Perşembe, Aralık 31, 2009

2010'da olsun


2010’da kahkahalar ,
yeni heyecanlar ,
bebekler ,
düğünler ,
eglence
ve süprizler olsun...
Tatlılar olsun,
tiramisu ,
profiterol ,
elmalı kekler ,
şekerli kahveler .
Şişmanlamak olmasın 
Buluşmak için telefonlaşmalar olsun...
Kavuşmalar olsun..
Kayıplar,
depremler,
afetler olmasın.
Kırgınlıklar,
anlaşmazlıklar,
ayrılıklar,
yalanlar olmasın.
"biz" olsun;
"ben" olmasın...
Mutluluk parayla,
eğlence zoraki olmasın ...
Kimse sıkıntıdan patlamasın...:)
Göbek ,
göbek atmak için olsun .
Kolesterol olmasın .
Bir kere söylensin ve yeter olsun .
En önemlisi sevgi olsun ...
Daha ne olsun?... :)
olsun be....
(kaynak:mailler)

Salı, Aralık 29, 2009

Kıssadan hisse....



O gün gökyüzünde şimşekler çakıyor,
yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu.
Küçük kız her sabah olduğu gibi
annesinin sesiyle uyanmış,
kahvaltısını etmiş
ve okuluna gitmek üzere yola çıkmıştı.
Ancak şimşekler birbirinin peşi sıra
o kadar gürültüyle çakıyordu ki,
küçük kızın annesinin içini bir endişe kaplamıştı.
Anne,
yavrum bu havada yolda yürürken korkmasın diye düşündü.
Sırtına bir şey geçirdi ve sokaga fırladı.
Okul yolunda kızını aramaya başladı...
Derken bir de baktı ki,
kızı az ileride minik adımlarla yürüyor,
şimşek çaktığı anda durup gökyüzüne bakarak gülümsüyordu.
Anne kızının bu davranışına pek bir anlam veremedi;
meraklandı.
Yanına yaklaşıp sordu:
Yavrum, hiç korkmadın mı bu havada yalnız yürümekten?
Hem ne zaman şimşek çaksa durup yukarı bakarak öyle ne yapıyorsun?

Küçük kız cevap verdi:
Gülümsüyorum...
Çünkü Tanrı fotoğrafımı çekiyor.

"Yaşamı nasıl algılıyorsak öyle yaşıyoruz."
diyenler yanılmıyorlar galiba.

Pazar, Aralık 27, 2009

MARATONCU



Hava kararmaktadır.
Maraton yarışı sonuçlanalı bir saati geçmiştir.
Stadyum neredeyse boşalmıştır.
Stadyumun temizlikçileri
yavaş yavaş etrafı toparlamaya bile başlamıştır.
Tam o şırada stadyumun giriş kapışından
bir siyahi atlet gözükür.
Atletin gözü bitirme ipini aramaktadır.
Koşma ile yürüme araşı bir şey,
seke seke ilerlemektedir.
Sonunda atlet bitirme ipini göğüsler.
Böylece John Stephen Akhwari,
Mexico'daki 1968 Olimpiyatları'nda tarihe geçer.
Ama bu Tanzanyalı atletin tarihe geçmeşine asıl neden,
yarışı en şon bitiren atlet olmaşı değil,
ipi göğüsledikten sonraki sözleri olmuştur.
Bu Tanzanyalı atlet
yarış sırasında bir kaza geçirmiş ve yaralanmıştır.
Tedavişi yapılmıştır,
ama bacağı hâlâ kanamaktadır.
Stadyumda kalan küçük bir kalabalık bu atleti alkışlarlar.
Bir kısmı takdirle alkışlamaktadır,
bir kısmı da adamın yaralı bacağını görmediklerinden,
belki de dalga geçerek alkışlamaktadır.
Bu alkışlamada belki de,
""Akşam-ı şerifler hayrolsun! Nerelerdeydiniz mirim?""
türünden bir sorgulama bile vardır.
Maraton koşusunu yazacak bir-iki gazeteci daha
stadyumdan ayrılmamıştır.
""Neredeydiniz mirim?""
sorusunu bu gazeteciler daha bir usturuplu sorarlar :
-Yarışı kazanma şanşınızı kaybetmiştiniz.
Neden ille de yarışı bitirmek için
bu kadar kendinizi zorladınız?
Bu soruya Tanzanyalı atlet çok şaşırır;
ama sonunda cevabını verir :
-Beni ülkem buraya yarışa başlayayım diye değil,
yarışı bitireyim diye yolladı……
(kaynak:mailler)

Cuma, Aralık 25, 2009

Salı, Aralık 22, 2009

Yük ve Yol







Hamalsan iki şey önemli oluyor senin için: Yük ve yol...


Ancak sırtına aldığın yükle bu mesafeyi aşabilirsen,
ücret mevzu bahis oluyor.
Aksi olursa, cereme çekiyorsun!
Bunu düşünüyordum.
Yanımdaki hamalla yola çıktık.
İhtiyardı.
Kendinden büyük bir yük almıştı.
Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece,
onunkinin çeyreği...
Diyordum ki içimden
"Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları,
yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!.."
Nitekim, çok geçmeden dedi ki:
"Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!. ..
"Ne molası, dedim ona hayretle.
Ben daha terlemedim!. .
"Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü.
Salarken yükünün ipini "Sen de dinlen hadi" dedi.
Benim canım sıkılmıştı bu işe.
Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu,
bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın
ne büyük hata olduğunu düşünüyordum.
O ihtiyar,
bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken,
ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum.
Bir saat kadar sonra yine durdu,oturdu, dinlendi.
Ben kızgınlıkla dolandım etrafında...
"Yükünü indirip sen de dinlen",
demesine aldırmadım,ona daha çok kızdım...
Sonra yine durdu.
Bana da "dinlenmemi" söyledi yine ama dinlenmedim.
Yarım saat sonra "dinlenelim mi" diye sordu,
aksi aksi başımı salladım...
Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum,
birden bire dizlerimin bağı çözüldü.
Kafamın içinde uçuşan kara kara sinekler sustu,
çöküp kaldım.
Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı.
Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim.
Uyumuştum da uyandım mı,
yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım...
Baktım kendi kocaman yükünün üzerine
benim bavullarımı da bağlamıştı.
Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim.
Sonra koluma girerek; "Hadi kalk, dedi.
Bana yaslan.
Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz."
Dediğini yaptım.
Omzundan güç aldım,
ama asıl anlattıkları iyi geldi bana.
"Ben yılların hamalıyım, dedi.
Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm.
Çoğu, dinlenmek istemediklerinden
yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda...
Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu,
anlattığım bu insanlara ait...
Halbuki bir yükü "taşımak" bizim işimiz,
"altında ezilmek" değil!..
Unutma ki bir yük taşıdıkça ağırlaşır.
Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun!
Belki günün birinde hamallığın şekli değişir.
Belki o günleri ben göremem.
Ama sen kavuşursan o zamanlara,
aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma...
Akşamları bırak ve hafifle...
Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü.
Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak,
bugünün altında yok olmak değil.
Çünkü , yarınlarda bizi bekleyenler var,
taşıdıklarımızı bekleyenler var...
Gerçek şu ki, hepimiz şu hayatın hamallarıyız..
Yüklerimizi en doğru şekilde yarınlara taşımamız gerekiyor..

(kaynak:mailler)

Cumartesi, Aralık 19, 2009

Ege Universitesi 2009 El kitabından;





SAĞLIK:

1. Çok su için.
2. Kahvaltıyı kral,
öğle yemeğini prens
ve akşam yemeğini de dilenci gibi yiyin.
3. Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri
daha çok
ve fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
4. 3 E ile yaşayın --
enerji, heyecan ve duygu paylaşımı
5. Meditasyon, yoga ve dua yapacak zaman yaratın.
6. Daha çok oyun oynayın.
7. 2008'de okuduğunuzdan daha fazla kitap okuyun .
8. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.
9. 7 saat uyuyun.
10. Hergün 10 - 30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken gülümseyin.

KİŞİLİK:

11. Hayatınızı başkalarınınki ile karşılaştırmayın.
Onların seyahatinin ne hakkında olduğuna dair hiçbir fikrin yok.
12. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere
veya şeylere sahip olmayın.
Bunun yerine enerjinizi olumlu şekilde şu an için harcayın.
13. Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
14. Kendinizi çok da ciddiye almayın; kimse yapmıyor.
15. Kıymetli enerjini gevezelikle, dedikoduyla boşa harcama.
16. Uyanık iken daha fazla hayal kurun.
17. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır.
İhtiyacınız olan herşeye zaten sahipsiniz.
18. Geçmiş meseleleri unutun.
Partnerinizin geçmiş hatalarını hatırlatmayın.
Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.
19. Hayat, birisine kin duyarak
zamanı boşa harcamak için çok kısadır.
Kimseden nefret etmeyin.
20. Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.
21. Senden başka hiç kimse senin mutluluğundan sorumlu değildir.
22. Hayatın bir okul olduğunu
ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın.
Problemler, cebir dersi gibi gelip giden,
ancak aldığımız derslerin
bir ömür boyu devam ettiği eğitim programının bir parçasıdır.
23. Daha fazla gülümseyin ve gülün.
24. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz.
Aynı fikirde olmamak için anlaşın.

SOSYAL YAŞANTI:

25. Ailenizi sık arayın.
26. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin.
27. Herkesi herşey için affedin.
28. 70 yaşından büyük
ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.
29. Hergün en az 3 kişiye gülümseyin
ve tanımadığınız en az 1 kişiye "GÜNAYDIN" deyin.
30. Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü seni ilgilendirmez.
31. Hasta olduğun zaman işin sana bakmamalı.
Arkadaşların bakmalı.
Onlarla temasta olun.

HAYAT:

32. Doğru şeyi yapın!
33. Faydalı,
güzel veya neşe dolu olmayan herşeyden uzak durun.
34. Tanrı herşeyi iyileştirir.
35. Bir durum iyi veya kötü olsun,
nasılsa değişecektir.
36. Nasıl hissettiğinizin önemi yok,
haydi kalkın, giyinin ve ortaya çıkın.
37. En iyisine henüz sıra gelmedi.
38. Sabah canlı olarak uyandığınız zaman,
bunun için ALLAH'a! şükredin.
39. Maneviyatınız daima mutludur.
Öyleyse mutlu olun.

SONUNCU ANCAK ÖNEMLİ:
40. Lütfen bu dilekleri önemli saydığınız herkese okutun.
(kaynak:mailler)

Perşembe, Aralık 17, 2009

Hala sizinleyse!!!






1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı.
Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür ettiniz.

2 yaşınızdayken size yürümeyi öğretti.
Size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz.

3 yasınızdayken size özenle yemekler hazırladı.
Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz.

4 yaşınızdayken elinize rengârenk kalemler tutuşturdu.
Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz.

5 yaşınızdayken sizi cici kıyafetlerle süsledi.
Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz.

6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü.
Sokaklarda 'GITMIYCEEEEEEEM' diye ağlayarak teşekkür ettiniz.

7 yaşınızdayken size bir top hediye etti.
Komşunun camini kırarak teşekkür ettiniz.

9 yaşınızdayken size dualar öğretti,
siz her seferinde unutarak teşekkür ettiniz.

11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü
'Sen bizimle oturma' diyerek teşekkür ettiniz.

12 yaşınızdayken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi.
O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz.

19 yaşınızdayken okul masraflarınızı karşıladı,
sizi arabayla kampusa götürdü ve eşyalarınızı taşıdı.

Arkadaşlarınız alay etmesin diye
kampus kapısında vedalaşarak teşekkür ettiniz.

21 yaşınızdayken iş hayatı ve kariyerinizle ilgili
size fikir vermek istedi.
'Ben senin gibi olmayacağım' diyerek teşekkür ettiniz.

22 yaşınızdayken kep giyme töreninizde
size gururla sarıldı.
Avrupa seyahati için para isteyerek teşekkür ettiniz.

25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı,
sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandı.
Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz.

30 yaşınızdayken bebek bakımı hakkında
size akıl vermek istedi.
'Artık bu ilkel yöntemleri bırak'
diyerek teşekkür ettiniz.

40 yaşınızdayken sizi arayıp
bir akrabanızın doğum gününü hatırlattı.
'Anne işim başımdan aşkın' diyerek teşekkür ettiniz.

50 yaşınızdayken o çok hastalandı,
hafta sonunda onu görmeye gittiğinizde mutlu oldu.
Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek teşekkür ettiniz.

Derken bir gün..... o öldü.
O güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa,
o anda kalbinize bir yıldırım gibi duştu....


VE BİR HİKAYE:

'Evin telefonu sabaha karşı üç buçukta çaldı.
Uyku sersemi adam telefonu açtı.
Telefondaki ses annesine aitti.
Telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti?
Annesi 'nasılsın oğlum iyi misin?' diye sordu.
Oğlu şaşkın bir ifadeyle
'iyiyim anne hayırdır bir şey mi oldu
siz iyi misiniz?' dedi.
Annesi
'biz iyiyiz bir şeyimiz yok
sadece sesini duymak istedim' dedi.
Oğlu da
'anne bunun için mi aradın saat sabahın üçbuçuğu
yarın da konuşabilirdik'
deyince annesi de 'rahatsız mı ettim oğlum?' dedi.
Oğlu 'evet anne rahatsız ettin' deyince annesi
'30 sene önce sen de beni bu
saatte rahatsız etmiştin,
doğum günün kutlu olsun'

EĞER HALA SİZİNLEYSE,
ŞİMDİ ONU HER ZAMANKİNDEN DAHA COK SEVİN...

UNUTULMAMAK DİLEĞİYLE...

(kaynak:mailler)

Salı, Aralık 15, 2009

İSRAF VE TARASARRUF (Tutumlu Olmanın Önemi)




Tutumluluğu kısaca:
"Aşırı ve gereksiz harcamalardan kaçınma"
şeklinde tanımlayabiliriz.
Ele güne muhtaç olmamak isteniyorsa,
gelirlerimizi ve giderlerimizi,
bizleri zorda bırakmayacak şekilde ayarlamamız gerekir.
İnsanlar kendilerini
küçük yaşta tutumlu olmaya alıştırmalıdır.
Daha çocukken,
büyüklerimizin verdiği harçlıkları,
gereksiz yere harcamamayı öğrenmeliyiz.
Bir kısmını harcarken bir kısmını biriktirmeliyiz.
Bizim için gereksiz olan şeylere harcama yapmamalıyız.
Tutumluluk,
sadece parayı idareli kullanmak değildir.
Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz,
kullandığımız her şeyde aşırılığa kaçmamak gerekir.
Elbiselerimizi ve ayakkabılarınızı
özenle giymeliyiz.
Gıda maddelerini tüketirken dikkatli olmalıyız.
İhtiyaç fazlası yiyecekleri hemen ziyan etmemeliyiz.
Buzdolabında veya gerektiği şekilde,
sağlık koşullarına uygun bir biçimde saklamalıyız.
Örneğin,
tencerede artan yemeği hemen dökmek yerine
buzdolabında saklamalıyız.
Tutumluluk günümüzde
"zamanı kullanma" açısından
ayrı bir önem kazanmıştır.
Uygar dünyada kentleşme,
yoğun trafik,
ağır çalışma koşulları gibi nedenlerle
artık zaman çok değerlenmiştir.
Bu nedenle zamanımızı boş yere öldürmemeliyiz.
Yeterince dinlenmeliyiz
ama çalışma zamanım da kötü,
gereksiz alışkanlıklanmızla,
uğraşlarla öldürmemeliyiz.
Modern dünyada çağdaş insanlar
artık tutumlu olmaya çok önem vermektedirler.
Çünkü tutumlu oldukları zaman
sıkıntıya düşmeyeceklerini bilirler.
(kaynak:mailler)

Pazar, Aralık 13, 2009

GERÇEK CENNET




Yaşı çok genç olmasına rağmen,
ölümden sonrasını,
cennet ve cehennemi çok merak ediyordu.
Bu şiddetli merakın sonucu mudur bilinmez,
bir gün rüyasında öldüğünü gördü.
Bir melek kendisini alıp öteki dünyaya kanat çırptı.
"Şimdi," dedi melek,
"hayatın boyunca görmek istediğin yerleri göstereceğim sana."
Genç gördükleri karşısında hayretler içinde kaldı.
Cehennem denilen yer kocaman bir odaydı
ve odanın ortasında büyük bir masa,
masanın üstünde de nefis kokular saçan iştah kabartıcı yemekler vardı.
Masanın etrafında ise cehennem ehli oturuyordu.
Odanın duvarında
"Yemekler, sadece kaşıkların ucundan tutarak yenilebilir"
şeklinde bir levha asılıydı.
Bu nefis kokular saçan
yemeklerin sunulduğu bir yer nasıl cehennem olabilirdi ki?
Tam bu soruyu kendisine eşlik eden meleğe soracaktı ki,
başka birşey dikkatini çekti.
Cehennemdeki insanlar,
önlerinde duran onca nefis yemeğe rağmen
mutsuz ve kederli bir halde sessizce oturuyordu.
Daha ilginci ise,
hepsi ellerinde
kollarından daha uzun kaşıklar tutuyorlar
ve bu kaşıkları kullanarak yemek yiyemedikleri için
açlıktan muzdarip halde oturuyorlardı.
Melek,
onun soru sormasına fırsat vermeden
"Şimdi de sana Cennet'i göstereceğim" dedi
ve onu bir öncekiyle tıpatıp aynı bir odaya götürdü.
Odada yine aynı enfes yemeklerle dolu bir masa,
etrafında
ellerinde aynı uzunlukta kaşıklar tutan insanlar oturuyordu.
Duvarda aynı kural yazılıydı.
Kısacası,
görünürde herşey aynıydı.
Tek bir farkla:
Cennet'teki insanlar,
bir taraftan ellerindeki uzun kaşıklarla
karşılarında oturanlara yemekleri ikram ederken,
bir taraftan da şen şakrak sohbet ediyorlardı.
Ve yüzlerinde hem doymanın,
hem de mutluluğun ifadesi okunuyordu.
Melek, onu yolcularken kulağına şunları fısıldadı:
"Görüyorsun ki,
Cehennem'deki benciller
sadece kendilerini doyurmaya çalıştıkları için
hem aç hem mutsuz.
Cennet ehli ise
cömertlikleri ve ikram duyguları sayesinde
hem midelerini,
hem de ruhlarını doyurabiliyorlar."
(kaynak:mailler)

Cuma, Aralık 11, 2009

EN İYİ HABER



Arjantin'li ünlü golfcü Robert de Vincenzo,
yine bir turnuvayı kazanmış,
ödülünü alıp kameralara poz vermiş
ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.
Bir sure sonra binadan çıkıp
otoparktaki arabasına yürürken
yanına bir kadın yaklaştı.
Kadın başarısını kutladıktan sonra
ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı.
Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı.
Kadının anlattığı öykü De Vincenzo'yu çok etkilemişti,
hemen cebinden bir kalem çıkarttı
ve turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı çek defterine.
Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona,
"Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" dedi.
Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken,
Profesyonel Golf derneği'ne bir görevlisi yanına geldi.
"Otoparktaki görevli çocuklar
geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra
yanına bir kadının geldiğini
ve onunla konuştuğunu söylediler bana" dedi.
De Vincenzo evet anlamında basını salladı.
"Evet" dedi görevli,
" Sana bir haberim var.
O kadın bir sahtekardır.
Üstelik hasta bir çocuğu da yok.
Seni fena halde kandırmış arkadaşım."
De Vincenzo,
"Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu?" dedi.
"Hayır, yok" dedi görevli.
"İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber."
dedi De Vincenzo.

"AYNI PENCEREDEN DIŞARI BAKAN İKİ ADAMDAN BİRİ,
SOKAKTAKİ ÇAMURU,
DİĞERİ İSE GÖKTEKİ YILDIZLARI GÖRÜR. "
(kaynak:mailler)

Pazartesi, Aralık 07, 2009

Nefes almak bayramdır mesela;



Nefes almak bayramdır mesela;
günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir;
sevmeninkini yalnızlık...
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek,
zihinden önce bedeni kaybetmemek,
kurda kuşa yem olmayıp
"Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...
”Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır”
Küsken barışmak,
ayrıyken kavuşmak,
suskunken konuşmak bayramdır.
Vuslat da bayramdır öte yandan...
Endişe içinde beklediğinden mektup almak,
telefonda ansızın sesini duymak,
deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır.
En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek,
korktuğunda güvendiğine sarılabilmek,
dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.
Saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.
"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır.
Gerektiğinde haksızlığın üstüne
yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır.
Güne gülümseyerek başlamak bayram,
"günaydın" bayram,
"iyi akşamlar" bayramdır.
"İyi ki yanımdasın" bayram,
"Her şeyi sana borçluyum" bayram,
"Hiç pişman değilim" bayram...
Dostlarından, gözü yaşlı ayrılmak da bayramdır.
Alnı açık yaşlanmak bayramdır;
ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek de...
(kaynak:mailler)

Perşembe, Aralık 03, 2009

DİKKAT EDİN


Söylediklerinize dikkat edin,
düşüncelerinize dönüşür.
Düşüncelerinize dikkat edin,
duygularınıza dönüşür.
Duygularınıza dikkat edin,
davranışlarınıza dönüşür.
Davranışlarınıza dikkat edin,
alışkanlıklarınıza dönüşür.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin,
değerlerinize dönüşür.
Değerlerinize dikkat edin,
karakterinize dönüşür.
Karakterinize dikkat edin,
KADERİNİZE dönüşür.
(mahatma gandi)

Salı, Aralık 01, 2009

Cumartesi, Kasım 28, 2009

AFFETMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ





Bir lise öğretmeni
bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:
"Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?"
Öğrenciler
çok sevdikleri hocalarının bu teklifini
tereddütsüz kabul ederler.
"O zaman" der öğretmen:
"Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin"
Öğrenciler bunu da yaparlar.
"Şimdi yarınki ödevinize hazır olun.
Yarın hepiniz birer plastik torba
ve beşer kilo patates getireceksiniz!"
Öğrenciler , bu işten pek birşey anlamamışlardır.
Ama ertesi sabah
hepsinin sıralarını üzerinde
patatesler ve torbalar hazırdır.
Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine
şöyle der öğretmen:
"Şimdi,
bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz
her kişi için bir patates alın,
o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp
torbanın içine koyun."
Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken,
bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.
Öğretmen,
kendisine "Peki şimdi ne olacak?"
der gibi bakan öğrencilerine
ikinci açıklamasını yapar:
"Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin,
bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız.
Yattığınız yatakta,
bindiğiniz otobüste,
okuldayken sıranızın üstünde
hep yanınızda olacaklar."
Aradan bir hafta geçmiştir.
Hocaları sınıfa girer girmez,
denileni yapmış olan öğrenciler
şikayete başlarlar:
"Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor."
"Hocam, patatesler kokmaya başladı.
Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık."
"Hem sıkıldık, hem yorulduk?"
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:
"Görüyorsunuz ki,
affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz.
Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz.
Affetmeyi
karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz,
halbuki affetmek
en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.

Alıntı....(maillerden)

Perşembe, Kasım 26, 2009

Zenginlik çok şeye sahip olmak değil az şeye ihtiyaç duymaktır.

Mina Urgan demiş ki; "Ben sahip olduklarımın tadını çıkarmayı öğrendim hayatta. Sahip
olamadıklarımın ve olamayacaklarımın acısına ise ayıracak zamanım yok.
Hayat çok kısa."
... daha çok şeye ihtiyaç duymak değil, varolanla yetinebilmeyi başarmak onemli olan...

Charlotte kuralı
Charlotte, Paris'te yaşayan çok güzel bir kızdır. O kadar güzeldir ki,
sarı saçları şelaleler gibi omuzlarından kollarına dökülür.
Boyu upuzun, bacakları upuzundur. Bir reklam ajansında, müşteri
temsilcisi olarak çalışır. İyi para kazanır. Ailesi çok varlıklıdır
hatta. Geçen yaz, Güney Fransa'daki malikánelerini, Brad Pitt-Angelina
Jolie çiftine kiralamışlardı. Hatta, "Geldiğimizde evde,
hizmetlilerden başka kimse olmasın" diye tembihlemelerine rağmen,
Charlotte gidişini muzipçe geciktirmiş ve bu meşhur çiftle tanışmıştı.
Bense Charlotte'u geçen hafta Paris'te tanıdım. Şu ana kadar, fütursuz
bir roman girişi gibi gelişen bu bilgileri almanız, kuralı
sorgulamamanız açısından önemli.
Paris'te, bir arkadaşım beni Charlotte'un evine davet etti.
Bilirsiniz, insanlar birbirlerinin hayatını merak eder, fark etmeden
ve ettirmeden incelerler. Hatta benim en sevdiğim şeylerden biri,
sokakta, perdeleri sonuna kadar açık evlere ve orada yaşananlara şahit
olmaktır. İnsanın içi, insanlığa ısınır. Dersin ki, "Oh.... Üç aşağı
beş yukarı aynı şeyler işte!" Ben de, böyle gözlerle incelemeye
başladım biraz önce tanıdığım bu güzel Fransız kızın hayatını.
Herkesin evinden yola çıkıp, kendisine varmak mümkün.
Fakat bu evde bir tuhaflık vardı. Her şeyden çok az vardı bu evde..
Gerektiği kadar. Mesela, bir şampuan bir sabun. Küvetin kenarında öyle
yalnız başlarına... (Birbirleriyle uzun zamandır konuşmadıklarına
eminim.) Minnacık bir dolap. İçinde birkaç elbise kazak. Altı yedi
ayakkabı. İki dvd. Beş cd. Ipod. Dört bardak, birkaç tabak. Birkaç
mum. En fazla on tane kitap. Hiç ruj yok! Çantasındaymış. Zaten
lipstick o da... Hayatta bazen, birleştirdiğin kalıpların tamamen dışı
bileşimler olur da, şaşakalırsın ya. Başa dönersin ya. Bir yerde bir
hesaba, olmazsa olmaz diye eklediğin bir kalem birdenbire, tek bir
örnekle, kendini siler ya. Öyle oldu bana. Gözlerindeki silik eyeliner
dışında, süsü de yok bu kızın. Peki bu kız nasıl böyle kız oldu? Nasıl
böyle sade kaldı? Kadın oldu? Dışarıda bu kadar az şeyle, içi çok
oldu? Anlayamadım. Çözemedim. Ona zaten banyosunu gördükten sonra,
"miss simplicity" adını takmıştım hemen. Bayan Sadelik.. Beni şaşırtan
şey, aynı zamanda modellik yapacak kadar güzel ve havalı, aynı zamanda
varlıklı bir kızın bu hayat seçimi. Olağanüstü... Kendi hayatım, arı
kovanı gibi başımda vızıldamaya başladı. Paris sokaklarında beni takip
edip durdu bu arılar. Tek çöp bir şey alamadım. Hep sordum: buna
gerçekten ihtiyacım var mı? Buna benzer, aynı işi gören bir şeyim var
mı?... Koca koca alışveriş merkezleri, bizi kandırmak için
birbirleriyle iddiaya girmiş ahtapotlar gibi gelmeye başladı. Kaçtım,
kaçtım, saklandım.
Sahip olduklarımın,yarısından fazlasına ihtiyacım oktu.
Hayatı ağırlaştıran şey, seçim çokluğu.
Az şey kadar güzeli yok. Gereği yok.
Sonumuz belli.
Banyoda bütün ürünler, dopdolu şişelerle birbirlerini köpürtürken, hiç giymediğimiz kazaklar
lüzumsuzca dizilmiş t-shirt'lere dolapta el şakası yaparken, hiç açılmamış kitaplar kendi kendilerine konuşurken... Biz orada
olmayacağız. Üstelik onlar da, boşu boşuna bizden başka kimsenin
olmamış olacak.
Anladınız değil mi Charlotte kuralını.
Ben de sözü geçenlerde yakın bir arkadaşımdan duyduğum ve sevdiğim bir sözle bitireyim.

Zenginlik çok şeye sahip olmak değil az şeye ihtiyaç duymaktır.
(kaynak:mailler)

Cumartesi, Kasım 21, 2009

BRAIN DAMAGING HABITS (Beyine zarar veren alışkanlıklar)




1. (Kahvaltı etmemek)
(Kahvaltı etmeyen kişiler,
düşük bir kan şekeri seviyesine sahip olur.
Bu durum
beyin için yetersiz besin tedarik edilmesine
ve sonunda beyin dejenerasyonuna yol açar.).
2 . (Aşırı ısınma)
(Beyin arterlerinin sertleşmesine neden olarak,
zihin gücünün azalmasına yol açar).
3. (Sigara içmek)
(Çoklu beyin büzülmesine neden olur
ve Alzheimer hastalığına yol açabilir).
4.(Yüksek şeker tüketimi)
(Çok fazla şeker
proteinlerin ve besinlerin emilmesini durdurur
ve dengesiz beslenmeye neden olur
ve beynin gelişmesine engel olabilir.)
5. (Hava kirlenmesi)
(Beyin vücudumuzda en çok oksijen tüketen organdır.
Kirli havanın teneffüs edilmesi,
beyne giden oksijeni azaltır
ve beynin veriminde düşüş yaratır).
6 . (uyku yetersizliği)
(Uyku beynimizin dinlenmesini sağlar.
Uykudan uzun vadeli yoksunluk
beyin hücrelerinin ölmesini hızlandırır.)
7. (Uyurken kafayı örtmek)
(Kafayı örterek uyumak,
karbondioksit konsantrasyonunu arttırır
ve beyne hasar veren etkilere yol açabilir.)
8. (Hastalık sırasında beyni çalıştırmak)
(Hasta iken çok çalışmak veya öğrenmek
beyin etkenliğinin azalmasına yol açabilir
ve ayrıca beyne hasar verebilir.)
9. (Uyarıcı düşüncelerde eksiklik)
(Düşünmek beyin jimnastiği için en iyi yoldur,
beyni uyaran düşüncelerin eksikliği
beyin daralmasına yol açabilir.
Çapraz bulmaca ve Sudoku iyi egzersiz sağlar.)
10. (Az konuşmak)
(Zihinsel sohbetler beynin etkinliğini geliştirir.)
(Karaciğer hasarının ana nedenleri:)
1. Çok geç uyuma ve çok geç kalkma.)
2. (Sabahları çiş yapmamak)
3. (çok fazla yemek)
4. (Kahvaltıyı atlamak)
5. (Çok fazla ilaç tüketmek)
6.(Çok fazla koruyucu, gıda katkısı,
gıda boyası ve yapay tatlandırıcı tüketmek)
7. (Sağlıksız pişirme yağı tüketmek)
(İçinde en iyi pişirme yağı olan zeytinyağı bile olsa,
kızartma yaparken mümkün olduğunca pişirme yağını azaltın.
Yorgun olduğunuzda,
eğer vücudunuz formda(zinde)
değilse kızarmış gıdalar tüketmeyin.)
8. [Çiğ (veya fazla pişmiş) gıdaların da tüketilmesi
karaciğere ağır yük olur.
Sebzeler çiğ veya 3-5 kısım pişirilerek yenmelidir.
Kızarmış sebzeler bir öğünde bitirilmeli,
saklanmamalıdır.]
(Kansere en çok neden olan 5 gıda)
1. (Sosisli sandviç)
(Zira içinde çok fazla nitrat vardır.
Kanser koruma koalisyonu,
çocukların ayda 12 adetten fazla
sosisli sandviç yememelerini önermektedir.
Sosisli sandviçsiz yapamıyorsanız,
sodyum nitratsız yapılan cinsini satın alın.)
2. (İşlenmiş et ve domuz pastırması)
(Sosisli sandviçte,
domuz pastırmasında
ve diğer işlenmiş etlerde bulunan
aynı yüksek sodyum nitrat
aynı şekilde kalp hastalığı riskini yükseltir.
Domuz pastırmasında doymuş yağın
aynı şekilde kanserde payı olur.)
3. (yağda kızarmış şekerli çörek veya lokma)
(Lokmalar kansere yol açan çiftli dertlerdir.
Birincisi, bunlar beyaz undan,
şekerden ve hidrojene yağdan yapılır,
sonra yüksek ısıda kızartılır.
Bunlar,
belki de kanser riskini arttırmak için yiyebileceğiniz
en kötü yiyecektir.
4. (kızarmış patates)
(Lokmalar gibi,
kızarmış patates de hidrojene yağdan yapılır,
sonra yüksek ısıda kızartılır.
Bunlar ayrıca,
kızarma işlemi sırasında ortaya çıkan
ve kansere neden olan akrilamid maddesini de içerir.
Bunlara “French fries” değil,
“kanser fries” olarak çağırılmalıdır.)
5. (Cips, kraker ve kurabiye, bisküi)
(Tümü genellikle beyaz un ve şekerden yapılır.
Etiketinde “trans yağlar içermez” yazılı olsa bile,
genellikle az miktarda trans yağ vardır.)
(kaynak:mailler)

Cuma, Kasım 20, 2009

AZMİN ZAFERİ


Timurlenk bir savaşta kaybeder
ve düşmandan kaçarken bir mağaraya sığınır.
Orada:
"Benim için her şey bitti artık."
diye kara kara düşünmeye başlar.
Derken Timurlenk'in gözü
mağarada bulunan bir karıncaya takılır.
Karınca bir parça ekmeği alır
ve duvara tırmanmaya çalışır.
Fakat her seferinde düşer.
Bıkmadan usanmadan karınca
on iki defa dener
ve on üçüncü denemesinde
duvara tırmanmayı başarır.
Bu olayı gören Timurlenk
karıncadan büyük bir ilham alır
vebütün gücünü toplayarak
mağaradan dışarı çıkar.
Ordusunu etrafına toplar
ve askerlerini motive ederek
yeniden savaşa hazır hale getirir.
Bu motivasyonla savaşa başlayan Timurlenk
ve ordusu savaşı kazanır.
(kaynak:1001 büyülü söz)

Salı, Kasım 17, 2009



Elvis Presley
bir rock yıldızı olmak için
yola çıktığında müzik yapımcıları ona:
"En iyisi sen kamyon şoförlüğüne devam et."
demişlerdi.
Buna rağmen Elvis Presley pes etmemiş,
milyonlarca kitleyi
kendisine bağlayan bir star olmayı başarmıştır.
Einstein 4 yaşına kadar konuşamamış,
aynı zamanda derslerinde
çok başarısız olduğu gerekçesiyle
okuldan atılmıştı.
Oysa
hayal dünyasının derinliklerinde dolaşmaya devam etti
ve yaptığı icatlarla yüz yıla ışık tuttu.
Müzik öğretmenleri Beethoven'a
besteci olmasının
imkansız olduğundan bahsederdi.
Fakat Beethoven
tüm söylenenlere kulaklarını tıkadı,
çalışmalarına devam etti,
sonra inanılmaz bestelere imza attı;
üstelik bu bestelere imza attığı sırada
kulakları duyma işlevini
neredeyse tamamen kaybetmişti.
Charles Dickens'in
bir yazar olamayacağı düşüncesiyle
bir çok kişi onu geri çevirmişti.
Oysa onun kitapları şimdi
birçok dilde yayımlanmış,
milyonlarca okuyucuya ulaşmıştır.
Başarıyı ancak
düştüm denilen zamanda
yeniden kalkabilme cesaretini gösterenler hakedecektir.
Hepimizin hayatında zorluklar yaşanacak,
biz istemesek de
karşımıza çeşitli engeller çıkacaktır.
Dünyanın neresinde olursak olalım,
nasıl bir aileden gelirsek gelelim
ve maddi durumumuz nasıl olursa olsun
hiç fark etmez.
Hepimizin hayatında
başarısız olduğu denemeler
muhakkak ki olacaktır.
Önemli olan bunları nasıl yorumladığımız.
Başarı deneyimler sonucu
deneyimler de başarısızlıklar sonucu kazanılır.
Unutmayalım ki
hedefe ulaşmak için girişilen mücadele
ne kadar büyük olursa
kazanılan başarı da
o denli BÜYÜK olacaktır.
(kaynak:1001 büyülü söz)

Cumartesi, Kasım 14, 2009

AFFETMEK...


Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek.
Başkalarını affettiğimizde biz özgürleşiriz.

Nefret yaşamdan zevk almamızı,
insanların güzel yanlarını görmemizi engeller.
Hiç kimse saf iyi ya da saf kötü değildir.

Salt kötülükleri görmek bir süre sonra şüphe,
depresyon ve umutsuzluk denizinde boğar insanı.
Nefret dolu bir yaşam, mutsuz bir yaşamdır.

Affetmek insanı derinleştirir.
Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak
kendisini hazır hissetmesi gerekir.

Çünkü affetmek bir seçimdir.
Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir.
Affetmek bir süreçtir.
Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.
Affetmeyi seçtiğinizde kimse size borçlanmayacaktır.
Yani koşullu affetme yoktur.

Diğer insanın da sizi affetmesini,
değişmesini veya sizin istediğiniz gibi olmasını beklemeyin.

Affetmek bir seçimdir.

Amacı sizin rahatlamanızdır, sizin özgürleşmenizdir.
Nefret duyduğunuz kişinin yaşıyor ya da ölmüş olması
sizin affetme sürecinde duyduğunuz acıların yoğunluğunda
bir farklılık yaratmayacaktır.

O acılar sizin acılarınız.
Affetmek kolay değildir.
Fakat özgürleşmek için gereklidir.


Çoğu insan affetmenin
nefret ettiği kişiyi
suçsuz ya da haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır.
Oysa affetmek,
geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak,
yaşamımızı kontrolü altında tutmasına son vermek demektir.

Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi hakli bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.
Affetmek kırgınlığın, kızgınlığın,
nefretin hapishanesinden özgürlüğe çıkmaktır.
Affetmek artık acıyı hissetmemektir.

(alıntıdır)
(kaynak:mailler)


"Her yeni günü sevinçle karşılıyor,
sevgiyle uğurluyorum.."

Salı, Kasım 10, 2009

Cumartesi, Kasım 07, 2009


Sigara içeni köpek ısırmaz
Çünkü yanında baston taşır

Evine hırsız girmez
Çünkü sabaha kadar öksürür

Üzerine sinek konmaz
Çünkü buram buram nikotin kokar

Fazla yorulmaz
Çünkü yorulunca tıkanacağını bilir

Yürümek için zorlanmaz
Çünkü tekerlikli iskemlede gezdirilir

İhtiyarlamaz
Çünkü genç yaşta ölür

Sigara içenlerin yüzüne renk gelir
Çünkü dişleri ve bıyıklari sapsarı olur

Vücütları bir kuş gibi hafifler
Çünkü ileri dönemdeki
dolaşım bozukluğundan ötürü
önce parmakları,
sonra da el ve ayakları kesilir...

(kaynak:mailler)

Perşembe, Kasım 05, 2009

HAYATA BİR DE GENİŞ PENCEREDEN BAK



HAYATA BİR DE GENİŞ
PENCEREDEN BAK

Ve
küçük şeyler uğruna fazla ter dökme!
Küçücük şeyler için kendine yazık etme...


ŞİMDİ SOR KENDİNE,
NE KADAR BÜYÜKSÜN?

Ve bugün canını sıkan şeyler ne kadar büyüktü?


(kaynak:mailler)

Cuma, Ekim 30, 2009

HANIMLAR !!!

Unutmayın...
Bir toz tabakası, altındaki ahşabı korur.
'Bir ev mobilyaların üzerine
'seni seviyorum' yazabildiğinde gerçek bir ev olur .'
Yıllardır her hafta sonu,
'aman biri çıkıp geliverirse' diye
en az sekiz saatimi
her şeyin mükemmel görünmesine harcıyordum.
En sonunda anladım ki,
hiç kimsenin çıkıp geldiği filan yok;
hepsi dışarıda hayatlarını yaşayıp eğleniyorlar !
ŞİMDİ,
insanlar ziyarete geldiğinde,
kendimi evimin durumunu izah etmek zorunda hissetmiyorum;
İnsanlar,
benim daha çok dışarda hayatımı yaşarken
ve eğlenirken ne yaptığımla ilgililer.
Bunu hala keşfedemediyseniz,
lütfen tavsiyelerime kulak verin.
Hayat kısa, tadını çıkarın !
Mecbur hissediyorsanız temizlik yapın .......
ama onun yerine
bir resim yapmak,
bir mektup yazmak daha iyi değil mi,
kurabiye ya da bir kek pişirmek,
bir tohum ekmek toprağa,
istemek ve gereksinim duymak arasındaki farkı keşfetmek ?
Mecbur hissediyorsanız temizlik yapın,
ama bilin ki çok zamanımız yok . . . .
içilecek bir kahveyle,
yüzülecek bir nehir,
tırmanılacak bir dağ,
dinlecenek bir müzik,
okunacak bir kitap,
dedikodu yapılacak arkadaşlar,
sürdürülecek bir hayat .
Mecbur hissediyorsanız temizlik yapın,
ama bilin ki
dünya gözlerinizi kamaştıracak güneşle dışarıda,
saçlarınızın arasında gezecek rüzgarla,
karla, sizi ıslatacak yağmurla...
Bu gün bir daha yaşanmayacak.
Mecbur hissediyorsanız temizlik yapın,
ama hep aklınızda bulunsun,
yaşlılık bir gün gelecek
ve bu çok da hoşunuza gitmeyecek . . .
Ve bir gün bu dünyadan gittiğinizde
- ki hepimiz mecbur gideceğiz -
geride daha çok toz bırakacağız !
Bunu hayatınızdaki kadınlarla paylaşın.
Topladıklarınız değil,
nasıl bir yaşam yaşadığınıza dair dağıtabildiklerinizdir hayat...

(çok beğendiğim maillerden biri)

(kaynak:mailler)

Pazar, Ekim 25, 2009

Mimar Sinan'in Şifresi


Gelin size Sinan'ın,
Leonardo da Vinci ile yarışacak dehasını anlatayım.
Sizleri,
büyük ustanın kalfalık eserim dediği
Süleymaniye'nin şifreleriyle tanıştırayım.
Akıllara durgunluk verecek
gizemli bir yolculuğa çıkmaya hazır olun.

Süleymaniye Camii,
Kanuni Sultan Süleyman tarafından
imparatorluğun
gücünü ve görkemini göstermek adına inşa ettirildi.
Bu görev,
tarihin en büyük ustası Mimarbaşı Sinan'a verildi.
Camii ve külliyesi 7 senede bitirildi.
Ancak 7 yıllık bu uzun süre
Kanuni'nin canını sıkmıştı.
Sinan'ın yapıyı neden bir türlü açmadığını
anlamamıştı.
O sırada her taraftan da
dedikodular yağmaya başladı Sultan'a.
'Sinan caminin ortasında oturuyor
ve nargile tüttürüyor'
dediler Muhteşem Süleyman'a.
Kanuni durumu kendi gözleriyle görmek için
bir ikindi vakti Süleymaniye'ye gitti.

Muhteşem yapının içine girdiğinde
Sinan tam da söylendiği gibi
caminin ortasında oturmuş
nargilesini tüttürmekteydi.
Sultan gözlerine inanamadı.
Tok sesiyle ve bütün haşmetiyle
''Bu ne iştir Mimarbaşi'' diye haykırdı.
Oysa Mimar Sinan'ın içtiği nargilede
tömbeki yoktu.
İçtiği sadece suydu.
Usta mimar,
nargilenin fokurtularını dinleyerek
caminin akustiğini ölçmeye çalışıyordu.
Mihraptaki imamın sesini,
aynı oranda bütün camiye
nasıl ulaştıracağını hesaplıyordu.
Bunun için Anadolu'nun değişik köşelerinden
65 tane dev turşu küpü getirtti.
Bu küpleri içleri boş,
ağızları dışarıya gelecek şekilde
kubbenin eteklerine dizdirdi.
Amacına ulaşmıştı Mimarbaşı.
Sesi,
yüzlerce metrekarelik mekanın
her köşesine,
en iyi şekilde yaymayı başarmıştı.
Kanuni de,
Sinan'ın niyetini anlamış,
ustasını hemen bağışlamıştı.

Mimar Sinan yapının içine
bir de hava koridoru inşa etti.
Elektriğin henüz bulunmadığı o yıllarda,
Süleymaniye
275 dev kandille aydınlatılıyordu.
Sinan,
bu kandillerden çıkan is
camiye zarar vermesin
ve cemaati rahatsız etmesin diye
orta kapının üzerine
küçük bir odacık yaptırdı.
Binanın değişik köşelerine açtığı
oyuklardan giren islerin
bu odada toplanmasını sağladı.

Şaşırdınız değil mi?
Durun, daha bitmedi…
Ve adına da İs Odası denilen bu bölmenin içine
özel bir nemlendirme sistemi kurdu Sinan.
Odada toplanan islerden,
dönemin en kaliteli mürekkebini damıttı.
Süleymaniye'nin duvarlarında gördüğünüz
o muhteşem kalem işleri,
yazılar, süslemeler,
caminin kandillerinden çıkan isten damıtılan
o mürekkeple yapıldı.
Tekrar altını çiziyorum,
bunlar
günümüzden 458 yıl öncesinin bilimiyle,
teknolojisiyle yapıldı.

Son bir şifre daha var..
Hani oyuklar var dedim ya
isin bir odada toplanmasını sağlayan,
hava akımını içeri alan.
Dışarıya çıkıp
o iki oyuktan içeriye baktığınızda,
birinden caminin içindeki Allah,
diğerinden ise Muhammed yazılı
dev levhaları görürsünüz.
Ayrıca
Süleymaniye'nin hangi köşesini,
hangi duvarını,
hangi açısını
ölçerseniz ölçün,
sayısal olarak karşınıza
Allah kelimesinin ve
katlarının çıktığını görürsünüz.

Alın işte size sırlarla,
şifrelerle dolu bir mabet.
Da Vinci şifresini yaya bırakacak bir maharet.

(kaynak:mailler)

Cumartesi, Ekim 24, 2009

Çarşamba, Ekim 21, 2009

ÖNÜNDE UMUT,
ARKANDA PİŞMANLIK OLMASIN !
TIK, TIK, TIK...
-KİM O?
-HAZIRLAN GİDİYORUZ.
-SEN KİMSİN? NEREYE GİDİYORUZ?
-SIRAN GELDİ. GERÇEK EVİNE GİDİYORUZ.
-GERÇEK EV Mİ? SEN! YOKSA!
-EVET. HADİ GİDELIM.
-DUR BİR DAKİKA..BİR SÜRÜ YARIM İŞİM VAR.
-İŞ YARIM KALMAZ. BİRİLERİ TAMAMLAR. OYALANMA ARTIK.
-ÇOCUKLAR, ONLAR DAHA ÇOK KÜÇÜK, BARİ VEDALAŞSAYDIM.
-SEN OLMADAN DA BÜYÜRLER, HADİ BEKLIYORLAR.
-BEKLİYORLAR MI? ONLAR DA KİM?
-GİDİNCE GÖRÜRSÜN.
-ANLADIM. ANLADIM AMA KALBİNİ KIRIP,
GÖNLÜNÜ ALAMADIKLARIM,
İYİLİĞİNİ GÖRÜP KARŞILIK VEREMEDİKLERİM VAR.
ANLAYACAĞIN BORÇLU GİTMEK İSTEMİYORUM.
-BUNU ZAMANINDA DÜŞÜNSEYDİN!
-ZAMANINDA MI? İYİ DE BEN DAHA ZAMANIM VAR SANIYORDUM.
-HEPİNİZ AYNISINIZ.. ZAMAN DEDİĞİN, İÇİNDE BULUNDUGUN AN..
BUNUN ÖTESİ YOK.
-KEŞKE, KEŞKE....
-DEVAM ETME. BUGÜNÜ YAŞARKEN HEP YARIN VAR GİBİ DAVRANDIN.
ÜSTÜNDEKİ ÜNİFORMANIN SORUMLULUKLARI VAR..
YERİNE GETİRMEDİN..
BU SANA BİR UYARIYDI.
ŞİMDİ GİTMİYORUZ...
AMA HER AN GİDEBİLİRİZ..
BİR DAHA GELDİĞİMDE
ÖNÜNDE UMUT,ARKANDA PİŞMANLIK OLMASIN !

(kaynak:mailler)

Pazartesi, Ekim 19, 2009


(kaynak:mailler)

Perşembe, Ekim 15, 2009

PENCERE KENARI

Bu yazıyı okumanız sadece 30 saniyenizi alacak
ve sonunda hayata ve ilişkilere bakış açınız değişecek.!!!
İleri derecede hasta iki adam
aynı hastane odasındaydılar.
Adamlardan birinin
her öğleden sonra 1 saatliğine oturmasına izin veriliyordu,
ciğerlerindeki suyun süzülmesi için.
Bu hastanın yatağı
odadaki tek pencerenin tam yanındaydı.
Diğer hasta ise hep sırtüstü yatmak zorundaydı.
Bu iki hasta saatlerce birbiriyle konuşur,
eşlerini, ailelerini, evlerini,
işlerini, askerlik anılarını,
tatilde gittikleri yerleri anlatırlardı birbirlerine.
Pencerenin yanındaki hasta,
her öğleden sonra
oturmasına izin verdikleri saati
diğer hastaya
pencereden görebildiklerini anlatarak geçiriyordu.
Diğer hasta hep bir sonraki günü iple çekmeye başladı,
dışarıdaki renkli ve hareketli dünyayı dinlemek için.
Pencere,
içinde çok güzel bir göl olan parka bakıyordu.
Ördekler ve kuğular gölde yüzerken
çocuklar model botlarını suda yüzdürüyorlardı.
Genç aşıklar,
gökkuşağının tüm renklerindeki çiçeklerin arasında
kol kola dolaşıyorlardı.
Ulu ağaçlar etrafı süslüyor,
uzaktan şehrin silueti görünebiliyordu.
Pencere kenarındaki adam
bunları muhteşem bir detayla anlatırken,
odanın diğer ucunda yatan adam
gözlerini kapar
ve bu muhteşem manzarayı hayalinde canlandırırdı.
Sıcak bir öğleden sonra,
pencerenin yanındaki adam
geçmekte olan bir şenlik alayını tarif etti.
Diğer adam bando seslerini duyamasa bile
hayalinde canlandırabiliyordu,
pencere kenarındaki adamın tasviriyle.
Günler ve haftalar geçti.
Bir sabah
banyo yaptırmak için su getiren gündüzcü hemşire
pencere kenarında yatan hastanın cansız bedeniniyle karşılaştı:
uykusunda, huzur içinde ölmüştü.
Hüzünlendi,
hastane görevlilerini cesedi dışarı taşımaları için çağırdı.
Uygun zaman geçtiğine kanaat getirir getirmez,
diğer hasta
pencerenin kenarındaki yatağa taşınmasının
mümkün olup olamayacağını sordu.
Hemşire, memnuniyetle isteğini yerine getirdi,
hastanın rahat olduğundan emin olduktan sonra
onu yalnız bıraktı.
Yavaşca,
duyduğu acıya aldırmadan,
bir dirseğine yaslanarak
dışarıdaki dünyaya bakmak üzere
yatağından doğruldu adam.
Sonunda,
dışarıyı kendi gözleriyle görme zevkini yaşayabilecekti.
Pencereden dışarı bakabilmek için
yavaşca dönmeye zorladı kendisini.
Pencere, boş bir duvara bakıyordu.
Adam hemşireye,
vefat eden oda arkadaşının
pencerenin dışında görünen
harika şeylerden bahsetmesine sebep olan şeyin
ne olabileceğini sordu.
Hemşirenin cevabı,
ölen adamın kör olduğu
ve pencerenin önündeki duvarı görmediğiydi.
'Sanırım seni cesaretlendirmek istedi' dedi.

Epilog: Diğer insanları mutlu etmek
çok büyük mutluluk getirir,
kendi durumunuz ne olursa olsun.
Paylaşılan dertler yarısı kadar üzüntü verir,
paylaşılan mutluluklar ise iki katı artar.
Kendinizi zengin hissetmek istiyorsanız,
sahip olduğunuz ve
paranın satın alamayacağı her şeyi paylaşın.

Bu gün bize bir hediyedir.

(kaynak:mailler)

Pazartesi, Ekim 12, 2009

SEVGİLİ GÜNLÜK

Herkes, herşey altüst oldu,
güvenebileceğim dostlarımdan sadece Brutus kaldı.
Julius Sezar, İÖ 40


*
Sevgili günlük, bizim imparator iyice sapıttı,
“Ülkenin etrafına duvar örün!" diye tutturdu.
Yok artık daha neler..
Bu adam ya ülke sınırlarını bilmiyor ya da bizimle kafa buluyor.
Mimar Wung-zu, İÖ 200


*

Sevgili günlük,
içimden bir ses Ay’a gidilecek,
Roma bölünecek falan diyor.
Hatta İkiz Kuleler yıkılacak da diyor da,
ben bu “İkiz Kuleler” nedir onu çıkaramadım,
haydi hayırlısı...
Nostradamus, 1550


*
Sevgili günlük,
senden başka derdimi anlatabileceğim kimse yok!
Alt tarafı bir elma ya!
Bir elma kadar değerim yokmuş iyi mi...
Adem

*
Sevgili günlük,
Kraliçe’nin sponsorluğunda aylarca okyanuslarda dolandım,
bula bula Hindistan’ı buldum.
Şansımı...
Ben şimdi Kraliçe’ye ne dicem ya?
Dalga geçmez mi benimle,
"Kristof Efendi Hindistan’i mı buldun, tebrik ederim!" diye?
Kristof Kolomb, 1492

*
Sevgili günlük,
bir yemin ettim ki dönemem.
Hippokrat İÖ 400


*
Sevgili günlük,
bugün çocuklara hediyeler dağıttım.
Noel Baba, 31 Aralık

(kaynak:mailler)

Cuma, Ekim 09, 2009

HİH HOH HOH HAAAAA!!!!!!

Yeni mahallesinde
kahvede sohbet eden adama arkadaşları:
''Senin aile yaşantına hayranız,
eşin ve çocuklarınla çok mutlu bir yaşantın var.
Karının bir dediğini iki etmiyorsun.
Bu mutluluğunun sırrını bize de anlat
yoksa pısırık olduğunu düşüneceğiz.''
derler.
''Kısaca anlatayım..'' der adam.
''Düğünümüz bittikten sonra karım kendi atına,
ben de kendi atıma bindik evimize doğru gidiyoruz.
Benim bindiğim atın ayağı takıldı ve sendeledi.
Karım eğildi ve benim atıma 'Bir'dedi.
Biraz daha ilerledik
ve benim atımın ayağı tekrar takılıp tökezlediği zaman eşim
tekrar eğilip atıma 'İki' dedi.
Az sonra atım tekrar aynı şekilde tökezleyince
eşim atından indi ve at'a 'Üç' dedi
ve çeyizinden tabancasını çıkartıp
atımı alnından vurdu.
Ben şok olmuştum...
Eşime bir hışımla çıkıştım
''Yazık değil mi ata,
neden vurdun kadın,
manyak mısın sen?'' diye bağırdım...
Karım arkasını döndü ve bana 'Bir' dedi.
Ve o günden sonra
karımın bir dediğini iki etmedim.

Pazartesi, Ekim 05, 2009

ANNE

Bir erkek çocuğun kaleminden çıkmış bu yazıyı
siz de okuyun lütfen...
ANNE,
Dünyada karşılık beklemeden börek yapan tek insandır .
Karşılıksız sevginin ete kemiğe bürünmüş halidir !
Ne kadar üzsen de
10 dakka sonra seni affeden zarif bir türdür,
yağlı bile olsa tiksinmeden saçını okşayan,
kucağına yatıran,
öpüp koklayan tek varlıktır,
meleğin süt verebilenidir.
Yarasın diye
muhallebinin içine ciğer katarak
çocuğuna yediren manyaklık derecesinde yaratıcıdır.
Yemek yemeyen çocuğun dikkatini çekmek için
elindeki tencere ve tavalarla maymunluk yapabilen kişidir.
Kafayı çocuklarıyla bozmuş,
göbek bağı kopsa da yürek bağı asla kopmayan,
sevgi dolu fedakar insan dişisidir.
Bulaşık,ütü, vb yaparken bile
otomatik olarak çene çalan,
kendi kendine konuşan,
anne ne diyon dediğinizde
'sen kendi isine bak,
bi de senle uğraşmayayım şeklinde asortik cevaplar verendir,
"Ulen eve bi saat geç gelsek vır vır vır"
şeklinde karı dırdırı denen mereti
erkeklere daha küçükten belletendir.
Yemek uzmanı, düzen insanı,
bilgili, kültürlü - her şeyi bilen şahsiyettir.
Yavrularını yol tarafından değil,
kaldırım tarafından yürütendir.
Dizi dizi incidir
lakin gerektiğinde laf sokma dalında da birincidir.
Sevgiliden ayrılma haberi verildiğinde,
"amaaan ben sana daha güzelini bulurum"
diyebilen komik bir karakterdir,
''Oğlum/kızım aradım yoktun.
Ben de mesaj atayım dedim sana.
Gelince ara beni emi aslan evladım.
Şapkasız çıkma o karılarla.
Kara börülcem benim öptüm annen''
şeklinde mesajlar atabilen,
teknolojiyi ısrarla reddeden,
kabullenemeyen,
kafasına göre yorumlayan bilişim düşmanıdır,
ama...ama
dünyanın en güzel kucağına sahip,
en güzel kokan,harikulade bir varlıktır.
Olmadık yerlerde
"iyi ki doğurmuşum ulen seni!" diyen
ve benim hatırıma
benimle freddy mercury dinleyen bir sabır ağacıdır.
Evlatlarını asla ayırmayan,
aynı zamanda birbirinden koruyan güç abidesidir.
Evde biryere uzandığınız an
orada temizlik yapacağı tutan,
temizlik konusunda kayışı kopardığından
temizlikçi gelecek diye evi temizleyen
balans ayarı kaçmış temizlik kaynağıdır,
Mutfakta yaşayan,
evde herkesi idare eden bi tür canlıdır,
İyiliğin,
merhametin,
acaaip bir şefkatin,
sadakatin,
sevginin güçlerini birleştirdiği sonsuz kişidir !!
Oğlunun damat - kızının gelin olduğunu görünce,
çocuğu mezun olunca,
çocuğu gol atınca,
çocuğu hasta olunca,
çocuğu askere gidince,
asmalı kabağı seyredince,
dolar yükselince
velhasıl buna benzer bissürrü şeye ağlayabilen,
bu yazıyı okurken duygulanıp - gözleri dolabilen,
ağlamaya meyilli bir yapısı olan duygu pınarıdır.


son kiiii uc dort;
uzakta dursa da yakın hissedilen,
canı hep istenen,
asla vazgeçilmeyen,
dizinin dibinde olmak istenen,
evlatların varlığını varlığına armağan edebileceği,
ıslak - kuru ama heeeep duygulu
en önemlisi; sağı solu oynamayan tek kadın.

(kaynak:mailler)
(hepsi böyle mi acaba?
dün tv'de izledim
kadın resmen 7 yaşındaki oğlunu istemiyordu.
pes dedim yav)

Pazar, Ekim 04, 2009

HAYAT:

32. Doğru şeyi yapın!
33. Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan herşeyden uzak durun.
34. ALLAH herşeyi iyileştirir.
35. Bir durum iyi veya kötü olsun,
nasılsa değişecektir.
36. Nasıl hissettiğinizin önemi yok,
haydi kalkın, giyinin ve ortaya çıkın.
37. En iyisine henüz sıra gelmedi.
38. Sabah canlı olarak uyandığınız zaman,
bunun için ALLAH'a şükredin.
39. Maneviyatınız daima mutludur.
Öyleyse mutlu olun.

SONUNCU ANCAK ÖNEMLİ:

40. Lütfen bu dilekleri önemli saydığınız herkesin okumasını sağlayın.

Cuma, Ekim 02, 2009

SOSYAL YAŞANTI:

25. Ailenizi sık arayın.
26. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin.
27. Herkesi herşey için affedin.
28. 70 yaşından büyük
ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.
29. Hergün en az 3 kişiye gülümseyin
ve tanımadığınız en az 1 kişiye "GÜNAYDIN" deyin.
30. Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü seni ilgilendirmez.
31. Hasta olduğun zaman işin sana bakmamalı.
Arkadaşların bakmalı.
Onlarla temasta olun.
(kaynak:mailler)
(buradan nilsu'muzun anne ve babasına sesleniyorum:
çooooooooooooooooook özledik.
bilmem anlatabildim mi?
hepinizi öpüyorum.)

Çarşamba, Eylül 30, 2009

KİŞİLİK

11. Hayatınızı başkalarınki ile karşılaştırmayın.
Onların seyahatinin ne hakkında olduğuna dair hiçbir fikrin yok.
12. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere
veya şeylere sahip olmayın.
Bunun yerine enerjinizi olumlu şekilde şu an için harcayın.
13. Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
14. Kendinizi çok da ciddiye almayın; kimse yapmıyor.
15. Kıymetli enerjinizi gevezelikle, dedikoduyla boşa harcamayın.
16. Uyanık iken daha fazla hayal kurun.
17. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır.
İhtiyacınız olan herşeye zaten sahipsiniz.
18. Geçmiş meseleleri unutun.
Partnerinizin geçmiş hatalarını hatırlatmayın.
Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.
19. Hayat,
birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır.
Kimseden nefret etmeyin.
20. Geçmişinizle barış yapın ki,
şimdiki zamanı bozmasın.
21. Senden başka hiç kimse
senin mutluluğundan sorumlu değildir.
22. Hayatın bir okul olduğunu
ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın.
Problemler,
cebir dersi gibi gelip giden,
ancak aldığımız derslerin
bir ömür boyu devam ettiği
eğitim programının bir parçasıdır.
23. Daha fazla gülümseyin ve gülün.
24. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz.
Aynı fikirde olmamak için anlaşın.
(kaynak:mailler)

Salı, Eylül 29, 2009

2009 EL KİTABI

SAĞLIK:
1. Çok su için.
2. Kahvaltıyı kral,
öğle yemeğini prens
ve akşam yemeğini de dilenci gibi yiyin.
3. Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok,
ve fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
4. 3 E ile yaşayın --
(enerji, heyecan ve duygu paylaşımı).
5. Meditasyon, yoga ve dua yapacak zaman yaratın.
6. Daha çok oyun oynayın.
7. 2008'de okuduğunuzdan daha fazla kitap okuyun .
8. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.
9. 7 saat uyuyun.
10.Hergün 10 - 30 dakika yürüyüş yapın.
Ve yürürken gülümseyin.
(kaynak:mailler)

Cuma, Eylül 25, 2009

KENDİNİ SEVEN AĞLASIN

Gözü yaşlılara müjde
Duyguları açığa vurup
gözyaşı dökmenin inanılmaz faydası...

'Ben bana kendim için lazımım'
diyen şaire katılıp katılmamak size kalmış ama,
kendini seven
ve duygularını açıkca söyleyip,
ağlayabilenlerin en az 12 yaş genç gözüktüğü saptanmış.
Kadınların sevineceği bu gelişme,
tam anlamıyla ruha estetik yapıyor.
İnsanın kendini sevmesinden daha doğal bir şey olamaz ama,
çoğunlukla tersi oluyor.
Kendisiyle dargın
ve sorunlar içinde olan insan sayısı çok fazla dünya üzerinde.

Kolektif bilinç ve sınırlandırılmış düşüncelerimiz,
bitmek bilmeyen önyargılarımızla
hayatı hem kendimize hem de başkalarına zehir ediyoruz.
Mükemmel bir doğaya sahip olmamıza rağmen
bunun farkına varamadığımızı söyleyen Psikolog Tracy Kazmirci
"Kendinizi sevip sevmediğinizden emin olun!'' diyor.
Ve bakın daha insan için ne kadar önemli detaylar veriyor.
(yazıyı aşağıya doğru okuyunuz,
daha anlamlı olduğunu göreceksiniz)
(kaynak:mailler)

Çarşamba, Eylül 23, 2009

SİZİN DÜŞMANINIZ YİNE SİZ

"Hayatımızda kurduğumuz en önemli ilişki
kendimizle kurduğumuz ilişkidir.
Birçok kişiye,'Kendini seviyor musun?'
diye sorulduğunda hiç düşünmeden:
'evet seviyorum' der.
Halbuki;
duygularını daha derin bir şekilde inceleyecek olsalar,
belki de kendilerinin en büyük düşman olduğunu fark edebilirler.
Çoğumuz başkalarının bize,
bizim kendimize davrandığımız gibi davranmasına
tahammül bile edemez.

DÜRÜST OL CİĞERİMİ YE

Kendimize genellikle nutuk çekeriz,
kendimizi yargılar hatta bazen cezalandırırız.
Merhameti,
anlayışı ve verdiğiniz sözü tutmayı ise
arkadaşlarımıza saklarız.
Ama bunları bize yapan
kendimiz değil de bir başkası olsa
belki de o insanla olan ilişkimizi keseriz.
Halbuki kendimize de
başkalarına gösterdiğimiz merhameti göstermeli,
başkalarının bize davranmasını istediğimiz gibi
sevgiyle, kabullenişle yaklaşmalıyız.
Unutulmamalı ki
kendimize nasıl davranırsak,
ne kadar saygı ve sevgi duyarsak,
başkaları da bizi öyle sever, sayar. "
(kaynak:mailler)

Pazar, Eylül 20, 2009

AĞIR OLMA ‘İNSAN’ DESİNLER

İnsanın kendini sevip,
duygularını açıkça söyleyebilmesinin sırrı
aslında samimiyetinde yatıyor.
Samimiyet, insanın en anlamlı hediyesi.
Çoğumuz bu hediyenin farkında bile değiliz.
Özellikle ülkemizde insana ağır travmalar yaşatan
"ağır ol molla desinler" sözü
içimizdeki çocuğu yok edip,
kişiliğimize hapishane hayatı yaşatıyor.
Ağırlık ve hafiflik içindeki sevgi, saygı,
samimiyet ölçüsüne göre
anlam ve değer kazanır gerçeği de
gözardı ediliyor.

ERKEK ADAM HALLERİ

Erkeklerin üzerine binen ağır yük,
sadece erkeğin hayatını zehir etmekle kalmıyor.
Erkek, bu ağır haller yüzünden baskıladığı kişiliğini
bir yerde dışa vurmak,
ya da en azından yanlış olduğunu haykırmak istiyor.
Bu haykırışların faturası çoğu kez
eşler arasında kavga, sıkıntı olarak tezahür edip
boşanmalara hatta cinayetlere kadar varıyor.
Her zaman eve ekmek getirmek zorunda olan,
korkmayan, ağlamayan erkek imajı
eninde sonunda bir yerden patlıyor.
Suç işleme oranlarındaki artışta
etkisi olduğunu düşünüyor uzmanlar
“Ağır ol molla desinler!” hallerinin.
(kaynak:mailler)

Perşembe, Eylül 17, 2009

GÖZYAŞINDAKİ SIR

Dr. Yasemin Fatih Amato'ya göre,
bu mineral iskelet sistemi
ve üretkenliğin yanı sıra
duygusal dalgalanmalarımızla da yakından ilişkili.
Araştırmalar duygusal gözyaşlarının
stresle yükselen bazı kimyasalları
dışarı atmamıza yardımcı olduğunu göstermiş.
Söz Amato'nun:
"Bu tip gözyaşlarının
hormonal ve kimyasal içerikleri değişiktir.
Gözyaşını tahlil ettiğimizde
içinde acı ve ağrıya karşı dayanıklılığımızı artıran
bir çeşit endorfin hormonu,
vücudumuzdaki stresin önde gelen belirtilerinden olan
ACTH hormonu ve prolaktin hormonu olduğunu görüyoruz.
Bu tip gözyaşında yoğun bir şekilde manganez minerali de bulunur.
(kaynak:mailler)

Çarşamba, Eylül 16, 2009

SEVGİNİN GÜCÜ ADINA

(yazılara sondan başlıyorum,
anlamlı olabilmesi için)

Kadınlar, erkeklerden yaklaşık 4 kat daha sık ağlar.
Bunun nedeni büyük bir ihtimalle
vücutlarında erkeklerden çok daha fazla
(yüzde 60) prolaktin olmasıdır.
Ağladıktan sonra prolaktin seviyeleri normale döner.
Ruh sağlığı yerinde olan insanlar
gerektiğinde ağlar
ve başkaları ağladığında da anlayışla karşılar.
" Ağlayabilen insanların
strese bağlı hastalıklara karşı daha dirençli
ve daha geç yaşlandığı da kanıtlanmış durumda.
Ama gelin görün ki erkeklere
daha çocukken ağlamanın zayıflık olduğu öğretiliyor.

Derin duygular gerçekte gücü temsil ediyor,
mesela derin sevgiler olmadıkça,
derin acılar ve gözyaşları da olamıyor.
Diyor ki Yasemin Amato:
"Sevginin tedavi gücüne hiçbir ilaç ya da yöntem ulaşamaz.
Gençliğini uzun yıllar koruyabilen insanlara dikkat edin,
gözleri sevgiyle doludur.
Duygusal dengemiz her şeyden önemlidir.
Belirli araştırmalar estetik cerrahinin bizi en fazla
10 yaş gençleştirebileceğini belirtirken,
duygusal denge ve pozitif düşüncenin
biyolojik yaşımızı 15-20 yıl öncesine götürebileceğini kaydediyorlar"
durum ortada, seçim de sizin.
(kaynak:mailler)

Cuma, Eylül 11, 2009

Güne mutlu başlamanın sırları!


Güne bir türlü mutlu başlayamıyor musunuz?
Oysa güne daha iyi başlamak elinizde.
Ki bir gün nasıl başlarsa öyle gider!
Uzmanların bu alandaki önerilerine kulak kabartmak lazım.
İşte size bir güne güçlü
ve moralle başlamak için ipuçları:
Güne nasıl başlarsanız bütün gününüz öyle geçecektir.
O yüzden günü moralle başlamak çok önemlidir.
Bir çok insan homur homur yataktan kalkarak
ve bütün gün de o homurtularıyla
kendisini olduğu kadar çevresini de rahatsız eder..
Yatakta gözünüzü açtığınız andan itibaren
günü yapılandırmak sizin elinizde.
Mutlu, başarılı,
insan ilişkilerinde doyurucu bir güne merhaba demek için
bazı yöntemleri yaşama geçirmeniz gerekiyor.
İşte mutlu bir gün için size bazı önemli "sır"lar..
Sabah henüz yataktan kalkmadan
(uyandığınız an)
dudaklarınıza bir gülümseme gönderin..
Her gün kendiniz için
olumlu onaylamalarla uyanmayı
alışkanlık haline getirmeye gayret gösterin.
Örneğin şöyle söyleyebilirsiniz:
"Bugünüm aydın olsun.
Bugün evrenin bana vereceği tüm güzel mucizeleri kabul ediyorum."
Pencerenin önüne gelin
ve dışarıya ( doğaya bakarak )
nefes alıp vermeye başlayın.
Bu "Nefes egzersizleri"ni,
nefesinizi izleyerek gerçekleştirin..
Bunu birkaç kez tekrarlayın..
Sabahleyin
eğer kendinizi çok ağır
ve hareket edemeyecek kadar yorgun hissediyorsanız
mutlaka egzersizle başlayın güne.
Ya da enerjinizi sağlamak için
bol vitaminli bir kahvaltı hazırlayın.
Güne enerjik başlarsanız bütün gün öyle geçer.
Bunu için şu sözü aklınızdan geçirin :
"Hiç kimse
içindeki coşkuyu kaybetmiş bir insan kadar yaşlı olamaz!"
Beş veya on dakika denizi ya da yeşil bir alanı seyredin.
Bu ortamda varlığınızı fark edin.
Sahip olduklarınız için evrene
(örneğin sevdiğiniz işte çalıştığınız için
ya da sağlıklı olduğunuzdan dolayı)
teşekkür edin..
Her şeyle ama her şeyle bağ kurmaya çalışın;
çiçekle, ağaçla,hayvanlarla, cansız varlıklarla...
Onlarla aranızdaki bağ günü mutlu geçirmeniz için
size enerji sağlayacaktır.
Örneğin işe giderken
yolunuzun kenarındaki çiçekleri mutlaka "görün".
Varlıklarından dolayı mutlu olduğunuzu düşünün.
Çiçeklerle kurulan bağ çok önemlidir.
Yaşam bize
bizim ona sunduğumuz kadar artı (+)
veya eksi (-) frekans sunar.
Her gün birisi ya da bir şey için,
iyi olduğuna inandığınız bir davranışta bulunun.
(Örneğin "Seni seviyorum" deyin
ya da ona çiçek alın.
İhtiyacı olan birine iyilik yapın).
Ancak asla
"Ben yaptım",
"Ben gittim",
"Ben hallettim" gibi sözleri kullanmayın..
Sabahleyin evde ve işte karşılaştığınız insanlara gülümsemeye çalışın.
Bu sizin için zorsa kendinizi zorlayın.
Çünkü bedenin de buna ihtiyacı var.
Gülümsediğiniz zaman
kendinizi daha iyi hissedeceğinizi biliyor musunuz?
(Ancak gülümsemenize canlılık katın,
gözlerinizle de gülümsemeye çalışın).
Bunun aksine kaşlarınızı çattığınız zaman da
olumsuz duygularla örülü bir çemberin
bedeninizi saracağını....
Miş gibi oyununu oynayın
ve "Bugün mutluyum" deyin.
Mutluymuş gibi davranırsanız
mutlu olmanızı sağlayacak ruhsal durumu davet eder
ve bunun sonunda gerçekten mutlu olursunuz.
Okuduğunuz gazeteyi düşünün.
Olumsuz haberlere içiniz kararmıyor mu?
Sabah ilk karşılaştığınız insanlara yönelik olarak
kendinizle ilgili "olumlu haberler " yayınlayın!
Unutmayın,
işyerinizde ve çevrenizdeki insanlar
bu haberlere” göre sizin hakkınızda fikir sahibi olacaktır.
Örneğin
"Bugün kendimi harika hissediyorum" deyin.
Her firsatta bunu tekrarlayın.
Kendinizi gerçekten iyi hissetmeye başladığınızı göreceksiniz.
O günün
kötü geçeceğine dair bir düşünce zihninizde belirdiyse
bunu derhal uzaklaştırın düşüncelerinizden.
Örneğin "İşe gidiyorum yine,
müdürümün o berbat yüzünü göreceğim yine"
diye düşünmek yerine,
"İyi ki bir işim var,
sorunlarımı paylaşacağım bir iş arkadaşına sahibim"
diye düşünün.
(Uzmanlar,
bu tür olumlu sözlerin
yolda yürürken ya da gün boyunca
dönem dönem tekrarlanmasını öneriyorlar.)
İşinizde
veya çevrenizdeki insanlara daha farklı bakmayı deneyin.
Örneğin insanlara "değer katma"yı düşündünüz mü?
"Yardımcılarımın değerine değer katmak için ne yapabilirim?"
diye kafa yorun.
Onların daha verimli olmalarını sağlamak için
ne yapabileceğinizi düşünün.
Unutmayın
bir insanın iyi yanını ortaya çıkarmak için
önce onun en iyi yanını
hayalinizde canlandırmaya çalışın,
Eğer zorlu bir günü başlayacaksanız
(Önemli toplantı, sınav veya konuk ağırlama gibi)
hayal gücünüzü devreye sokun.
İmgelemeniz,
bedeninizin davranışlarını inanılmaz ölçüde belirler.
Kendinizi zihninizin gözüyle resmedin.
Örneğin o gün,
nasıl olmak ve nasıl görünmek istiyorsanız öyle..
“Güçlü, güvenli ve dinlenmiş vs”..
Bu olumlu imgenizin
nasıl eksiksiz gerçekleştiğine siz bile inanamayacaksınız.
Eğer günlük işleri
iyi gidiyormuş gibi zihnimizde canlandırırsak
işler inanın ki iyi gidecektir!
Kendinizi sevmiyorsanız o gününüz iyi geçmeyecektir.
Kendinizden nefret etmekten vazgeçin.
Kendinizi küçük görmeyi bırakın.
Kollarınızı kendinize dolayıp,
" Herşeyin güzel,.
saçlarını dökülüyor olabilir,
ama sahip olduğum tek şey sensin" deyin.
İnsan zayıf yanlarıyla da insandır.
Güçsüzlüklerinizle barış yaptığınız zaman
her şey daha kolaylaşacaktır.
(kaynak:mailler)

Salı, Eylül 08, 2009

HAYATTAKİ SEÇENEKLER


Sevgili dostlar,
seçenekler
*ne yapardınız?....
*kararı siz verin.
Komik bir cümle beklemeyin,
çünkü yok.
Yine de okuyun.
Sorum şu:
Aynı kararı siz verir miydiniz?
Okuma ve öğrenme zorluğu çeken çocuklara
özel eğitim veren bir okul için bağış toplama yemeğinde,
çocuklardan birisinin babası,
katılımcılar tarafından asla unutulmayacak bir konuşma yaptı.
Okula ve kendini adamış öğretmenleri kutladıktan sonra
şöyle bir soru sordu:
"Dışardaki etkenler tarafından etkilenmedikçe
doğa her seyi mukemmel bir şekil ve sırada yapıyor.
Ama yine de oğlum Shay,
diğer çocukların öğrendikleri gibi öğrenemiyor.
Diğer çocukların anlayabildikleri gibi anlayamıyor.
Oğlumda doğal olması gereken şeyler nerede?
"Bu soru karşısında dinleyiciler sessiz kaldılar.
Baba devam etti.
"Ben inaniyorum ki,
dünyaya fiziksel ve zeka engelli
Shay gibi bir çocuk geldiğinde,
gerçek insan doğası
kendini gösterme fırsatını buluyor
ve bu da insanların o çocuga
davranış şekillerinde kendini gosteriyor.
Ve sonra aşağıdaki hikayeyi anlatmaya başladı:

Shay ve babası bir gün parkta
Shay’in tanıdığı birkaç çocuğun beyzbol oynadıklarını gördüler.
Shay sordu,
"Acaba oynamama izin verirler mi?"
Shay'in babası
çoğu çocuğun
Shay gibi bir çocuğun takımlarında oynamasını istemeyeceklerini,
ama aynı zamanda eğer oğluna izin verirlerse
oğlunun o çok ihtiyacını duyduğu,
engellerine rağmen
başkaları tarafından kabul edilmenin
özgüveni ve sahiplenme duygusunu vereceğini de biliyordu.
Shay'in babası çocuklardan birinin yanına yaklaştı
ve (fazla birşey beklemeyerek)
Shay'in oynayıp oynayamayacağını sordu.
Çocuk şöyle danışabileceği birilerine baktı ve sonra;
"Şu anda 6 sayı gerideyiz ve oyun sekizinci turunda.
Herhalde takıma girebilir,
ben de onu dokuzuncu turda vurucu olarak sokmaya çalışırım." dedi.
Shay büyük bir gayretle takımın yanına gitti
ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile takım t-shirtini giydi.
Babası gözünde yaş, kalbi sıcak duygularla dolu onu izledi.
Çocuklar, oğlunun kabul edilmesinden dolayı
babanın mutluluğunu gördüler.
Sekizinci turun sonunda Shay'in takımı birkaç puan kazandı
ama hala 3 sayı gerideydi.
Dokuzuncu turun başında Shay eldiveni eline geçirdi
ve sağ açık sahaya çıktı.
Ona doğru hiç top isabet etmemesine rağmen
oyunda olmaktan son derece mutluydu
ve babasının ona tribunlerden el salladığını gördüğünde,
yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
Şaşırtıcı bir hamleyle Shay'e sopayı verdiler.
Herkes topa isabet ettirme şansının sıfır olduğunu biliyordu.
Bırakın topa vurmayı,
Shay sopayı bile elinde tutmasını bilmiyordu.
Ama Shay sahaya çıktığında
top atıcı,
diğer takımın kazanma şanslarını bir kenara bırakarak
Shay'e bu firsatı tanıdıklarını gorunce
birkaç adım öne giderek yumuşak bir şekilde topu Shay'e doğru fırlattı.
İlk topa Shay zorlukla sopayı savurdu ama ıskaladı.
Atıcı tekrar birkaç adım öne doğru geldi
ve topu yine yumuşak bir şekilde Shay'e doğru attı.
Shay sopayı savurdu
ve hafifçe topa dokunarak yere atıcıya doğru vurdu.
Oyun şimdi bitecekti.
Atıcı topu yerden aldı
ve ilk kaledeki adamına kolaylıkla atabilecek
ve Shay'i sobeleyerek oyunu bitirebilecekti.
Ama atıcı topu aldı
ve ilk kaledeki adamının başının üzerinden
diğer takım arkadaslarının erişemeyeceği yere fırlattı.
Tribunlerdeki herkes
ve iki takim da bağırmaya başladılar,
"Shay, ilk kaleye kos, ilk kaleye kos!"
Shay hayatında hiç bu kadar uzağa koşmamıştı
ama ilk kaleye gidebildi.
Şaşkınlıktan büyümüş gözleriyle yere çöktü.
Herkes bağırmaya devam etti,
"İkinci kaleye koş, ikinci kaleye koş."
Nefes nefese Shay zorlukla ikinci kaleye koşabildi.
Shay ikinci kaleye geldiği sırada
açık sahada diğer takımdan biri topu almıştı ...
takımın en küçüğü olan bu çocuk
kahraman olma şansını elinde tutuyordu.
Topu ikinci kaledeki adamına atabilirdi
ama top atıcısının niyetini anladığından,
o da kasıtlı olarak topu
üçüncü kaledeki arkadaşının başının üzerinden attı.
Herkes bağırıyordu,
"Shay, Shay, Shay, bütün yolu koş Shay"
Karşı takımdan birinin
yardım ederek onu üçüncü kaleye doğru döndürmesiyle Shay
üçüncü kaleye koşabildi.
"Üçüncüye koş! Shay, üçüncüye koş!"
Shay üçüncüye gelirken
diğer takımdaki çocuklar ve seyirciler
ayağa kalkmışlardı ve bağırıyorlardı.
"Shay, hepsini koş!Hepsini koş!"
Shay hepsini koştu
ve oyunu takımı için kazanan bir kahraman olarak
herkes tarafından alkışlandı.
"O gün", dedi babası,
gözlerinden yaşlar aşağıya doğru süzülerek,
"İki takımdaki çocuklar da
dünyaya bir parça sevgi ve insanlık getirmeyi başardılar".
Shay bir sonraki yaza yetişemedi.
O kış öldü.
Bir kahraman olduğunu ve babasını mutlu ettiğini,
ve eve geldiğinde annesinin de gözyaşları içinde
onu kucakladığını asla unutmadı.

Son NOKTA:
Bu yazıda
hepimizin bir farklılık yaratabileceğimiz inancı var.
Hepimizin her gün binlerce fırsatı olabiliyor
"doğal olan şeyleri" gerçekleştirmek için.
Bilgin bir adam bir zamanlar demiş ki:
“Her toplum,
kendilerinden daha az şanslı olanlara
nasıl davrandığıyla değerlendirilir.
Şimdi iki seçeneğiniz var:
1.Bu yazıyı sadece okumak
2.Bu yazıyı tanıdığımız herkese okutturmak

(kaynak:mailler)