Pazartesi, Temmuz 28, 2008

ARKADAŞLARIMAA....



Canım arkadaslarıma sonsuz sevgilerimle ...
Eski Türklerde askerler savaşırken
arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için
sırtlarını bir ağaca,
kaya veya taşa vererek ok atarlarmış.
Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için
bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş.
Yıllar sonra sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ dan
ARKADAŞ şeklinde dilimize yerleşmiş
ve bugün bile güvenebileceğimiz,
bizi arkadan vurmayacak olan,
samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isimdir.
Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşırlar.
Aşk, kendinden emin bir şekilde sorar;
-Ben senden daha samimi ve daha cana yakınım
sen niye varsın ki bu dünyada?
Arkadaşlık cevap verir:
- Sen gittikten sonra
bıraktığın gözyaşlarını silmek için...
Hiç bir zaman arkadaşsız kalmaman dileğiyle...
Bu hafta ulusal arkadaşlık haftası..
Arkadaşlarına,
onları ne kadar düşündüğünü göster!
Bunu tüm ARKADAŞ olarak düşündüklerine okut,
Bu mesajı okuyan sayısı ne kadar fazlaysa,
arkadaş çevrenin gerçek arkadaşlardan oluştuğuna
inanabilirsin...
(kaynak:mailler)

Cuma, Temmuz 25, 2008

ARADA KALANLAR





BİZİM KUŞAKLAR ARADA KALDILAR.

BİZLER 'BİLGİSAYARLAR' İLE ' DAKTİLOLAR' ARASINDA KALDIK.

'TEL DOLAPLAR' İLE ' BUZDOLAPLARI' ARASINDAKİ KUŞAĞIZ BİZ.

'NİHANSIN DİDEDEN' İLE ' LOVE STORY' ARASINDAYDIK.

VİTRİNDEKİ 'RENKLİ Tİ-Vİ' İLE
EVDEKİ ' SİYAH-BEYAZ' ARASINDA NE KADAR GİDİP GELDİK, BİLEMEZSİNİZ.

'HAMBURGER' İLE ' KÖFTE' ARASINDAKİ KUŞAKTIR BİZİM KUŞAK.

'MAHALLE BAKKALI' İLE ' SÜPERMARKETLERİN' ARASINDA...

'VERESİYE DEFTERLERİ' İLE ' KREDİ KARTLARI'NIN TAM ORTASINDAYDIK.

'MİLLİYETÇİLİK' İLE ' YABANCI SERMAYE' ARASINDA BİR YERDE...

'G-STRİNG' İLE ' DANTEL DON' ARASINDA...

'YERLİ MALI' İLE ' MARKA' ARASINDA...

'AŞK' İLE ' FLÖRT' ARASINDA...

'UCU PARFÜMLÜ MEKTUPLAR' İLE ' E-MAİL'LER' ARASINDA...

'ALIN TERİ' İLE ' KOLAY PARA' ARASINDA...

'MEYHANE' İLE ' REİNA' ARASINDA KALDIK..
.
ARADA KALAN KUŞAĞIZ BİZ.

'TEL ÇEMBER' İLE
' ATEŞ EDEN PİLLİ ROBOT' OYUNCAKLARININ ARASINDA KALA KALA BÜYÜDÜK.

'ARNAVUT TAŞI' İLE ' ASFALT' SOKAKLARIN KESİŞTİĞİ KÖŞEYDİ YERİMİZ.

İŞTE BAKIN;

'CUMHURİYET' İLE ' DEMOKRASİ' ARASINDA SIKIŞTIK,

BİRİSİNE KOŞSAK ÖBÜRÜNÜ YİTİRİYORUZ.

'NAMUS' İLE ' PARA' ARASINDAYIZ.

HANGİSİ?..

'HAVUÇ MASKESİ' İLE ' BOTOKS' ARASINDA...

'BERBER MAHMUT' İLE ' ERKEK KUAFÖRÜ LEMİ'
ARASINDA KALMAKTI BİZİMKİSİ.

YİNE ŞAŞKINIZ BU GÜNLERDE.

EL ÖPÜLEN, ŞEKER İKRAM EDİLEN ZİYARETLER Mİ,
YOKSA ANTALYA'YA GİTMEK Mİ BAYRAM?..

ARADAYIZ YİNE DOSTLAR.

BÖYLE GÜNLER GELİP ÇATTIĞINDA BENİM CANIM SIKILIR.

UÇUK AKLIM ESKİ İLE YENİ ARASINDA SIKIŞIP KALIR.

TEK AYAĞIMIN ÜZERİNDE ZIPLAYA ZIPLAYA DÖNERİM.
SONUNDA...

GÜLMEK İLE AĞLAMAK ARASINDA...

BÜKERİM BOYNUMU.

BİR YANIMDA SEVİNÇ, BİR YANIMDA HÜZÜN...

(kaynak:mailler)

Perşembe, Temmuz 24, 2008

DOSTLARIM




Genç adamın biri,
Dermiş babasına her gün;
'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi'
Baba, itiraz eder,
Olmaz öyle çok dost, hakikisi
Belki bir, belki iki,
Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...

Devam eder durur konuşma...
Aralarında başlar bir tartışma,
Karar verirler bir sınava,
Dostun hakikisini anlamaya...

Bir akşam bir koyun keserler,
Ve koyarlar çuvala,
Baba der ki oğluna,
'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'

Çuvaldan kanlar damlamakta,
Sanki öldürmüşler de bir adamı,
Koymuşlar çuvala,
Dıştan böyle sanılmakta,

Delikanlı sırtlar çuvalı,
Gider en iyi bildiği dostuna,çalar kapıyı,
O dost, bakar ki bir çuval, hem de kanlı,
Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına,
Almaz içeri arkadaşını,

Böylece tek tek dolaşır delikanlı,
Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını,
Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır,
Evlat geriye döner,
Ama içten yıkılır...

Babasına dönerek; 'haklıymışsın baba' der,
Dost yokmuş şu dünyada ne sana, ne de bana,
Baba 'hayır Evlat' der, 'benim bir dostum var bildiğim,
Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona',

Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar,
Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar...
Gider, baba dostuna,
Kabul görür, sevinir,
O dost, delikanlıyı alır hemen içeri,

Geçerler arka bahçeye,
Bir çukur kazarlar birlikte,
Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye,
Üzerine de serpiştirirler toprak,
Belli olmasın diye dikerler sarımsak...

Genç adam gelir babasına;
'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca,
Babası; 'daha erken, o belli olmaz daha,
Sen yarın git Ona, çıkart bir kavga,
Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona,
İşte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi,
Sonra gel olanları anlat bana...'

Genç adam, aynen yapar babasının dediğini,
Maksadı anlamaktır dostun hakikisini,
Babasının dostuna istemeden basar iki tokadı,
Der ki tokadı yiyen DOST;
'Git de söyle babana,
Biz satmayız sarımsak tarlasını
Böyle iki tokada'

(kaynak:mailler)

Pazartesi, Temmuz 14, 2008

RADYONUN ETKİLEME GÜCÜ


(Televizyonun olmadığı
çok eski zamanlarda yaşanmış bir olay.
Beğeneceğinizi umuyorum.)
30 Ekim 1938 gecesi ABD'de yaşanan bir olay,
radyonun toplumu etkileme gücünün
ne kadar büyük olduğunu göstermiştir.
Aynı olay,
radyonun bu gücünden dolayı,
niyetlenilmemiş olunsa da
panik yaratılabileceğini ortaya koymuştur.
O gün yayınlanan gazetelerin,
radyo izleyicilerini gösteren sütunlarında
şu tip notlar vardı:
"Bugün 20.00-21.00 arasında
'Dünyalar Savaşı'adlı radyo oyunu sunulacak."
Gazeteler dışında,
bazı medya kanalları da oyunu duyurmuşlardı.
Oyun,dünyanın marslılar tarafından
istila edildiğini anlatmaktadır.
O akşam,
radyolarını oyun başladıktan bir süre sonra
açanlar olmuştu.
Bu kişiler,
oyundan habersiz oldukları için
çok şaşırmışlardı.
Çünkü,
sahiden Marslılar'ın geldiklerini sanmışlardı.
Bu,pek çok dinleyicide
büyük bir gerilim yaratmıştı.
Oyun öylesine gerçekti ki
pek çok kimse durumu araştırmamıştı bile....
Pek çok aile,
eve dönmeyen çocukları için polise başvurmuştu.
Kimisi,orduya telefon ederek,
istila için ne yapıldığını sormuştu.
Bazı kentlerde,
insanlar sokağa fırlayıp ağlamaya,
dua etmeye başlamışlardı.
Pek çok kişi de yanlarına battaniye,su ve yiyecek alarak
arabalarıyla amaçsızca kaçışmışlardı.
Dolayısıyla,radyodaki bir oyun,
ülkenin büyük bir kısmında paniğe yol açmıştı.
Bu olay,toplu iletişim araçlarının gücü ile ilgili,
oldukça çarpıcı bir örnektir.
(önder şenyapılı)
(toplu iletişim)
(teşekkürler)

Cumartesi, Temmuz 12, 2008

MEVLANA


Kör cehalet çirkefleştirir insanları,
uskunluğum asaletimdendir.
Her lafa verecek bir cevabım var.
Lakin bir lafa bakarım,laf mı diye,
Bir de söyleyene bakarım,adam mı diye....

Cuma, Temmuz 11, 2008

ALTMIŞ YIL ve BİR DAKİKA


Altmışlık ünlü ressam bir lokantaya girer.
Gerçi cebinde parası yoktur;
ama aldırmaz.
Güzelce karnını doyurur.
Sonra bir çırpıda
lokantacının portresini çizerek masaya bırakır.
Kalkarken adam gelir,
resme bakar,beğenir.
"Güzel ama"
der lokantacı
"bir dakikada yaptınız bunu.
Oysa bir saattir yiyorsunuz!"
Ressam:
"Bir dakika değil,altmış yıl ve bir dakika!"
diye karşılık verir.
(asım bezirci)
(çok kapılı oda)

Perşembe, Temmuz 10, 2008

HAFTANIN 2 GÜNÜ


Haftanın hangi 2 gününü kafana takmamalısın?
Haftanın hangi 2 gününü kafana hiçbir şey takmadan yaşamalısın?
"Cumartesi-pazar dediysen,yanıldın.
Bir tanesinin adı:DÜN
Hatalar,acılar,yanlış anlamalar...
Oysa hepsi geçmişte kaldı.
Zamanı geriye döndürmenin imkanı yok!
Dünyanın bütün parasını yan yana getir,
bir dakika önceye dönemezsin.
Yaptığın hiçbir hareketi
aynen geri alamazsın.
Ettiğin hiçbir lafı silemezsin.
DÜN DÜNDÜ BİTTİ!!
Bir tanesinin adı:YARIN
Yarını bugünden kontrol altına alamazsın.
Yarın güneş doğacak elbette...
Ama pırıl pırıl mı doğar,
bulutların arasından mı çıkar
bugünden bilemezsin.
Geriye bir tek gün kalıyor:BUGÜN
Bugün hayatla mücadele edecek güç
hepimizde var.
Güç ne zaman tükeniyor?
Dünü ve yarını işin içine kattığımızda!
O halde bugünü yaşa!
Mutlu bugünler!
Mutlu bir ömür sana!
(kaynak:mailler)

Çarşamba, Temmuz 09, 2008


Biz çocukken
"Bir varmış bir yokmuş" diye başlardı tüm masallar.
O zaman bilemezdim
bir var olan sonrada yok olanın ne olduğunu.
Şimdi büyüdük.
Hayatın ta kendisiymiş masal dedikleri
Anca anladık..
Şimdi üzüntüler, sevinçler bir var bir yok hayatımızda.
Zenginlik, fakirlik..
Aşk,, nefret..
Dostluk, düşmanlık..
Yarın ne var bizi bekleyen
ve yarın ne var bugünden bitip tükettiğimiz?
Gülüp geçebileceğimiz?
Bugün yüzünüze bakılarak söylenen yalanlar,
aldatmalar yarın unutulup gidecek.
Artık herşey,
dünyanın eksenindeki dönüşüten daha hızlı yitiriyor değerini.
Ne aşk uğruna ölünesi bir aşk,
ne de kanını akıtası bir dostluk o yaşadığımız..
İşler değişiyor.
Ortamlar ve ansızın şehirler..
Eskiler friends list'le bir isimden ibaret kalıyor.
Seninle ilgili tüm yalanlar profilde kayıtlı oluyor.
Kızdığında konuşup çözüm bulmak yerine
bloklaman yetiyor.
Bir maille herşeyi anlatabiliyorsun,
uzun uzun mektuplar gerekmiyor artık.
Tepkini gözyaşlarınla değil
giftlerle veriyorsun ya
hayatı kolaylaştırıyorsun kendince.
Bir arkadaş grubunda yer edinmek için
güven kazanmaya çalışman anlamsız kalıyor,
senin için yapıyorlar bunu.
Mutluluğunu ispatlaman gerekliymiş gibi
iki resim iliştiriyorsun sana ait sandığın sayfana.
Bugün bir var
yarın bir yok oluyor herşey!
Tüketiyorsun..
(kaynak:mailler)

Salı, Temmuz 08, 2008

DURMADAN MEYVE VEREN AĞAÇ


Bir gün,Afgan Sultanı,
yardımcısını çağırmış yanına:
"Haydi koruyucularımı topla,
şöyle bir köyleri dolaşalım.
Bakalım halkımız ne alemde,
neler yapıyorlar,görelim..."
Sultanın yardımcısı toplamış adamlarını,
hazırlamış sultanın atını
ve çağırmak için gitmiş sultanın odasına:
"Adamlarınız ve atınız hazır efendim.
İstediğiniz zaman yola çıkabiliriz."
Bir süre sonra çıkmışlar yola.
Saraydan oldukça uzak,
ağaçlıklı bir yerden geçerken
çok yaşlı bir adamla karşılaşmışlar.
Yaşlı adam,
küçük bir fidanı dikmeye çalışıyormuş.
Sultan durdurmuş atını:
"Ey sakallı adam,
bu boğucu sıcakta ne dikmeye çalışıyorsun?
Artık senin bir köşeye çekilip
dinleneceğin gün çoktan gelmiş.
Oysa sen hala çalışıyorsun.
Sonra bu fidanın büyüyüp de
sana meyve vereceği günleri görüp göremeyeceğini de
kimse şimdiden bilemez."
demiş.
Yaşlı adam gülümseyerek yanıtlamış sultanı:
"Ey büyük efendim,bu dünya böyle kurulmuş.
Biri diker ağacı,
bir başkası da toplar meyvesini.
Sonra sultanım,
ben bu ağacın meyvesini toplayacağım,
inanıyorum buna.
Yaşlı adamın bu yanıtı
sultanın çok höşuna gitmiş,
çıkarıp bir kese altın vermiş.
"Gördünüz mü sultanım"
demiş yaşlı adam aynı güler yüzlülükle.
"Benim ağacım şimdiden meyvesini vermeye başladı."
Yaşlı adamın bu sözleri
sultanın daha çok hoşuna gitmiş
ve bir keses altın vermiş yeniden.
Yaşlı adam,
ikinci kese altını alırken şöyle demiş:
"İşte sultanım,
diğer ağaçlar yılda bir kez meyve verirler;
ama benimki dikilir dikilmez
ikinci meyvesini de verdi.
Çok gülmüş sultan bu sözlere
ve yaşlı adama
üçüncü altın kesesini verdikten sonra
adamlarına dönmüş:
"Haydi gidelim artık,
bu ak sakallı adamın yanında kalacak olursak
sultanlığın hazinesi bitecek."
demiş.
(dilerim sizin diktiğiniz ağaçlarınız da
bol meyve versin.)
(kaynak:bülent habora)
(dünya çocuk öyküleri)

Pazar, Temmuz 06, 2008

HATA YAPMAKTAN KORKMAYIN


Hata yapmaktan ne kadar da korkarız.
"Yanlış bir şey söylerim."
diye ne çok fikrimizi kendimize saklarız.
"Komik olabilirim."
diye içmizin gittiği nelerden vazgeçeriz.
Hata yapma korkusuyla öne çıkma olanağını geri çevirir,
arkalarda,ortalarda bir yerde dururuz.
Giyim kuşamımızda,saçımız başımızda
istediğimiz değişiklikleri yapamaz,
"Ya hata yapıyorsam,ya gülerlerse?"
diye alışılmışın içinde yuvarlanır gideriz.
Arkadaş olmak istediklerimize,
"Ya selamı samimi değilse,
ya şimdi bana yüz vermezse?"
diye korkudan yaklaşamayız.
Böylece hata yapmama uğruna neleri ıskalarız neleri.
Oysa yanlış yapmak,
hiç de o denli korkunç bir şey değil.
Tam tersine insan,
hatalarından pek çok şey öğreniyor.
Yazı yazmayı,
defterler dolusu yanlış çizgiler çizerek öğrendik.
Yabancı dil öğrenirken
komik komik sesler çıkardık,
olmayacak yerde olmayacak sözcükler kullandık.
Ama"Yanlış yapıyorum."
diye okulu bırakmadık
ve pek çok şeyi öğrenip diplomaları aldık.
Aynı şey hayat için de geçerli olmalı.
Bu korkuyu üstümüzden atmalıyız.
"Her şeyi doğru yapmalıyım."kaygısı,
kusursuz olma düşüncesinden mi kaynaklanıyor acaba?
Eğer öyleyse bakın Dr. David Burns ne diyor:
"Amacınız başarıya ulaşmak olmalıdır,
mükemmel olmak değil.
Hiçbir zaman hata yapma hakkınızdan vazgeçmeyin.
Eğer vazgeçerseniz,
yeni şeyler öğrenme yeteneğini yitirecek
ve hayatınızda aşama yapamayacaksınız."
Bu sözleri,
yaşamın başında olan gençler,
bir daha bir daha okumalı.
Unutmayın ki:
"Yeni şeyler denemezseniz,
yeni şeyler öğrenemezsiniz."
"Hep aynı şeyleri yaparsanız,
hep aynı şeyi elde edersiniz."
(kaynak:İpek ongun)

Cumartesi, Temmuz 05, 2008

YAŞAM


Dehlemeden yürüyen at,
Dinden imandan çıkarmayan evlat,
Bir de hayırlı çıktı mı avrat;
Düğünü nideceksin?
Gir oyna,çık oyna....


Ha babam ha yürümezse at,
Bir kaşık su vermezse evlat,
Bir de hayırsız çıktı mı avrat;
Öümü nideceksin?
Gir ağla,çık ağla....
(kaynak:mailler)

Cuma, Temmuz 04, 2008

AMBULANS


Lütfen sonuna kadar okuyunuz
ve herkesi aydınlatınız.
Ambulans sireni duyuncane yapmak lazım?
Ambulans genelde solda...
Sağ şerittekiler aldırıl etmiyorlar...
Nasılsa kendi arkalarında değil...
Oysa asıl iş,asıl can kurtarma işi
sağdakilerin...
Siren sesini duyar duymaz sağdaki duracak...
O durunca önünde bir boşluk oluşacak...
Oluşan boşluğa da,
ambulansın yolunu kesen
soldaki araba kayacak...
Siren sesinin anlamı bu...
SAĞDAKİ DUR,
SOLDAKİ BU BOŞLUĞA KAY,
AMBULANSIN YOLUNU AÇ!

Perşembe, Temmuz 03, 2008

Mimar Sinan'in Şifresi




Gelin size Sinan'ın,
Leonardo da Vinci ile yarışacak dehasını anlatayım.
Sizleri, büyük ustanın kalfalık eserim dediği
Süleymaniye'nin şifreleriyle tanıştırayım.
Akıllara durgunluk verecek
gizemli bir yolculuğa çıkmaya hazır olun.
Süleymaniye Camii,
Kanuni Sultan Süleyman tarafından
imparatorluğun gücünü
ve görkemini göstermek adına inşa ettirildi.
Bu görev,
tarihin en büyük ustası Mimarbaşı Sinan'a verildi.
Camii ve külliyesi 7 senede bitirildi.
Ancak 7 yıllık bu uzun süre
Kanuni'nin canını sıkmıştı.
Sinan'ın yapıyı neden bir türlü açmadığını anlamamıştı.
O sırada her taraftan da dedikodular yağmaya başladı
Sultan'a:
'Sinan caminin ortasında oturuyor ve nargile tüttürüyor'
dediler Muhteşem Süleyman'a.
Kanuni durumu kendi gözleriyle görmek için
bir ikindi vakti Süleymaniye'ye gitti.
Muhteşem yapının içine girdiğinde
Sinan tam da söylendiği gibi
caminin ortasında oturmuş nargilesini tüttürmekteydi.
Sultan gözlerine inanamadı.
Tok sesiyle ve bütün haşmetiyle:
'Bu ne iştir Mimarbaşı' diye haykırdı.
Oysa Mimar Sinan'ın içtiği nargilede tömbeki yoktu.
İçtiği sadece suydu.
Usta mimar,
nargilenin fokurtularını dinleyerek
caminin akustiğini ölçmeye çalışıyordu.
Mihraptaki imamın sesini,
aynı oranda bütün camiye nasıl ulaştıracağını hesaplıyordu.
Bunun için Anadolu'nun değişik köşelerinden
65 tane dev turşu küpü getirtti.
Bu küpleri içleri boş,
ağızları dışarıya gelecek şekilde
kubbenin eteklerine dizdirdi.
Amacına ulaşmıştı Mimarbaşı.
Sesi, yüzlerce metrekarelik mekanın her köşesine,
en iyi şekilde yaymayı başarmıştı.
Kanuni de, Sinan'ın niyetini anlamış,
ustasını hemen bağışlamıştı.
Mimar Sinan
yapının içine bir de hava koridoru inşa etti.
Elektriğin henüz bulunmadığı o yıllarda,
Süleymaniye 275 dev kandille aydınlatılıyordu.
Sinan,
bu kandillerden çıkan is camiye zarar vermesin
ve cemaati rahatsız etmesin diye
orta kapının üzerine küçük bir odacık yaptırdı.
Binanın değişik köşelerine açtığı oyuklardan giren islerin
bu odada toplanmasını sağladı.
Şaşırdınız değil mi?
Durun, daha bitmedi…
Ve adına da İs Odası denilen bu bölmenin içine
özel bir nemlendirme sistemi kurdu Sinan.
Odada toplanan islerden,
dönemin en kaliteli mürekkebini damıttı.
Süleymaniye'nin duvarlarında gördüğünüz
o muhteşem kalem işleri,
yazılar, süslemeler,
caminin kandillerinden çıkan isten damıtılan
o mürekkeple yapıldı.
Tekrar altını çiziyorum,
bunlar günümüzden 458 yıl öncesinin bilimiyle,
teknolojisiyle yapıldı.
Son bir şifre daha var..
Hani oyuklar var dedim ya
isin bir odada toplanmasını sağlayan,
hava akımını içeri alan.
Dışarıya çıkıp o iki oyuktan içeriye baktığınızda,
birinden caminin içindeki Allah,
diğerinden ise Muhammed yazılı dev levhaları görürsünüz.
Ayrıca Süleymaniye'nin hangi köşesini,
hangi duvarını, hangi açısını ölçerseniz ölçün,
sayısal olarak karşınıza Allah kelimesinin ve
katlarının çıktığını görürsünüz.
Alın işte size sırlarla,
şifrelerle dolu bir mabet.
Da Vinci şifresini yaya bırakacak bir maharet.
(kaynak:mailler)

Çarşamba, Temmuz 02, 2008

DOST DEDİĞİN


Dost dediğin
Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile
Seni sevmeli...
Sarınılacak biri olmadığın zamanlarda bile
Sana sarılmalı...
Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile
Sana dayanmalı...
Dost dediğin;
Fanatik olmalı;
Bütün dünya seni üzdüğünde
Sana moral vermeli.
Güzel haberler aldığında,
Seninle dans etmeli,
Ve ağladığında,
Seninle ağlamalı...
Ama hepsinden çok;
Dost matematiksel olmalı;
Sevinci çarpmalı...
Geçmişi çıkarmalı...
Üzüntüyü bölmeli...
Yarını toplamalı...
Kalbinin derinliklerinde ihtiyacı hesaplamalı...
Ve her zaman
Bütün parçalardan büyük olmalı...
İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...
MEVLANA

Salı, Temmuz 01, 2008

SU GİBİ

Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya

İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi...
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünümü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı....
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!

İnsanlar vardır; derin bir okyanus...
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.

İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu...
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.

İnsanlar vardır; sakin akan bir dere...
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.

İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı...

İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranışı candan...

Can Yücel