Perşembe, Eylül 30, 2010

Dunning-Kruger Sendromu




Televizyon izlerken birilerine bakıp da:
"Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş?"
diye düşündüğünüz oldu mu hiç?
Ya da işyerinizde sizinle aynı
ya da daha üst aşamada bir görevde olan bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı?;
onlara bakıp:
"Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?"
diye iç geçirdiniz mi?
Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD'li
bu hissi çok yaşamış olacak ki,
iki psikiyatri uzmanı,
10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı:
"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."
Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı.
Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda
şu bulgulara ulaşıldı:
• Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
• Niteliksiz insanlar,niteliklerini abartma eğilimindedir.
• Niteliksiz insanlar,
gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp
anlamaktan da acizdirler.
• Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa,
aynı niteliksiz insanlar,
niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.
Bitmedi...
Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı
ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...
Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin:
“kendilerine güvenleri” müthişti.
Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri;
hatta "iyi günlerinde olmaları halinde
yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.
Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise
“en alçakgönüllü” deneklerdi;
soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.
Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi
ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:
“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi,
kendini ve yaptıklarını övmekten,
her işte öne çıkmaktan
ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz!
Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!
Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı
mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur.
‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür.
Sonuçta, ‘kifayetsiz muhterisler’
her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler…
Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar
çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz,
yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz,
kıymetlerinin bilinmesini beklerler...
Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler...
Muhtemelen üstleri tarafından da
‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar..."
N'olur fazla mütevazi olmayın!...
(kaynak:mailler)

Pazartesi, Eylül 27, 2010

SADECE VAZGEÇMEYİ BİLDİM

...Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim,

Ya da asla birini severken karşılığını beklemedim.

Dostluğuma değer biçmedim,sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim.

Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim.

Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım.

Ama hata insana mahsustur dedim.

Affettim, af diledim.

Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim.

Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.

Belki de içten içe sinsice güldüler.

Ama asıl unuttukları şuydu;

Ben aldanmadım..!

Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar.

Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için,

Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için.

Oysa ben hiç insan kaybetmedim.

Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar..

CAN YÜCEL
__._,_.___

Cuma, Eylül 24, 2010

ÇOCUKLARIMIZ


Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil.
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler, ama sizden gelmediler.
Sizinle birlikte olsalar da size ait değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, ama düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ama ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarının diyarında yaşar,
Siz ise o diyarı ziyare edemez, düşlerinizde bile göremezsiniz.
Onlar gibi olmaya uğraşabilirsiniz,
Ama sakın onları kendiniz gibi yapmaya çalışmayın.
Çünkü hayat dünde kalmaz ve geriye gitmez.
Siz çocuklarınızın birer ok gibi ileriye atıldığı yaylarsınız.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür,
Ve tüm gücüyle sizi büker ki ok hızla, en uzağa gidebilsin.
Okçunun elindeki eğilişiniz memnuniyetle olsun.
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği gibi,
Sıkı durabilen yayı da sever.

(kaynaka.mailler Halil Cibran)

Pazartesi, Eylül 20, 2010

AHDE VEFA





Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken,
huzura üç genç girerler.
Derler ki :
Ey halife,
bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü.
Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek :
Söyledikleri doğru mu diye sorar.
Suçlanan genç der ki :
Evet doğru.
Bu söz üzerine Hz Ömer:
Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar.
Genç anlatmaya başlar:
Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım.
Ailemle beraber gezmeye çıktık,
kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi.
Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki
dönen bir defa daha bakıyor.
Hayvana ne yaptıysam
bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım.
Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı,
atım oracıkta öldü.
Nefsime bu durum ağır geldi,
ben de bir taş attım, babası öldü.
Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı,
durum bundan ibaret, dedi.
Hz Ömer:
Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam.
Madem suçunu da kabul ettin, dedi.
Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya başladı:
Ben memleketinde zengin bir insanım,
babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı.
Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım.
Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz
yetimin hakkını zayi ettiğiniz için
Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz,
bana üç gün izin verirseniz
ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim,
bu üç gün içinde yerime birini bulurum, der.
Hz. Ömer der ki:
Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
Bu zat benim yerime kalır.
O zat Hz. Peygamber Efendimizin(sav)en iyi arkadaşlarından,
daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As'dan başkası değildir.
Hz. Ömer Amr'a dönerek:
Ey Amr, delikanlıyı duydun, der. O yüce sahabe:
Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere
ama gençten bir haber yoktur.
Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak
gencin gelmeyeceği,
dolayısıyla Amr Ibni As'a verilecek idam yerine
maktulün diyetini vermeyi teklif ederler,
fakat gençler razı olmaz
ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz derler.
Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki:
Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim.
Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki:
Biz de sözümün arkasındayız.
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur
ve insanların arasından genç görünür.
Hz. Ömer gence dönerek derki:
Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?
Genç vakurla başını kaldırır ve
(günümüz insani için pek de önemli olmayan):
'AHDE VEFASIZLIK ETTI' demeyesiniz diye geldim der.
Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr Ibni As'a der ki:
Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun,
nasıl oldu onun yerine kefil oldun?
Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razı olsun,
vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir:
Bu kadar insanın içerisinden beni seçti.
'İNSANLIK ÖLDÜ 'dedirtmemek için kabul ettim, der.
Sıra gençlere gelir, derler ki:
Biz bu davadan vazgeçiyoruz.
Bu sözün üzerine Hz Ömer:
Biraz evvel babamızın kani yerde kalmasın diyordunuz
ne oldu da vazgeçiyorsunuz, der.Gençlerin cevabı da dehşetlidir:

MERHAMETLİ İNSAN KALMADI' DEMEYESINIZ DİYE…
(kaynak:mailler)

Pazar, Eylül 12, 2010

basketbol


BASKETBOL TÜRK MİLLİ TAKIMIMIZ
emeği geçen herkese teşekkürler::))

Cuma, Eylül 10, 2010

BAYRAM

BİZ YURT DİYE ANADOLUYU,

YOL DİYE CUMHURİYETİ,

ONUR DİYE BAĞIMSIZLIĞI,

ÖNDER DİYE ATATÜRK'Ü,

DOST DİYE SİZİ SEÇTİK.

BU DİLEKLERLE RAMAZAN BAYRAMINIZI KUTLARIM!

Çarşamba, Eylül 08, 2010

YAŞAM



Yaşam;
üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama,
biraz duraksa,
neler olup bittiğine anlam verme.
Mutlaka yanlış bir şey oldu
ve düşüncelerin ile dileklerin
aynı orantıda değildi
ve varlığın ile buluşamadı.
Sorun yok, sadece bekle.
Güneş doğacaktır,
çimler yeşerecektir,
çiçekler açacaktır,
rüzgar esecektir
ve yağmur yağacaktır,
zorlamaya gerek yoktur,
olması gereken kendiliğinden olur!
İzlemene devam et,
şahitlik guzeldir,
hem olayın dışındasındır
hem de içinde,
o bir dengedir,
o anlamlıdır,
şahit ol,
tanık ol,
olan ile bütünleş,
güzellik olanların içinden filizlenecektir;
zorlamaya gerek yoktur,
olması gereken kendiliğinden olur!..
Hayat üçbuçukla dört arasındadır. ..
Ya üçbuçuk atarsın,
ya da dört dörtlük yaşarsın...

NEYZEN TEVFIK

Pazar, Eylül 05, 2010

Yıl, 1887…


Gazetecinin biri, Victor Hugo’ya soruyor:
“Eserleriniz ve siz
bugüne de çok olumlu eleştiriler aldınız,
çok övüldünüz.
Bunlar arasında sizi en çok hangisi hoşnut etti?”

Hugo anlatıyor:
“Karlı bir kış gecesiydi.
Eş dostla yiyip içmiştik.
Mesafe kısa diye, evime yaya olarak dönüyordum.
Fena halde sıkışmıştım.
Hızlı adımlarla, malikanemin bahçe kapısına vardım.
Kapı kilitliydi.
Var gücümle uşağıma seslendim: ‘İgooooooor!’
Defalarca haykırmama karşın İgor’un beni duyduğu yoktu.
Sidik torbam Atlas Okyanusu büyüklüğüne ulaşmıştı.
Altıma kaçırmak üzereydim.
Yaşlılık işte.
Çaresiz, bahçe duvarına yanaştım,
etrafa bakındım,
görünürde kimse yoktu,
fermuarımı indirdim ve su dökmeye başladım.
Tam o sırada arkamda bir at arabası durdu.
Hiç kıpırdamadan, sessizce işiyordum.
Arabacı nefret dolu bir sesle
‘Seni haddini bilmez, buruşuk o… çocuğu!
O işediğin, Sefiller’in yazarı Victor Hugo’nun duvarıdır!’ dedi.
İşte, hayatımda duyduğum en iltifat dolu söz buydu.”

(biraz kötü görünüyor ama,
yazıyı olduğu gibi aktardım)
(kaynak:mailler)