler
ya da
"sebepsiz alçalmış....Bile bile vurmuş kendini dağlara!...."

Fakat kara kutu ancak bir kısmını söyleyecek hikayenin....
Kalanı benimle gelecek.....
Dağların yamaçlarına savuracağım en mahrem hatalarımı....
Reyhanlar saklayacak sırlarımı....
Skoru bir tek Ege'nin mavi suları şahit olacaksa
ve bundan sonra yaşayacağım her şeyde sen olacaksan,
yaşım otuz beş olmuş,kırk beş olmuş farketmiyor benim için.
Yeter ki yüreğimde ve bedenimde benimle birlikte yaşa....
can dündar

Cumartesi, Kasım 10, 2007

UNUTMAYI UNUTMAK


Aşağıdaki on alıştırmayı zaman zaman uygulayarak,
unutkanlığınızı yenebilir,başka bir deyişle,
unutmanızı unutabilirsiniz....
  1. Günlük rutin alışkanlıklarınızda değişiklik yapın:Örneğin sağ elinizi kullanıyorsanız biraz da sol elinizi çalıştırmaya başlayın. Çayınızı kaşıkla alışık olduğunuz yönün tersine karıştırın.Sonuçta rutin alışkanlıklarınızı kırıp beyninizin kullanmadığınız öteki yarısını da harekete geçirmiş olursunuz.
  2. İşe ya da alışverişe giderken tıpkı bir çocuk gibi merak içinde bütün duyularınızı harekete geçirin:Bakın,dokunun,dinleyin,koklayın....Fırında taze satılan ekmeklerin kokusunu algılamaya çalışın.Yürüdüğünüz zeminin özelliklerini duyumsayın,bunun sizde nasıl duygular yarattığını anlamaya çalışın.Yanınızdan geçen insanların konuşmalarını dinleyin.Evinizde gözünüzü kapatarak bir yerlere ulaşmaya çalışın.Kısacası duyularınızı alışık olmadığınız tarzda kullanın.Bu biçimde çok ender yaptığınız bağlantıları canlandırır,beyin kapasitenizi artırırsınız.
  3. Elinize bir gazete ve fosforlu bir kalem alın:Sırasıyla paragrafları okuyun ve çift yazılmış harflerin üstünü çizin.Alıştırmayı yaparken sözcüklerin üzerinde fazla düşünmeyin ve hemen işaretleyin.Böylelikle dikkatinizi yoğunlaştırma gücünüz artar.
  4. "Dün akşam şu saatte ne yaptım,neredeydim,iki saat önce ne yaptım?"gibi genellikle polisiye romanlarda sorulan soruları kendinize yöneltin ve yanıtlamaya çzlışın:Bu sayede yaptıklarınıza karşılık dikkatinizi geliştirirsiniz.
  5. Asker yürüyüşü gibi olduğunuz yerde hareket edin:Sol bacağınız her kaldırdığınızda önce sağ elinizle,sonra sol elinizle dizinize dokunun.Bu hareketleri birkaç kez tekrarlayın.Bu hareketlerle beyninizin her iki tarafını da kullanmış olursunuz.
  6. Burnunuzun ucunda bir fırça olduğunu düşleyin:Bununla havaya en sevdiğiniz renkte yatay bir sekiz çizin.Bu hareketi gevşek ve dengeli yapın.Bu çizim hareketleri yorgun zihninizi hemen canlandırır.Aynı zamanda beyni bloke eden stresi etkili biçimde yok eder.
  7. Çevrenizde bulunan arabaların plakalarına dikkat edin ve plakada bulunan harflerden kelimeler türetmeye çalışın:Böylece sözcük hazinenizi geliştirir ve beyninizi canlandırırsınız.
  8. Kağıt,kalem alın ve kağıdın üzerine bir tane mum,bir kuğu,üç kollu bir kaktüs,üç yapraklı bir yonca,beş parmaklı bir el,hortumunu yukarı kaldırmış bir fil,saatli bir yumurta,davul yanında duran bir adam vb çizin:Her resim bir sayıyı simgeliyor.Ardından simgeleri sayılara göre ezberleyin.
  9. Düşünün ki yaşam öykünüzü tekrar yazmanız gerekiyor:Burada işe,gittiğiniz ilkokuldan başlayabilirsiniz.(sonra bu anılarınızı bana gönderebilirsiniz,kimbilir belki kitaplaştırırım,mesela adı da:karışık anılar olur)Bunun için en yakın arkadaşınızın kim,tipinin nasıl olduğunu anımsamanız gerekiyor.Tabii sınıfınızın düzenini,görüntüsünü de....Bu alıştırmayla kişilerle ilgili hafızanızı harekete geçirebilirsiniz.
  10. Özellikle stres anlarınızda ya da kaygıya kapıldığınızda olumlu sözcüklerden destek almaya bakın:Bunlarla olumsuz düşüncelerinizi yok eder,hedeflerinize daha kolay ulaşırsınız.kaynak:bütün dünya haziran 2007

Pazar, Kasım 04, 2007

İYİLİK Mİ?KÖTÜLÜK MÜ?


Yaşlı Kızılderili,
çadırının önünde birbiriyle dalaşmakta olan iki köpeği izlemektedir.
Yanına gelen torununa:
“Bak oğlum,
bu köpeklerden beyaz olanın adı iyilik,
siyah olanının adı ise kötülüktür.” der.
Çocuk köpeklerden hangisinin kazanacağını sorduğunda ise
şu karşılığı alır:
“Ben hangisini beslersem o kazanır!”

Pazartesi, Ekim 29, 2007

KADIN

Çocuk taşırlar, zorlukları taşırlar, ağır yükleri taşırlar
ama mutluluk, sevgi ve neşe verirler.
Bağırmak istediklerinde gülümserler.
Ağlamak istediklerinde şarkı söylerler.
Mutlu olduklarında ağlarlar.

Bir kadın tanırım, çok güçlü
espirileri ile sevdiklerine kendilerini iyi hissettirir.
Öyle kadınlar bilirim karlı bir günde telefon başında bekler
arkadaşının " eve güvenle geldim! " telefonunu kaçırmamak için.
Bir dost bilirim
yıllar önce söylediğim sırrı özenle tutup
asla bir daha ortaya getirmeyen.

Kadınların özel bir tarafı var.
Gönüllü çalışır, hasta bakıcılık yapar
çaresizlere yiyecek taşırlar.
Öğretmen, memur. doktor, hemşire
yönetici, avukat, evhanımı, komşudurlar.
Takım kıyafet giyer, kot ve üniforma.
İnandıkları uğruna savaşır,
haksızlığa karşı dururlar.
Barış için, sevgi için, doğruluk için
konuşur, yürür, başvurur, çırpınırlar

Aynı anda göz yaşlarını silebilir,
yaraya pamuk koyar
ve sırtını sıvazlayabilirler.
Ailesi daha çok yesin diye az yiyebilir,
çocukları kitap alabilsin diye
yeni bir ayakkabı almadan bir kış daha geçirirler.
Okul aile toplantılarına gider,
hasta çocuğu için okula koşarlar.

Dostlarını destekler,
korkmuş arkadaşı ile doktora giderler.
Gerektiğinde para verir,
koşulsuzca severler
bilginin güç olduğunu bilir
ama genede yumuşaklıkla işlerini hallederler.

Çocukları ödül aldığında, başarılı olduğunda
yada sadece mutlu olduğunda ağlarlar.
Kimi zaman omuz, kimi zaman bir çift kulak,
kimi zamanda yardım eden bir ses olurlar.

Hiç güçleri kalmadığında bile,
dimdik ayakta dururlar.
Zor durumları kontrol eder,
yorgunken bile enerji verirler.
İhtiyacı olan bir dost için uykusuz kalır
yalnızken yanına koşarlar.

Bir kadının dokunuşu her yarayı iyileştirir.
Bir kucaklama, bir öpücük kalpleri tamir eder.
Romantik bir geceyi unutulmaz yapabilir.
Kocasının, çocuklarının ve arkadaşlarının
en iyi özelliklerini ortaya çıkarabilir.
Gölgede kalmaktan şikayet etmez.
Zorlamak yerine nazikçe cesaretlendirir.
Şefkatli sözler fısıldayabilir, çığlık çığlığa taraftar olabilir,
ve korkuları gülerek uzaklaştırabilir.
Moralini düzeltip, kendine güven getirebilir
bir kayıp yada kavga sonrası aileyi bir araya getirebilir.

Kadın her çeşitte, her ölçüde, her renkte ve şekilde olur.
Evlerde, apartmanlarda, gece kondularda yaşar.
Yürür, araba kullanır, uçar yada koşar.
Dostuna basit bir e-mail gönderererek
ne kadar değer verdiğini anlatır.
Haksızlıkları affetmek ve unutmak için yürekleri vardır.
İyiliği unutmayan, her zaman hatırlayan,
Sevgi ve sadakat ile çarpan bir kalpleri vardır.
İşte dünyayı döndüren kadının kalbidir.

Bir kadın aynı anda hem ağlayabilir hem gülebilir.
hem üzgün hem umutlu olabilir.
hem affedebilir hem cesaretlendirebilir.

Kadın sadece doğum yapmaktan çok daha fazlasını yapar.
Neşe ve umut getirir.
Hayal kurmayı ve hedeflere ulaşmayı öğretir.
İhtiras ve idealleri verir.
Bir insanın hayatına girer ve yaşamı değiştirir.

Geriye bütün isteği
Bir sıcak kucaklama
Bir sıcak gülümseme
Ve bir sıcak öpücüktür.

yazar:bilinmiyro

PAMUK PRENSES HİKAYESİNİN GERÇEĞİ

Daha yeni evlenmiştim Kralla.

Saraya ilk girdiğim anda sevdim orayı.

Hele o güzeller güzeli Pamuk var ya.

O kadar kanım kaynadı ki o güzel kıza.

İki yıl önce genç yaşında kaybettiğim kızıma o kadar benziyordu ki.

Kızımın yerine koymuştum onu.

Nereden bilebilirdim ki o güzel yüzün ardında neler yattığını.

İlk birkaç gün çok güzel geçti.
Derken yavaş yavaş gerçek yüzünü göstermeye başladı Pamuk.
Babasının yanında bir melek oluyordu.

O yokken ise hakaretlerin bini bir paraydı.

Ne çirkinliğimi bırakıyordu, ne aptallığımı.
Her yalnız kaldığımızda bana saraydan defolup gitmemi söylüyordu.
Oysa nelerine göz yumuyordum onun.

Avcıyla aralarında bir şeyler olduğunu saraya ilk girdiğimde anlamıştım.

Ama onu sevmiyordu Pamuk.

Diğer ülkenin yakışıklı prensine sırılsıklam aşıktı.

Ve avcıyı bir piyon olarak kullanıyordu.

Kaç kere karşıma alıp
nasihat etmeye kalktıysam tersledi beni.

Hatta bir keresinde tokat atmaya bile cüret etti.

Ben yine gençliğine cahilliğine verdim.

Sustum.
Ve günlerden bir gün olanlar oldu.
Evden kaçtı Pamuk.

Ne yapacağımı şaşırdım.

Aramadığım sormadığım yer kalmadı.

Yoktu ortalarda.

Derken akşamüstü kocam saraya döndü ve kızını sordu.

Söyleyemedim kaçtığını.

Kalp hastasıydı kocam nasıl diyebilirdim ki.

Ona kızın bir arkadaşına gittiğini gece orada kalacağını söyledim.
O anda öyle bir şey oldu ki bütün dünya tepeme yıkıldı.

Avcı telaşla içeri girerek " Kraliçem, aynen dediğiniz gibi
Pamuk Prenses'i öldürüp size yüreğini getirdim" demez mi.

Ne yapacağımı ne diyeceğimi şaşırdım.

Belli ki prensesin yeni oyunuydu bu.

Daha bir şey söylememe kalmadan kocamın tokadıyla yere yığıldım.

Ve onu izleyen darbeler sonunda kendimden geçmişim.

Gözlerimi açtığımda başımda sadece hizmetçiler vardı.

Hemen kocamı çağırmalarını istedim.
Anlatmalıydım ona gerçeği.

Ama öğrendim ki iş işten geçmiş.

Kocam kızının ölümüne dayanamayıp kalp krizinden ölmüş.

Yıkılmıştım.

Ama şimdi kendi derdimi bırakıp Pamuk’la ilgilenmem gerekiyordu.
Artık ölen kocamın yadigarıydı o bana.

Hemen avcıyı çağırttım yanıma.

Biraz sıkıştırınca söyledi kızın yerini bana.
Bir ormanda yedi cüceyle birlikte bir kulübede yaşıyormus.

Hemen mutfağa geçip sevdiği
yemeklerden hazırlattım ona.

Bir kaç tane de elma aldım yanıma, çok severdi elmayı.

Hemen ormanın yolunu tuttum.

Kulübeyi bulduğumda hava kararmak üzereydi.

Kapıyı çaldım bir iki kez.

Açan olmadı,biraz itince kapının açık olduğunu farkettim.

İçer girince ise bir baktım Pamuk yerde serilmiş yatıyor.

Mutfaktan ağır bir gaz kokusu geliyordu.

Elinde de bir kağıt vardı.

Kağıdı alıp okudum.

Prensten geliyordu, avcıyla aralarında bir ilişki olduğunu öğrendiğini

ve artık onunla evlenemeyeceğini yazıyordu.

Zavallı kız da bunu okuyunca canına kıymaya kalkmıştı.

Telaştan sepeti olduğu yere atıverdim.
Hemen bütün kapıları camları açıp kızı dışarı çıkardım.

Sonra da prense haber vermeye gittim.

Yoksa aynısını ikinci kez yapabilirdi.
Prense olanları anlatıp yanıma aldım.

Prensesin yasadığı kulübeye geldik.

Kız hala yerde yatıyordu bu arada cüceler de dönmüş

onu o halde görünce oldu sanıp başında ağlaşıyorlardı.

Prens ve ben usulca yanına gittik.

Prens kızın yüzüne eğilerek alnına bir öpücük kondurdu.

Gazın etkisi yavaş yavaş geçmiş kız da kendine gelmeye başlamıştı.

O anda bütün cüceler kızın kendisine gelmesini

prensin öpücüğüne bağlayıp haykırmaya başladılar.

Prensim çok yaşaaaaaaaaaaa.

Neyse mühim değildi.

Pamuk kurtulmuştu ya.

Önemli olan buydu.

Pamuk gözlerini açar açmaz karşısında beni görünce haykırmaya başladı.

İşte beni bu zehirledi.

Az daha öldürecekti beni.

Neye uğradığımı şaşırdım.

Yerde dağılmış duran elmalar, kraliyete ait bir sepet

ve prensesin asla yalan söyleyemeyecek gibi duran masum yüzü

bir araya gelince kime neyi inandırabilirdim ki.

Hemen koşarak oradan uzaklaştım.

Ve hala o kızın yüzünden lekelenmiş adımı değiştiremiyorum.
İşte dostlar işin asli bu.

Ama bu saatten sonra kim inanır ki kötü kalpli kraliçenin masum olduğuna...

Yazar:bilinmiyor