Çarşamba, Kasım 05, 2008

COŞKUN ERTEPINAR İLKÖĞRETİM OKULU



Bugün önceki yazılarımdan farklı bir yazı yazacağım.
Eskiden görev yaptığım okulumu ziyarete gittim.
Eski öğrencilerim o kadar sıcak karşıladılar ki,
sanki bulutların üzerinde gezindim.
Ben onları
1. sınıfta ve 2. sınıfın birinci dönemimde okuttum.
Şimdi 6. sınıfa gidiyorlar.
Kocaman olmuşlar.
Nasıl da serpilmişler,
nasıl da saygı gösterdiler.
Sevgili çocuklarım hepinizi
çoooooooooooook seviyorum.
İyi ki sizler benim öğrencilerimdiniz.
O okulda dersine girmediğim öğrenciler bile
çok sıcak karşıladılar.
Hepinizi hepinizi çook seviyorum.
Tekrar görüşmek dileğiyle..............
Yukarıya da okulumuzun bir resmini koyuyorum.
Sizlerde de bu okulun fotoğrafları varsa
görmek isterim.
Konuşma yapan büyüğümüz de
tahmin ettiğiniz gibi
Rahmetli Coşkun Ertepınar dedemin.

GENİŞ YÜREKLER




Otistik çocuklar okulunda
rehber öğretmen olarak çalışan birinden yaşanmış olay ;
okulda rehber öğretmen olarak çalışan bir öğretmen Musa..
Okulun öğrencilerinden bir otistik çocuğun ailesi,
bir gün Musa öğretmene dert yanıyor;
Çocukları normalde çok su içmesine karşın;
3 aydır ağzına bir damla su koymuyormuş.
''Hocam, bize bişey söylemiyor...
Bir de siz sorun..'' diyorlar.
Musa çocukla konuşuyor..
Anlaşılıyor ki;
bir gün öğretmen sınıfta:
'' Atatürk ölmedi, yüreğimizde yaşıyor.'' demiş...
ve küçük çocuk da,
Atatürk boğulmasın diye, su içmeyi bırakmış...
Sırf bu yüzden tam 3 ay boyunca su içmemiş..
Ne yapsalar, çocuğu ikna edememişler.
Musa, çocuğu yanına çekip, demiş ki;
''Biliyor musun, Atatürk çok iyi bir yüzücüdür..''
Bundan sonra küçük çocuk su içmeye başlamış..
söyleyecek tek kelime bulamadım..
Bilmediğimiz ne yürekler var,
ne saf, ne temiz, ne kocaman yürekler...
(kaynak:mailler)

Pazartesi, Kasım 03, 2008

GELİN KAYNANA



" Bir gelin kaynanasıyla hiç geçinemiyor.
Araları o kadar kötü ki
gelin aktara gidip durumu anlatıyor:
'Onu mutlaka zehirlemeliyim
ama bana öyle bir zehir ver ki, kimse fark etmesin'

Yaşlı aktar geline bir toz vermiş.
'Bunu her gün yemeğine çok az karıştır,
fakat aranı çok düzgün tut, gülümse,
iyi davran ki kimse senden şüphelenmesin' demiş.
Kızgın gelin
kaynanasının her yemeğine
muntazam o beyaz tozdan karıştırıp,
bir ay ömrü kalan kaynanasına çok iyi davranmaya başlamış.

Aradan bir ay geçince
tekrar aktara gelmiş gelin:
'Bu zehrin panzehirini istiyorum.
Zehirlediğimi anlamasın diye
kayınvalideme farklı davranmaya,
gülümsemeye ve saygı göstermeye başladım.
Bu sefer onun da bana tavrı değişti,
çok iyi bir insan oldu.
Şimdi benim en iyi dostum.
Onun ölmesine müsaade edemem.'
Yaşlı aktar cevap vermiş:
'Panzehire ihtiyaç yok.
Sana verdiğim zehir sadece tuzdu.
O bir parça tuz,
bugüne kadar kaç insanın arasını düzeltti anlatamam.

(kaynak:mailler)

Cumartesi, Kasım 01, 2008

SÖZ KUŞLARIN




SEVGİLİ insanoğlu!
Bugünlerde aramız limoni.
Söz almamızın nedeni de bu ya zaten...
Yok, barış çağrısı değil,
bizimki içini dökme isteği sadece.
"Kuş içini döker mi?" diyeceksiniz...
Sahi...
Sizin gözünüzde biz canlıyızdır ama canımız yoktur.
Biz ölmeyiz bile hatta. Ancak telef oluruz. Di mi?
Oysa canımız yanar bizim de...
Can korkumuz da vardır.
"Pırr" diye uçuvermemiz nedendir zannedersiniz...
Bir saçma değdiği zaman içimizden birine,
eksilmiş olmayız sizin gözünüzde...
Birbirimizin kopyası olduğumuz için midir,
üç eksik beş fazla olmamız fark etmez size göre.
Evet,
aynı türden olanlarımız
birbirinin kopyasıdır hemen hemen.
Yumurtadan çıktığımızda isim de konmaz bize.
Yani birimizin ötekini görünce
"A bu bizim Selahattin!" demesi mümkün değildir
ama bir saçma değdiğinde birimize,
"bir kuş ölmüştür".
Hepimiz bağrışırız o esnada.
Siz silah sesinden ürktüğümüzü sanırsınız.
Ölen arkadaşımıza ağlarız oysa.
Pike yaparız bazen son defa yakından görebilmek için...
Leş kargalarını hatırlatacaksınız şimdi.
Tamam da onların zaten adı üstünde!
Doğanın kanunu olarak varlar.
Peki bazılarınızın "insan"ken
"leş kargalığı"nı seçmesine ne diyorsunuz?
Neyse...
Üstüne konup sokağı pisletiyoruz diye
ağaçları bile kesen "sevgisizler"i saymazsak
sevdik birbirimizi bunca zaman.
Şarkılara, türkülere konu edeniniz...
Sevdiğine haber uçurmamızı isteyeniniz oldu.
Talih saydınız bizi...
Barışın sembolü bile olduk.
Pencerenizin önüne yem bıraktınız...
Çoluk çocuk elde dürbün konakladığımız yerlere koştunuz...
Sonra...
Yıllardır bizi kırıp geçiren bir virüs değişime mi uğramış ne...
Bir baktık ki aşağısı toz duman!
Şöyle söyleyelim,
kanatlılardan kala kala bir "kanatlı pet" kalmış.
Şimdi bizim için de adeta
"Görüldüğü yerde vurulacak!" emri var.
Hayır, merak ediyoruz,
kendi aranızdaki bulaşıcı hastalıklarda da
"ne olur ne olmaz" diye
o "itlaf" dediğiniz şeyden yapıyor musunuz?
Ama haklısınız!
Bizi size sayıyla vermediler ya!
* * *
Bugün yeni bir haber aldık.
Avcılar,
sulak alanlarda konaklayan bizlerin,
her türümüzden 3'er tane vurup l
aboratuvara göndereceklermiş.
Hasta mıyız değil miyiz diye.
Ya hasta çıkmazsak?
Sizin bir lafınız vardır hani...
"B.k" yoluna gitmek" miydi...
Ama yine şu "Selahattin olmama" meselesi tabii.
Size bir şey diyelim mi...
Kendinizi medeniyet olarak
bir noktaya geldiniz zannediyorsunuz di mi?
Bilişim çağı, üstün teknoloji, şu bu...
Fakat hálá ilk insanlar gibi
öldürerek koruyorsunuz kendinizi,
FARKINDA MISINIZ?
Bir arpa boyu yol alamadınız aslında.
"Kuş beyinli" dersiniz bir de...
Hıh!

Perşembe, Ekim 23, 2008

(Hemen sonuna bakmayın, önce bir düşünün lütfen.)





EĞER



1 = 5

2 = 25

3 = 125

4 = 625 ise

5 = ?





Cevap için aşağıya bakın













































Cevap = 1


İlk satırı hatırlayın 1=5 değil miydi..? Eee, o zaman niye 3125 dediniz..?



Çok fazla düşündünüz mü?

Daha öncekilere bağlı kaldınız değil mi?

Psikolojide patika bağımlılığı deniyor bu duruma.

Geçmişi unutmayın ama sizi etkilemesine de izin vermeyin!

(kaynak:mailler)

Çarşamba, Ekim 22, 2008

Alışveriş arabalarının tutma yerlerinde


Alışveriş arabalarının tutma yerlerinde,
tuvaletlerdeki kapı kollarından üç kat fazla bakteri olduğu açıklandı.
Gündelik yaşamda sıkça kullanılan eşyalar içinde
en fazla bakteri barındıranın
alışveriş arabaları olduğu belirlendi.
Alışveriş arabalarının tutacaklarında,
umumi tuvaletlerdeki kapı kollarından
üç kat fazla bakteri bulunduğu anlaşıldı.
Güney Kore Tüketici Koruma Kurulu'nun yaptığı araştırmaya göre;
alışveriş arabalarının tutacaklarının
her 10 santimetrekaresinde
ortalama 1100 bakteri kolonisi bulunuyor.
İnternet kafelerdeki bilgisayarların mouse'larında da
ortalama 690 bakteri kolonisi yaşıyor.
En fazla bakteri barındıran eşyalar listesinde
üçüncü sırada 380 birimle otobüslerdeki tutacaklar,
dördüncü sırada 340 bakteri kolonisiyle
umumi tuvaletlerdeki kapı kolları,
beşinci sırada da 130 koloniyle asansör düğmeleri geliyor.
Sabun yok ediyor.
Araştırmayı yapan Tüketici Koruma Kurulu'ndan
Kwon Young-il,
alışveriş sepetlerinin
çok fazla insan tarafından kullanılmaları
ve geniş yüzeye sahip olmaları nedeniyle
bu kadar fazla bakteri barındırdığını söyledi.
Araştırmacılar,
elleri sabunla yıkamanın tüm bakterileri yok ettiğini vurguladı.

(kaynak:Kwon Young-il)

Salı, Ekim 21, 2008

Asla acele karar vermeyin!




Köyün birinde yaşlı bir adam varmış.
Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...
Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki,
Kral bu at için ihtiyara
nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş
ama adam satmaya yanaşmamış...
"Bu at,
bir at değil benim için bir dost,
insan dostunu satar mı"
dermiş hep.
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.
Köylü ihtiyarin başına toplanmış:
"Seni ihtiyar bunak,
bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.
Krala satsaydın,
ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.
Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler.
İhtiyar:
"Karar vermek için acele etmeyin" demiş.
"Sadece at kayıp" deyin,
"çünkü gerçek bu.
Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.
Atımın kaybolması,
bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı?
Bunu henüz bilmiyoruz.
Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.
Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...
Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.
Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takip getirmiş.
Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler.
"Babalık" demişler, "sen haklı çıktın.
Atının kaybolması bir talihsizlik değil
adeta bir devlet kuşu oldu senin için,
şimdi bir at sürün var.."
İhtiyar, "karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş.
"Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.
Bilinen gerçek sadece bu.
Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.
Bu daha başlangıç.
Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz
kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"
Köylüler bu defa açıkca ihtiyarla dalga geçmemişler
ama içlerinden
"bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...
Bir hafta geçmeden,
vahşi atları terbiye etmeye çalışan
ihtiyarin tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış.
Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara,
"bir kez daha haklı çıktın" demişler.
"Bu atlar yüzünden tek oğlun,
bacağını uzun süre kullanamayacak.
Oysa sana bakacak başkası da yok.
Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler.
İhtiyar
"siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz"
diye cevap vermiş.
"O kadar acele etmeyin.
Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.
Ötesi sizin verdiğiniz karar.
Ama acaba ne kadar doğru.
Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir
ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."
Birkaç hafta sonra,
düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış.
Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış.
Köye gelen görevliler,
ihtiyarin kırık bacaklı oğlu dışında
bütün gençleri askere almışlar.
Köyü matem sarmış.
Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş,
giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler, yine ihtiyara gelmişler...
"Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler.
"Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında.
Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler.
Oğlunun bacağının kırılmasi, talihsizlik değil, şansmış meğer..."
İhtiyar, "siz erken karar vermeye devam edin" demiş.
"Oysa ne olacağını kimseler bilemez.
Bilinen bir tek gerçek var.
Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde...
Ama bunların hangisinin talih,
hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:
"Acele karar vermeyin.
Hayatın küçük bir dilimine bakıp
tamamı hakkında karar vermekten kaçının.
Karar aklın durması halidir.
Karar verdiniz mi,
akıl düşünmeyi,
dolayısı ile gelişmeyi durdurur.
Buna rağmen akıl,
insanı daima karara zorlar.
Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir
ve insanı huzursuz yapar.
Oysa gezi asla sona ermez.
Bir yol biterken yenisi başlar.
Bir kapı kapanırken, başkası açılır.
Bir hedefe ulaşırsınız
ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
LAO TZU

Pazartesi, Ekim 20, 2008

Andy Rooney der ki...


" Yaşım ilerledikçe,
en çok otuz yaşını aşmış bayanlara
değer vermeye başladım."
İşte bunun sebeplerinden birkaçı:
Otuz yaşını geçmiş bir kadın
asla sizi gecenin bir yarısı uyandırıp
"ne düşünüyorsun?" diye sormaz.
Umurunda değildir çünkü ne düşündüğünüz.
Eğer otuzunu aşmış bir kadın
TV deki maçı seyretmek istemiyorsa,
söylene söylene TV 'nin karşısında,
yanınızda oturmaz.
Yapmak istediği bir şeyi yapar.
Ve bu genellikle daha enteresan birşeydir.
Otuz yaşını aşmış bir kadın,
kendini yeterince iyi tanır ve
kendinden emindir...
Kim olduğunu, ne olduğunu,
ne istediğini ve kimden istediğini bilir.
Otuzunu aşmış çok az kadın
onun hakkında
ya da yaptıkları hakkında
ne düşündüğünüzü önemser.
Otuz yaş üstü kadın
çoğunlukla büyük aşklara,
ömür boyu sürecek bağlılıklara doymuştur.
Hayatında en son ihtiyacı olduğu şey
bir başka mızmız, devamlı söylenen,
ne yapacağına karışan, yapışkan bir aşıktır.
Otuzunu aşmış kadın,ağırbaşlıdır.
Bir operanın ortasında ya da
pahalı bir restoranda
sizinle çığlık çığlığa kavga etmesi çok nadirdir.
Ha tabii hakettiyseniz,
sizi vururken de hiç tereddut etmez,
sonuçlarına katlanmayı da planlayarak...
Otuzunu aşmış kadın
övgüler yağdırmakta çok bonkördür,
çoğu hak edilmemiş bile olsa...
Çünkü takdir edilmemenin ne olduğunu iyi bilir.
Otuzunu aşmış kadın,
sizi bayan arkadaşlarıyla
rahatlıkla tanıştıracak kadar kendine güvenir.
Daha genç bir kadın,
en iyi arkadaşını bile görmezlikten gelebilir,
yanındaki adama güvenmediği için.
Otuz yaşın üstündeki kadın,
sizin onun arkadaşına ilgi duymanızı
hiç sallamaz,
arkadaşının onun aldatmayacağını bilir.
Kadınlar yaşları ilerledikçe medyumlaşırlar.
Ona günah çıkarmanıza
hiç gerek yoktur,
Onlar her bir haltınızı bilirler.
Otuz yaşını aşmış bir kadın
kıpkırmızı bir ruj sürdüğünde
bu ona çok yakışır.
Ama daha genç kadınlarda böyle değildir.
Otuz üstü kadınlar
açıksözlü, doğrucu ve dürüsttürler.
Ne kadar geri zekalı olduğunuzu
bir çırpıda açık açık söyleyiverir,
eğer bir geri zekalı gibi davrandıysanız.
Onun için ne anlam taşıdığınızı
merak etmenize gerek yoktur.
Evet, birçok sebepten
Otuz yaşını aşmış kadınları
beğeniyor ve takdir ediyoruz.
(kaynak:mailler)

Cumartesi, Ekim 18, 2008

"Kız arkadaşlarını unutma"


Annem
"Kız arkadaşlarını unutma"
diye tavsiyede bulunmuştu..
Embedded image moved to file: pic02303.gif)
"Yaşın ilerledikçe senin için daha önemli olacaklar,
kocanı-çocuklarını
ne kadar çok seversen sev,
yine de kız arkadaşlarına ihtiyaç duyacaksın..
Onlarla bir yerlere gitmeyi ihmal etme..
Onlara vakit ayır ve kız arkadaşlarını daima hatırla..
Onlar sadece arkadaşların değil..
Senin kardeşlerin, kızların..."
demişti..
"Ne kadar komik bir öğüt. Daha yeni evlenmedim mi ?
Artık ben evli bir kadınım.
Kız arkadaşlarına ihtiyaç duyan bir genç kız değilim ki.
Bundan sonra kocama hayatımı adamak,
yapacağım tek şey olacak"
diye düşünmüştüm..
Ama yıllar geçtikçe,
çocuk olsa da ya da olmadıkça,
kocalardan boşandıkça,
sevgililerin biri gidip diğeri geldikçe,
annemin dediklerinin
ne anlama geldiğini çok iyi anladım..
Zaman geçiyor..
Hayat akıyor..
Mesafe ayırıyor..
Aşk büyüyor..
Sonra azalıyor..
Kalpler kırılıyor..
kocalar evde bir yerde duruyor..
Veya evlilikler mahkemede son buluyor..
sevgililer değişip duruyor..
Erkekler arayacaklarını söyleyip, aramıyor..
İşler geliyor ve gidiyor..
Ebeveynler ölüp gidiyor..
Komşular değişiyor..
Ama kız arkadaşlar hep oradalar...
Siz onları bırakmadığınız sürece..
Geçen yıllar ve arada kaç km. mesafe olduğu hiç önemli değil..
Bir kız arkadaş,
hiçbir zaman ona ihtiyaç duyduğumuzdan daha uzak değil..

Tüm Kız Arkadaşlara Sevgiyle...
(kaynak:mailler)

Perşembe, Ekim 16, 2008

MÜSAİT OLUNCA BENİ SEVER MİSİN?


İçeri girer girmez neşeyle bağırdı:
-Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?
-Görmüyor musun?
Telefonla konuşuyorum.
Herkesin sevdiği şey birbirine benzemiyordu.
Annesi telefonu,
babası arabayı seviyordu.
Herşey erteleniyordu,
telefon ve araba söz konusu olduğunda...
Bir de eve misafir gelecek oldu mu
kendisine hiç yer kalmıyordu.
Nerelere gitseydi?
Annesi kapattı telefonu.
Mutfaktan tencere sesleri geliyordu.
Koşarak yanına gitti:
-Sana yardım edeyim mi? dedi,
en sevimli halini takınarak.
Annesi manalı manalı baktı:
-Hayırdır? Bir yaramazlık mı var?
Bak bir de seninle uğrasmayayım.
Çok yorgunum zaten.
Yorgunluk nasıl bir şeydi?
Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında
anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır :
-'Nasıl yorulmuş yavrucak.
Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni..'
diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi.
Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer,
neden annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
—Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın.
Anneannem öyle söylüyor.
—Uykuya dalayım da, gül kokuları kusur kalsın.
Yorgunluktan ölüyorum.
Bu kelimeden nefret ediyordu.
'Yorgunum, yorgun olduğumdan, böyle yorgunken'....
—Anneciğim sen yorulma, diye...
—Yemekte konuşuruz çocuğum.
Bankada işler yetişmedi.
Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım.
Hadi sen oyna biraz.
Hani siz yoruluyorsunuz ya...Eeee....
Bende oynamaktan yoruluyorum. Ne yapayım bilmem?
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler,
yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
Işıklar söndü birden.
Annesi öfkeyle söylenmeye başladı.
—Mum da yok! diye diye karıştırdı dolapları el yordamıyla.
Çocuk sırtüstü yatıp,
anneannesinin köyünü düşündü.
Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını.
Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne.
Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip
işaret parmaklarını yukarı kaldırarak
tavşan kafası yaptı.
''Bak deli tavşan'' diyerek parmaklarını oynattı.
Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı.
Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda.
Otlarla kuşlarla konuştu.
Sonra yorgun düştü.
Duvardaki görüntü minik avuçların açılmasıyla kayboldu.
Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.
Sonra ışıklar geldi.
Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti.
Birden kanepeye koştu.
Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.
Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek.
Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini.
Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.
Çocuk sanki bir ipucu bekliyormuşcasına aralanan gözleriyle mırıldandı;
— İşin bitince beni sever misin anne? dedi.
Kadın,
sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.
******
Lütfen sevgimizi yarınlara ertelemeyelim.
Hayat telaşına kaptırıp
kendimizi, sevdiklerimizi ihmal etmeyelim.
Unutmayalım ki, yaşamın en güzel yanı sevgidir.
Unutmayalım ki yarın kimseye vaat edilmemiştir.
(kaynak:mailler)

Salı, Ekim 14, 2008

DERS ALMAK ÜÇ HİKAYE-ÜÇ DERS-BİR SÖZ



3. Hikâye
Geleceğini biliyordum…
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi.
Asker, en iyi arkadaşının az
ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
İnsanın başını bir saniye bile
siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.
Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada,
başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdinmi sen?
Gitmeye değer mi?
Baksana delik deşik olmuş.
Büyük bir ihtimalle ölmüştür.
Artık onun için yapabileceğin bir şey yok.
Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı.
İnanılması güçbir mucize gerçekleşti,
asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı.
Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü.
Birlikte siperin içine yuvarlandılar.
Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı.
Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim.
Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi,gözleri dolarak,değdi…
-Nasıl değdi?Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı.
Onun son sözlerini duymak,
dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…

3. Ders:
Güven vermek önemlidir.
Güven duymak önemlidir.
Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.


Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır.
En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir,
yoksa öldürülecektir.
Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır.
En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir,
yoksa aç kalacaktır.
Aslan veya ceylan olmanız fark etmez.
Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur.

Afrika Atasözü

Çok çalışmak, emek harcamak, güven vermek, sevmek ve paylaşmak
hayatın anlamlı olmasını sağlar.
Her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım dünyaya.
Unutmayın hayat uzun bir öyküye benzer.
Ancak öykünün uzun olması değil, iyi olması önemlidir.
Hep sevgiyle kalın…
(kaynak:mailler)

Pazartesi, Ekim 13, 2008

DERS ALMAK ÜÇ HİKAYENİN İKİNCİSİ


2. Hikâye
En iyi buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını
yine aynı çiftçi kazanmıştı.
Çiftçiye bu işin sırrı soruldu.
Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı,
kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz?
Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var;
rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır
ve tarladan tarlaya taşır.
Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek,
benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir.
Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam,
komşularımın daha iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

2. Ders:
Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar.
Sonra yayılarak devam eder.
Kin, cimrilik, nefret
kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.

Pazar, Ekim 12, 2008

DERS ALMAK ÜÇ HİKAYENİN BİRİNCİSİ



ÜÇ HİKÂYE - ÜÇ DERS - BİR SÖZ

1.Hikâye
Kavak Ağacı ile Kabak
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş.
Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.
Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş
ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş.
Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış
ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında
kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye,
soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış.
Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere,
iki ayda gelmeye çalıştığın için.
1.DERS:
Çalışmadan emek,
harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz.
Kolay kazanılan, kolay kaybedilir.
Her işte alın teri ve emek şarttır.
(devamı sonraki yazıda)

Cumartesi, Ekim 11, 2008

iLGINC BIR ZEKA TESTI :


BIR KAĞIT KALEM ALIP
AŞAĞIDAKI SORULARI TAM 1 DAKİKA İÇİNDE YANITLAMAYA ÇALIŞIN.
HER SORUYU `BİR` KEZ OKUYUN.
BİTİRİNCE YANITLARINIZI TOPLAYIN.
1. BAZI AYLAR 30, BAZILARI 31 CEKER;
KAÇ AYDA 28 GUN VARDIR?
2.DOKTORUNUZ SİZE 3 HAP VERİR
VE BUNLARI YARIMŞAR SAAT ARAYLA ALMANIZI TAVSİYE EDERSE,
İLAÇLARIN TAMAMINI BİTİRMENIZ NE KADAR SÜRER?
3.GECE SAAT SEKİZDE YATIYORUM
VE YATARKEN GUGUKLU SAATİMİ SABAH DOKUZA KURUYORUM
KAÇ SAAT UYURUM?
4.30`U YARIMA BÖLÜÜP 10 EKLEDİNİZ,KAÇ ETTİ?
5.BİR ÇİFTÇİNİN 17 KOYUNU VARDI.
SÜRÜDE SALGIN HASTALIK OLDU,
DOKUZU AĞIR HASTALANDI,
DİĞERLERİ ÖLDÜ. ÇİFTÇİNİN KAÇ KOYUNU VAR?
6.SADECE BİR TEK KİBRİTİNİZ VAR,
İÇİNDE BİR GAZ LAMBASI, BİR GAZ SOBASI
VE BİR DE MUM BULUNAN KARANLIK VE SOĞUK BİR ODAYA GİRDİNİZ...
ÖNCE HANGİSİNİ YAKARSINIZ?
7.ADAMIN BİRİ DİKDÖRTGEN BİÇİMINDE
VE HER CEPHESİ GÜNEY MANZARALI BİR EV İNŞA EDİYOR.
EVİ KOCAMAN BİR AYI ZİYARET EDERSE BU AYI NE RENK OLUR?
8.3 ELMA VARDI,İKİSİNİ ALDIM.KAÇ ELMAM VAR?
9.MUSA GEMİSİNE HER HAYVANDAN KAÇAR ADET ALDI?
10.CHICAGO`DAN HAREKET EDEN 43 YOLCULU BİR OTOBÜS KULLANIYORSUNUZ.
PITTSBURGH`DA 7 YOLCU BİNİP,5 YOLCU İNDİ.
CLEVELAND`DA 8 YOLCU İNDİ,
6 YOLCU TUVALETE GİDİP GELDİ VE 4 YENİ YOLCU BİNDİ.
20 SAAT SONRA PHILADELPHIA` YA VARDIĞINIZDA ŞOFÖRUN ADI NEYDİ?
TAM 1 DAKİKA İÇİNDE CEVAPLADINIZ DEĞİL Mİ?


ŞİMDİ YANITLAR:

1. HEPSİNDE, TÜM AYLARDA 28 GÜN VARDIR.
2. BİR SAAT
3. GUGUKLU SAATLER GECE GÜNDÜZ AYRIMI YAPMADIĞI İÇİN 1 SAAT.
4. 70 EDER, YARIMA BÖLMEK 2 İLE ÇARPMAK DEMEKTİR.
5. 9 CANLI KOYUN
6. KİBRİTİ
7. AYI BEYAZ OLUR. EVİN HER CEPHESİ GUNEYE BAKTIĞINA GÖRE BİNA KUZEY KUTBUNDADIR.
8. 2 ELMA
9. SIFIR, GEMİSİNE HAYVAN ALAN NUH İDİ.
10. ŞOFÖR SİZDİNİZ.

DEĞERLENDİRME:
10 DOGRU : EINSTEIN SEVİYESİ
9 DOGRU : TOPLUMLA UYUŞAMAYAN PSİKOLOJIK BOZUK VAKA
8 DOGRU : MUHENDİS
7 DOGRU : UNİVERSİTE OĞRENCİSİ
6 DOGRU : LİSE ÖĞRENCİSİ
5 DOGRU : ILKOKUL ÖĞRENCİSİ
4 DOGRU : ILKOKUL ÖĞRETMENİ
3 DOGRU : LİSE ÖĞRETMENİ
2 DOGRU : UNİVERSİTE PROFESÖRÜ
1 DOGRU : VATANDAŞ
0 DOGRU : MİLLETVEKİLİ

Perşembe, Ekim 09, 2008

ERKEKLER NE İSTER?



-Kadınların hiçbir şey istememesini ister .
-" Seni seviyorum " sözünü bir kez söylesin ,
karşı taraf bununla 20 sene idare etsin ister .
-Gökten yağmur değil kadın yağsın ister .
-Maçların 90 dakikadan 24 saate çıkarılmasını ister .
-Evli olmak ama bekar gibi yaşamak ister .
-Ölecekse skor yaparken ölmek ister .
-Bir bakışı canlar yaksın ister .
-Bütün kızları ellemek ,
el değmemiş bir kızla evlenmek ister .
-Gençliğinde annesinin , yaşlılığında kızının arkadaşlarını ister.
-Kadınları " Çocuklarımın anası, elimin kiri "
vs . sıfatlarla kategorize etmek ister .
-Aldatmak ve hoş görülmek ister .
-TV 'nin karşısında horlaya horlaya uyumak ister .
-Bütün kadınların " verici " ,
bir tek kendi kadınının "Sadıka Hanım " olmasını ister
-Bilimin bir gün erkeklerin kadınlardan daha zeki olduğunu
ortaya çıkarmasını ister.
-Kendi anlayışsızlığını örtbas etmek için
kadınların anlaşılmaz olduğu masalını dünyaya yaymak ister ..
-Bir kadınla sonuca varmak için
aşılması zorunlu olan
o kahrolası merhalelerin hiç olmamasını ister .
-Akıllı kadından hoşlanıyor görünmeyi ister ..
-Kadının kıt akıllısını ister .
-Kadının güzel bir süs bitkisi olmasını ister .
-Eskimiş(?) kadını peşinata sayıp
yenisini almayı ister .
-Romantizm denen
ve işleri zorlaştıran baş belasının
tez günde yok olmasını ister .
-Üst'lerinin erkek,
ast'larının da kadın olmasını ister .
-Ahçı, hizmetçi, anne, hemşire,
güzellik kraliçesi karışımı bir kadına sahip olmak ister .
-Para ya da bulunduğu konum sayesinde tavladığı kızların ,
ağarmış saçlarına aşık oldukları masalına inanmak ister ..
-Ne evdekinden, ne ötekinden vazgeçmek ister .
-Dünyadaki bütün kadınları ister ...
-Verseniz de yetinmez , Mars'takileri de ister .
(kaynak:mailler)

Çarşamba, Ekim 08, 2008

FARK ETMELI INSAN




Farkı farketmeli,
farkettiğini de farkettirmemeli bazen...
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını farketmeli.
Anne karnına sığarken
dünyaya neden sığmadığını
ve en sonunda bir metre karelik yere
nasıl sığmak zorunda kalacağını farketmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın,
ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu farketmeli.
Henüz bebekken
'Dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,
ölürken de aynı avuçların
'her şeyi bırakıp gidiyorum işte!'
dercesine apaçık kaldığını farketmeli.
Ve kefenin cebinin bulunmadığını farketmeli.
Baskın yeteneğini farketmeli sonra.
Azraillin her an sürpriz yapabileceğini,
nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan
Hayvanların yolda ,kaldırımda,çöplükte
ama kendisinin güzel hazırlanmış
mükellef bir sofrada yemek yediğini farketmeli.
Yaratılmışların en güzeli olduğunu farketmeli
ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni
dikenin hemen yanı başındaki gülü farketmeli.
Evinde kedi,köpek beslediği halde
çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını farketmeli.
Eşine 'seni çok seviyorum!' demenin
mutluluk yolundaki müthiş gücünü farketmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin
sadece üçünü giydiğini
ama arka sokaktaki komşusunun
o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu farketmeli.
Zenginliğin ve bereketin
sofradayken
önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini farketmeli.
Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını
ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini farketmeli,
farketmeliyiz çok geç olmadan.....
Ömür dediğin üç gündür,
dün geldi geçti yarın meçhuldür...

O halde ömür dediğin bir gündür,o da bugündür....

(Can Yücel)

Salı, Ekim 07, 2008

İYİ OL....



İyi ol fakat çok iyi olma.
Birazcık huysuz ol fakat çok değil.
İçinden geliyorsa dua et.
Eğer sana rahatlık veriyorsa arada bir küfür de et.
Etrafındakilere mümkün olduğunca dostça davran, müşfik ol.
Eğer bir gün kötü davranmanı gerektirecek bir durum karşısında kalırsan;
bağır, çağır, kır, dök ve unut!
Her zaman ve her yerde eline geçen bütün saadeti yakala,
en ufak bir parçanın bile kaçmasına izin verme.
Yaşa herşeyden önce,
yaşa ve sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş olduğun için,
laf olsun diye günlerini geçirme.
Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan;
bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev!
Hayatını o şekilde yaşa ki;
her an kendi elini sıkabilesin
ve her gün faydalı olan, hiç olmazsa bir şey yap ki;
gecelerin yaklaşırken örtüleri üzerine çekip
kendi kendine "Ben elimden geleni yaptım"
diyebilesin.
Düşüncelerin neyse hayatın da odur.
Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir.

William Shakespeare.....

Pazartesi, Ekim 06, 2008

BİR ÖLÇÜDÜR DÜRÜSTLÜK


Büyükannemle büyükbababma göre iki tür insan vardı:
Dürüst ya da değil.
Oturma odalarında asılı duran çerçevede,
şu basit cümle yer alırdı:
"Yaşam,tarlaya yeni yağmış olan kara benzer.
Adımlarım,nerede yürüdüğümü gösterir."
Onlar,dürüstlüğün,
doğru yolu bulmak için gereken
en önemli ahlaki değer olduğunu
içgüdüsel olarak bilirlerdi.
Dürüstlük,kendi davranışlarınızı yargılamak için
kullanmanız gereken bir ölçümdür.
Ne yazık ki günümüzde dürüstlük
ender bulunan bir erdem ve gittikçe de yok oluyor.
Ama bu erdem,
her toplumdaki en alt sınırı oluşturur.
Ve sorgulamamız gereken bir değerdir.
Sorgulamanın bir yolu,
benim "dürüstlük üçlemesi"
olarak nitelendirdiğim bu testi uygulamak olabilir.
Kişisel baskı karşısında bile,
inandığınız değerlere sıkı sıkıya bağlı kalın.
Cerrahi serviste çalışan bir hemşirenin,
hastanedeki ilk günüyle ilgili bir öykü vardır.
Bir batın ameliyatı öncesi,
ameliyathanede bulundurulması gereken
tüm tıbbi araç gereçlerden sorumluydu.
Ameliyat biterken,hemşire,cerraha
"11 tampon çıkarttınız,
oysa 12 tane kullanmıştık,
sonuncuyu bulmamız gerek."dedi.
Doktor"Hepsini çıkarttım."dedi.
"Bunu yapamazsınız."
diye karşı çıktı hemşire.
"Hastayı düşünün."
Doktor gülümseyerek ayağını kaldırdı,
kaybettikleri tampon orada duruyordu.
"Siz gerek bu hastanede
gerekse başka yerlerde çok başarılı olacaksınız."
dedi hemşireye.
Haklı olduğunuzda,
sonuna dek savaşım verin.
Herkese,hakkı olan değeri verin.
Sizden daha iyi fikirleri oalnlardan
ya da daha zeki olanlardan çekinmeyin.
Bir reklam şirketinin kurucusu,
çalışanlarına,birbirlerinin içine giren
altışar tahtadan Rus bebeği gönderdi.
İletmek istediği ileti,
en küçük bebeğin içinde gizliydi.
"Eğer hepimiz,
kendimizden küçük insanları işe alırsak,
cüce bir şirkete dönüşürüz.
Ama eğer,
kendimizden büyük insanları işe alırsak,
şirketimiz devleşir."
Ve şirketin geldiğinokta da bu oldu.
Gerçekten kim olduğunuz hakkında
açık ve dürüst olun.
Gerçek değerlerden yoksun olan insanlar,
kendilerini iyi duyumsayabilmek için,
dış görünüşlerine daha çok önem verirler.
Bu maskelerini korumak için,
ellerinden geleni yaparlar;
ama öte yandan
erdemlerini ya da
karakter özelliklerini geliştirmek için
çaba göstermezler.
Kendiniz olun.
İnsanların hoşlanacağı bir maskenin arkasına
gizlenmeyin.
Yaşamın zorluklarına karşı
ve gerçeklerle yüzleşmek konusunda
gerçek bir erişkin gibi davranın.
Kendine saygı ve iç huzuru,
dürüstlüğü oluşturan önemli faktörlerdir
ve çevrenizdekilerle ilişkilerinizi
güçlendirmeye yararlar.
Dürüstlük,
modaya uymak için değil,
yalnızca doğru olduğuna inandığınız
ve bu yüzden yaptığınız her şeydir.
İlkelerine bağlı olarak yaşayan insanlar
her zaman başarıya ulaşırlar.

Cumartesi, Ekim 04, 2008

BİR ÖĞRENCİNİN KENDİ KENDİSİYLE KONUŞMALARI

Vicdan üzerine bir yazı....
Pazar günü sabah uyanıyorum.
Pazartesi günü için yetiştirmem gereken ödevler
ve girmem gereken bir yazılı sınav var.
İçimden şöyle diyorum:
Önce kahvaltı yapayım,sonra oturup çalışmaya başlarım."
Kahvaltım bitiyor;güne hazırım.
Şimdi de içimden bir ses:
"Biraz televizyon izle,
güzel bir kovboy filmi var,sonra oturur çalışırsın."diyor.
İçimdeki sesi dinliyorum;filmi izliyorum.
Film bitince oturup çalışmaya başlayacaktım ama
şimdi de içimdeki ses:
"Dışarı çık biraz dolaş,biraz hava alırsın,
bir kaç arkadaşınla görüş iyice açılırsın
sonra da gelip güzel güzel dersini çalışırsın."diyor.
Ben de dışarı çıkıyorum,
şöyle birkaç saat dolaşıyorum,rahatlıyorum.
Eve döndüğümde yine aynı ses:
"Biraz bilgisayar oyunu oyna,
sonra kahve içersin sabaha kadar oturup çalışırsın,
sabaha kadar daha çok zamanın var."diyor.
Ben de öyle yapıyorum,
bilgisayarın başından kalktığımda saat oniki,
sabaha çok az kaldı bu saatten sonra oturup
ders de çalışamam, ama çalışmadığım için rahat rahat
uyuyamam da. içimdeki sesin oyununa geldim,
bile bile lades dedim. her seferinde
böyle oluyor; "düşünüyorum ama yapmıyorum",
erteliyorum. aslında şunun farkettim ki içimde
iki ses var; biri hep ertelememe neden olan ses,
öteki her ertelediğimde yanlış birşey yaptığımı
bana bildiren ses. bundan böyle yanlış bir şeyi
yaptığımı bana bildiren sese kulak vermeliyim,
yoksa çok geç kalacağım. beni huzursuz eden de
huzurlu kılan da kendi kararlarım. kararlarımı
huzurlu, uyumlu birey olma yönünde vereceğim.
kendimle barışık kalabilmek için beni boşluğa,
çaresizliğe iten sese değil, sabırla etkinlikte
bulunmaya iten sese kulak vermem gerek. başarısızlık
kaderim olmayacak, çünkü ben kendimi şu anda
olduğumdan başka türlü var edebilecek güce,
yeteneğe sahip biriyim. "yapmayı düşünmek" ile
"yapmak" arasındaki farkı biliyorum, vicdanımı
rahatsız eden de bu zaten, bu yüzden artık yapacağım.
"yapıyorum, öyleyse varım."

Cuma, Ekim 03, 2008

ÜMİT

Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı.
Bütün köy ahalisi toplandı. İçlerinden birinde şemsiye vardı.
Bu inançtır.

Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır.
Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler.
Çünkü babaları onu tutacaktır.
Bu güvendir.

Yatağımıza girerken
yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair teminatımız yoktur.
Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız.
Bu ümittir.

İnancınızı, güveninizi, ümidinizi hiç kaybetmemeniz dileğiyle...

Salı, Eylül 30, 2008

Krizden koruyacak 40 altın kural

Dünyayı sarsan şok dalga dalga geliyor.
Peki siz yeni bir krize hazır mısınız?
26.09.2008 12:19
HABERTURK.COM EKONOMİ SERVİSİ
Kredi kartınızın asgari miktarını bile ödeyemiyorsanız,
hemen bir bankaya gidip bireysel kredi alarak
borcunuzu kapatın ve borcunuz bitene kadar kartınızı kullanmayın.
6-Bankadan kredi alarak araba ya da ev almayın,
bu ihtiyaçlarını piyasalardaki dalga bitene kadar erteleyin.
7-Her ay başında bir bütçe yaparak
gelecek ayın harcama planını çıkarın,
bunu yaparken de eğlence masraflarınızı kısın.
8-Yeni cep telefonu almak için bir süre daha bekleyin.
9-Kış öncesi evinizin cam ve kapılarının izolasyonunu yaptırın.
10-Sıradan bir televizyon çalışırken
ortalama 100 Watt elektrik tüketir.
Televizyonu kapatıp da prizden çekmezseniz, tüketim 2 Watt düşer.
11-Cep telefonları ya da
MP3 ses cihazlarının ve diğer şarj adaptörü
kanalı ile şarj edilen aletlerinin de
kullanılmadıklarında fişten çekin.
12-Çamaşır makinelerini tam doluyken çalıştırın.
Çamaşırları yıkarken sıcak su yerine
ılık su kullanarak çamaşırlarınızı daha düşük ısıda yıkayın.
13-Küçük alışverişler için büyük marketlere gitmeyin.
14-Evin diğer fertlerine de
olası krize karşı hazırlıklı olunması gerektiğini anlatın
ve harcamalarını kısmalarını talep edin.
15-Eğer varsa
tasarruflarınızı yönlendirdiğiniz yatırım araçlarını
yeniden gözden geçerin.
Banka ya da aracı kurumlardan
bu konuda uzman portföy yöneticilerinden destek alın.
16-Kullanmadığınız kredi kartları varsa
hemen iptal edin. Kredi kartı sayınızı minimuma indirin.
17-Bankacılık işlemlerinde internet ve ATM'leri kullanın.
Bu sayede havale ve EFT gibi işlemlerde
önemli miktarlarda tasarruf sağlamış olursunuz.
18-Alışverişe çıktığınızda sadece ihtiyacınız olanları alın.
Özellikle de evde bir liste yaparak markete gidin.
Raflarda her gördüğünüzü sepete atmayın.
19-Marketlerde alışveriş yaparken kredi kartınızı kullanmayın,
çünkü cebinizden anında nakit çıkmadığı için
gereksiz bir çok ürün alabilirsiniz.
Markette nakit parayla yapacağınız alışveriş
masraflarınızın azalmasında etkili olacaktır.
20-Zorunlu dayanıklı tüketim ihtiyaçlarınızda ise
kredi kartına uygulanan uzun vadeli kampanyaları tercih edin.
21-Mağazalardaki yeni sezon ürünlerini almak yerine
birkaç ay sonra başlayacak indirimli kampanyaları bekleyin.
22-İndirim yapılıyor diye bir ürün almayın,
bu dönemde sadece zorunlu ihtiyaçlarınız için alışveriş yapın.
23-Aracınıza benzin alırken,
kredi kartı kampanyalarından yararlanın.
Aynı firmadan üst üste yapılan alışveriş sayesinde
önemli oranlarda para puan kazanabilirsiniz.
24-Kredi kartlarından elde ettiğiniz para puanları da
alışverişte kullanmayın.
Birçok banka uçak bileti alımlarında
para puanları iki ya da dörtle çarpıyor.
25-Bireysel emeklilik sistemine üyeyseniz,
tasarruflarınızın değerlendirildiği enstrümanları
bir kez daha gözden geçirin.
Eğer siz uyarmazsanız,
birçok şirket yatırım planında değişiklik yapmaz.
Bu dönemde fonlarınızın
daha defansif yatırım araçlarına yönlendirilmesini sağlayın.
26- Tüm harcamalardan vazgeçin
ama aracınızın kaskosu ve sağlık sigortanızdan vazgeçmeyin.
27-Çok zorunlu olmadıkça dışarıda yemek yemeyin.
28-Hemen bir servis çağırarak
kış gelmeden kombinizin bakımını yaptırın.
Çok soğuk günlerde kombinizi kapatmak yerine
düşük ayarda sürekli çalıştırın.
29-Sebze ve meyveleri musluktan akan suda değil,
bir kabın içerisinde yıkayın.
30-Varsa sigara ve alkol kullanım miktarını azaltın.
Eğer bırakamıyorsanız fiyatı daha ucuz sigaraları tercih edin.
En azından kriz dönemi atlatılana kadar
kullanacağınız daha ucuz sigaralar bütçenize önemli katkı sağlayacaktır.
31-Otopark masrafları da dikkate alındığında
kendi aracınız yerine toplu ulaşım araçlarını tercih edin
ve özellikle de büyük şehirlerde
'akbil' gibi belediyelerin daha ucuza sağladığı ulaşım imkanlarını kullanın.
32-Eğer kirada oturuyorsanız,
konut fiyatlarındaki düşüşü de değerlendirerek
çevrenizde daha az kira ödeyebileceğiniz alternatifleri araştırın.
Ancak depozito ve taşınma masraflarını da hesaplayın.
Özelikle kriz dönemlerinde
nsanların nakde daha fazla ihtiyacınız olacağını unutmayın.
33-Kısa vadede tatile çıkmayı planlıyorsanız iptal edin.
Hem kafanız rahat olmayacağı için tatilden bir zevk almazsınız,
hem de yapacağınız masraf
kriz döneminde çok önemli ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olabilir.
35- Birikmiş paranızla
geçmişten gelen düşük faizli borçlandığınız taksitleri kapatmaya kalkmayın.
Çünkü kriz dönemlerinde faizler daha fazla yükseldiği için
mevcut paranızı daha yüksek bir fiyattan satma fırsatı yakalayabilirsiniz.
36-Sadece evde değil
yaşadığınız apartmanda tasarruflu ampullerden tutun da
asansör kullanımına kadar
birçok alanda tasarruf yapılması için çevrenizdekileri uyarın.
Bu sayede apartmanı ortak giderleri azalır.
37-Yemek pişirirken düdüklü tencere kullanın,
büyük bir ateşin üzerine küçük kap koymayın.
Yemekleriniz ağzı açık kaplarda pişirmeyin.
38-Market alışverişlerinizde
özellikle hafta içi ve hafta sonunda
indirim yapılan günleri tercih edin.
39-Kış gelmeden önce aracınızı bakıma sokun
ve yakıt masraflarını azaltacak tedbirler alın.
40-Çok zorunlu olmadıkça
'kara gün' için biriktirilen
altın benzeri yastık altı tasarruflarınızı bozdurmayın.
Bozdurmanız gerekirse de sadece ihtiyacınız olan miktarını elden çıkarın.
(bunu herkesin okumasını sağlayın)

Cumartesi, Eylül 27, 2008

KRAL ve DÖRT EŞİ


Bir zamanlar,
büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten bir kral varmış.
Dört eşi olan bu kral
en çok dördüncüsünü sever,
bir dediğini iki etmez,
her şeyin en güzelini,en iyisini ona verirmiş.
Kral üçüncü eşini de çok severmiş.
Bu güzelliğin bir gün
kendisini terk edebileceğinden korktuğu için,
onu çok kıskanır,üzerine titrermiş.
İkinci eşini de severmiş kral.
Kendisine karşı her zaman
iyi ve sabırlı davranan eşi,
kralın ne zaman bir derdi olsa
daima onun yanında bulunur,
sorunun çözümünde ona destek olurmuş.
Kraliçe olan birinci eşiymiş kralın.
Onu karşılık beklemeden seven,
sağlığına ve hükümdarlığına
en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen,
kral birinci eşini sevmez
ve onunla hiç ilgilenmezmiş.
Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış.
Yakında öleceğini anladığı
ve öldükten sonra yapayalnız kalmaktan korktuğu için,
eşlerinden hangisinin
ölüm yalnızlığını
kendisiyle paylaşmak isteyebileceğini
öğrenmek istemiş.
En çok sevdiği dördüncü eşine:
"Ölüm yolculuğunda bana eşlik etmek ister misin?"
diye sorduğunda,
aldığı cevap kalbine bir bıçak gibi saplanmış.
Cevabı kısa ve:"Mümkün değil!"olmuş.
"Hayatım boyunca seni sevdim,
sen benimle birlikte ölmeyi kabul eder misin?"
sorusuna üçüncü eşi:
"Hayır,hayat çok güzel.
Sen ölünce ben yeniden evleneceğim."
diye cevaplamış.
Kral bir kez daha yıkılmış.
"Her zaman,her sorunumda yanımda olan,
bana yardım eden sendin,
bu sorunumda da bana yardımcı olur musun?"
talebine karşılık ikinci eşinden:
"Bu sorunun için hiç bir şey yapamam,
olsa olsa sana mezarına kadar eşlik eder,
güzel bir cenaze töreni yaptırır
ve yasını tutarım."karşılığını almış.
Büyük bir hayal kırıklığı yaşamakta olan kral
birinci eşinin sesiyle irkilmiş;
çünkü kraliçe:
"Nereye gidersen git,
seninle olurum,seni takip ederim."
demekteymiş.
"Ah!"
diye büyük bir pişmanlıkla inlemiş kral:
"Keşke bir şansım daha olsaydı!..."
Gerçek hayatta hepimiz dört eşli bir kralız.
Dördüncü eşimiz VÜCUDUMUZdur.
Onun güzel görünmesi için
ne kadar zaman,
kaynak ve çaba harcarsak harcayalım
öldüğümüzde bizi terk edecektir.
Üçüncü eşimiz,
sahip olduğumuz SERVETimiz ve STATÜmüzdür.
Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır.
İkinci eş,AİLEmiz ve DOSTLARımızdır.
Tüm sorunları paylaştığımız
bu kişilerin en son yapacakları şey,
bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamak olacaktır.
Birinci eş ise;RUHUMUZdur...
Zaten hayatta da böyle değil mi?
Çıkarlar üzerine kurulu bir şekilde
hayatımızı devam ettirmeye çalışırken
en çok ruhumuzu ihmal etmiyor muyuz?...
Kalın sağlıcakla!!!!
(kaynak:mailler)

Perşembe, Eylül 25, 2008

ZEKI KADINLARA SAYGILARIMLA



KARI & KOCA
Bir çift hiç konuşmadan arabayla yolda gitmekteydi.
Daha önceki bir tartışma münakaşaya dönüşmüştü
ve hiçbiri teslim olmak istemiyordu.
Keçi, katır ve
domuzlarla dolu bir çiftliğin yanından geçerken koca,
alaycı bir biçimde sorar: 'Akrabaların mı?'
Karısı 'Evet' diye cevap verir ve ekler,
'Senin taraftan akrabalarım'

KELİMELER
Kocası karısına kadınların
bir günde kaç kelime kullandığına dair bir makale okuyordu...
'Erkeklerin 15,000 kelimesine karşılık 30,000 kelime'
Karısı yanıtladı:
'Sebebi erkeklere her şeyi tekrar etmek zorunda olmamızdır.'
Kocası karısına döndü ve sordu: 'Efendim?'

YARADILIŞ
Bir gün bir adam karısına sordu:
'Aynı zamanda nasıl hem bu kadar salak,
hem de bu kadar güzel olabildiğini anlamıyorum.'
Karısı yanıtladı: 'Açıklamama izin ver.
Allah beni sen çekici bul diye çok güzel yarattı;
Allah beni seni çekici bulayım diye çok salak yarattı!'

KONUŞMAMA CEZASI
Bir karı koca evde problemler yaşamaktaydı
ve birbirlerine konuşmama cezası uygulamaktaydı.
Aniden adam ertesi gün karısının kendisini
sabah 5:00 da iş için bir uçuşu olduğundan
uyandırması gerektiğini hatırladı.
Sessizliği ilk bozan ve kaybeden kendisi olmamak için,
bir kağıdın üzerine
'Lütfen beni sabah 5:00 da uyandır.' yazdı
ve notu karısının bulabileceği bir yere bıraktı.
Ertesi sabah,
adam uyandı ancak saatin 9:00 olduğunu
ve uçuşu kaçırdığını farketti.
Çok kızdı,
tam karısının onu neden uyandırmadığını soracakken
yatağın yanında bir parça kağıt buldu.
Kağıtta 'Saat 5:00 uyan' yazmaktaydı.

Erkekler bu tip yarışmalar için
yeterli donanıma sahip değiller.
Allah erkeği kadından önce yaratmış olabilir,
ancak şaheserden önce her zaman bir kabataslak vardır.

BUNU GÜLMEYE İHTİYACI OLAN ZEKİ KADINLARA
VE KALDIRABİLECEĞİNİ DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ ERKEKLERE OKUTUN!
(kaynak:mailler)

Salı, Eylül 23, 2008

GÖZLER


İnsanın kalbinde olanı gözleri açıkça belli eder.
Gözler kötü bir şeyi asla gizleyemezler.
İnsanın içinde doğruluk varsa gözleri de aydınlıktır.
Eğer doğruluk yoksa gözler de donuktur.
Birisi seninle konuşurken gözlerine bak.
(kaynak:mailler)

Perşembe, Eylül 18, 2008

........Yolu yarılayan kadın


.........Yolu yarılayan kadın
sevgisinde ve öfkesinde cömerttir.
Onunla olan erkeğin her şeye hazır olması gerekir.
'Yaş otuz beş, yolun yarısı eder' deyince şair,
yolu yarılayan kadınlar aklıma gelir.
Ne aradığını ya da ne aramadığını bilen kadınlar.
Aşkı, sevdayı mutlaka tatmış olurlar.
Bu nedenle onları yüzeysel duygularla kandırmak mümkün değildir.
Aşkın da aşksızlığın da kokusu bu kadınlara sizden önce gelir.
Ömrünün diğer yarısını kendini geliştirmeye adayacağından
bilinçleri doruğa yükselir.
Akıl ve bedenle birlikte girdiği ortama renk ve ışık verir.
Yolu yarılayan kadınlarla kolay ve zor bir hayat iç içedir.
Sevgisinde de, öfkesinde de cömerttir.
Evet anlamına gelen kadınsı hayırlarla
kapris yapılmayacağını çoktan öğrenmiştir.
Erkeğin ne ardından gelir,
ne de ilerisinde olmak için didinir.
Yan yana ,can cana duruşlar tercihidir.
Bazen bir anne şefkati,
bazen de bir aslan kükremesi ile şaşkınlığa çevirir.
Onunla birlikte olan erkeğin her şeye hazır olması gerekir.
Yolu yarılayan kadınlar duygularını yaşamasını bilir.
Davranışları sebepsiz değildir.
Kalbi kırıldıysa ağlar,
ağlayışının sebebi erkeğin ona sunacağı SEVGI değildir.
Mutluysa kahkahalar atar,
gülüşünün sebebi DIKKAT çekmek değildir.
Seviyorsa kıskanır,
kıskanç oluşunun sebebi kendine GUVENSIZLIK değildir.
Üzgünse omuz arar,
destek istemesi CARESIZLIGINDEN değildir.
Suskunsa sebebi vardır,
kendi haline bırakılması gerekir.
Yolu yarılayan kadınların hissiyatı kuvvetlidir.
ALDATILDIGINI sezgilerini kullanarak gün ışığına çıkarır.
VEDA VAKTI geldi demenize bile gerek yoktur.
O verdiğiniz mesajı çoktan anlayıp kendi yolunu tutmuştur.
Her gidiş kadını daha da kadınlaştırır.
Gidenin ardından bakacak kadar hayatın uzun olmadığını anlamıştır.
Ve gizem kadına en çok bu yaşlarda yakışır.

(kaynak:mailler)

Pazar, Eylül 14, 2008

YÜRÜYÜŞÜN 24 FAYDASI



Her yürüyüş faydalı değildir.
Faydalı olan yürüyüş
tempolu olan ve
en az yarım saatten sonraki devam ettirilen yürüyüştür.
Yürüyüşün ilk yarım saati
vücudun ısınması için gereklidir.
Amacımıza hizmet eden ise
ısınmadan sonra yapılan yürüyüştür.
Düzenli olarak yürüyüş yapanlar
kasların kuvvetlenmesinden,
şişmanlık riskinin azalmasına,
yaratıcı düşünce potansiyelinin artmasından,
yaşlanma sürecini geciktirmeye kadar
çeşitli kazanımlar elde ediyor.
Faydalı yürüyüş için
öncelikle bir program oluşturulması gerekir.
Programa başlarken,
kısa ve uzun dönemli gerçekçi hedefler konması,
yürüyüş malzemelerinin özenle seçilmesi,
programın tembelleşmeden oluruna bırakılması gerekir.
Buna göre:
1- Kilo vermek amacıyla
naylon vb. gibi giysiler vücuda sarılmamalı.
2- 40 yaşın üstündekiler
doktora görünmeden yürüyüş programına başlamamalı.
3- Diyabet,
hipertansiyon ve diğer sistematik hastalığı bulunanlar
sık sık doktor kontrolünden geçmeli.
4- Ciddi bir yemek sonrası hızlı ve ağır yürüyüşler yapılmamalı.
5- Yürüyüş öncesi ve sonrasında susuz kalmamaya dikkat etmeli.
6- İnce tabanlı ve makosen ayakkabılar ile yürüyüş yapılmamalı.
7- Çok sıcak havalarda ve saatlerde yürüyüşten kaçınmalı.
8- Bir sıkıntı hissedildiğinde yürüyüşe inatla devam etmemeli.


BEDENİ KAZANIMLAR:
1- Yürüyüş, kan akımını ve
kan damarlarının miktarını artırarak, dolaşımı iyileştirir,
kalp-damar ve beynin damarsal hastalıkları riskini azaltır.
2- Kalp kası dâhil,
vücut kaslarını kuvvetlendirerek,
daha etkin çalışmalarını sağlar.
3- Her bir kasılmada
kalbin pompaladığı kan miktarını artırarak,
istirahattaki kalp atım sayısını (nabzı) azaltır.
4- Egzersiz ve stres durumunda
arteriel kan basıncında
(tansiyonda) oluşan yükselmeyi azaltır.
5- Kan basıncını düzenler.
6- Kalp kasının
yan damarlardan da beslenmesini destekler.
Böylece kalbin ana damarlarında oluşacak
tıkanıklıkların vereceği zararı azaltır.
7- Şişmanlık riskini azaltır.
8- Sindirimi kolaylaştırır.
9- Beyine oksijen sağlanmasını artırarak,
zihinsel keskinlik ve
yaratıcı düşünce potansiyelini yükseltir.
10-Lenfatik dolaşıma yardımcı olur.
11-Egzersiz sırasında ve sonrasında metabolizmayı uyarır.
12-Solunumsal kapasiteyi ve aerobik gücü artırır.
13-Büyümeyi ve travma sonrası toparlanmayı olumlu etkiler.
14-Kan yağlarının (trigliserid) düzeyini düşürür.
15-HDL/LDL (iyi huylu-kötü huylu kolestrol) dengesini düzenler.
16-Koordinasyona olumlu etki yapar.
17-Eklem ve kasların esnekliğini artırarak,
bel ve boyun ağrılarını hafifletir.
18-Kemiklerin sertleşmesini ve kuvvetlenmesini sağlar.
19-Dayanıklılığı artırır.
20-Yorgunluk duyumunu engeller.
21-Uykusuzluğu azaltır, rahatlamaya yardımcı olur.
22-Vücudun doğal keyif verici hormonu olan
endorfinin salınımını artırır.
23-Yaşlanma sürecini geciktirerek, genç bir görünüm sağlar.
24-Moral, özgüven ve iyimserliği artırır.

(kaynak:mailler)

Cuma, Eylül 12, 2008

SEVİ





"Bir yaz günü,
plajda kumlarla oynayan iki çocuğu seyrediyordum.
Deniz kıyısında,
kapılarıyla, kuleleriyle, tünelleriyle
kocaman bir kale yapmak için harıl harıl çalışıyorlardı.
Kale neredeyse tamamlanmışken,
büyük bir dalga gelip her şeyi sildi süpürdü..
Kocaman kaleleri bir anda ıslak bir kum yığınına dönüştü.
Bütün uğraşlarının
bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören
çocukların göz yaşlarına boğulmalarını bekliyordum.
Ama beni şaşırttılar.
Ağlamak yerine, ikisi de kalkıp el ele tutuştular
ve gülerek kıyıdan biraz daha içerde
yeni bir kale yapmaya giriştiler.
Çocukların,
o anda bana önemli bir ders verdiklerini fark ettim.
Yaşamımızdaki her şey,
yaratmak için üstünde çok zaman
ve enerji sarf ettiğimiz her karmaşık yapı,
aslında kumdan kalelerdir.
Er ya da geç,
bir dalga gelip yılların çabalarını bir anda yok edebilir.
Sadece ve sadece başka insanlarla kurduğumuz ilişkiler,
her şeye direnir,ne olursa olsun sağlam kalabilirler..
Her şeyin yok olduğu anlarda
sadece tutacak bir eli olan insanlar
gülümseyebilirler..

HAROLD KUSHNER"

Cumartesi, Eylül 06, 2008

Buyurun hikâyeyi birlikte okuyalım:




“ 21 senelik evlilikten sonra
“aşk ışıltısını” canlı tutmanın
yeni bir yolunu buldum.
Bir süre önce,
başka bir kadınla çıkmaya başladım
ve bu aslında eşimin fikriydi.
Bir gün eşim, beni çok şaşırtarak,
“Biliyorum ki onu seviyorsun” dedi.
Şiddetle itiraz ettim: “Ama ben seni seviyorum!”

“Biliyorum ama aynı zamanda onu da seviyorsun.
Ona da zaman ayırman gerekiyor”
karımın, ziyaret etmemi istediği “öbür kadın”
, 19 yıldır dul olan annemdi.
İşimin yoğunluğu
ve üç çocuğumun beklentileri sebebiyle
annemi görme fırsatım pek olamıyordu.
O akşam annemi yemeğe
ve ardından sinemaya davet ettim.
Endişelendi ve hemen,
“iyi misin, her şey yolunda mı?” diye sordu.
Annem de geç saatte gelen bir telefonun
veya sürpriz bir davetin
mutlaka kötü bir anlamı olacağından şüphelenen tipte kadınlardandır.

“Seninle beraber
ikimizin biraz zaman geçirmemizin
güzel olacağını düşündüm” diye yanıtladım.
“Sadece ikimiz mi?”
Biraz düşündü ve
“Çok isterim” diye cevap verdi.
Cuma, iş çıkışı onu almaya giderken
kendimi biraz gergin hissediyordum.
Eve vardığımda fark ettim ki
o da, randevumuzdan ötürü hafif gergin görünüyordu.
Kapısının önünde,
paltosunu çoktan giymiş bir şekilde bekliyordu.
Saçlarını yaptırmıştı
ve üzerinde babamla kutladıkları
son evlilik yıldönümlerinde giydiği elbise vardı.
Bana melekler kadar ışıltılı bir yüzle gülümsedi.

Arabaya bindiğimizde,
“Arkadaşlarıma oğlumla dışarı çıkacağımı söyledim
ve gerçekten çok etkilendiler” dedi.
“Randevumuzun,
nasıl geçtiğini duymak için sabırsızlanıyorlar.
Gittiğimiz restoran,
çok şık olmasa da
sevimli, sıcak
ve servisin kaliteli olduğu bir mekândı.
Annemse, bir kraliçe edasıyla koluma girdi.
Yerimize oturduktan sonra
ona menüyü okumam gerekmişti,
çünkü küçük yazıları göremiyordu.
Ben daha menünün ortalarındayken
annemin nemli gözlerle
ve nostaljik bir gülüşle bana bakmakta olduğunu fark ettim:
“Eskiden, sen küçükken,
menüleri okuyan bendim,
sense meraklı bakışlarla beni dinlerdin” dedi.

Ben de gülümsedim:
“O zaman ben de okuyup borcumu ödeyebilirim” dedim.
Yemek boyunca muhabbetimiz çok güzeldi,
sıra dışı hiçbir şey olmadı
ama eskilerden
ve hayatlarımızdaki yeniliklerden bahsederek
kaybettiğimiz zamanın birazını telafi etmeye çalıştık.
O kadar çok konuştuk ve eğlendik ki
film saatini kaçırdık.

Akşam annemi bırakırken;
“Seninle tekrar çıkmak isterim
ama ancak bu sefer
benim seni davet etmeme izin verirsen” dedi
ve bir akşam tekrar buluşmakta karar kıldık.
(kaynak:mailler)

Perşembe, Eylül 04, 2008

ACIdaki Hikmet



Verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah'ım!
'Gün gelecek
Allah'a bana yaşattığı bu sıkıntılar için şükredeceğimi biliyorum'
demişti bir arkadaşım.
Belki de hayatının en zor günlerini yaşıyordu.
Zorlukların insana ne kadar büyük dersler verdiğini
uzun uzun konuşmuştuk.
Bir acının öğrettiğini
bin kahkahanın öğretemeyeceği üzerine
birçok örnekler vermiştik o konuşmamızda.

Aradan iki yıla yakın bir zaman geçince
arkadaşımın haklı çıktığını gördük.
O günlerin acı görünen olaylarının,
kendisine ne kadar büyük kapılar açtığını gördükçe
'verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah'ım!'
demeye başladı.

Gündüzleri fırsat buldukça
bir araya geldiğimiz arkadaşıma
o günlerde aşağıdaki hikayeyi yollamıştım.

* * * * * * *

Yaşlı kadın,
bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı
özenle salon vitrinine yerleştirdi.
Fincanın biçimi,
üzerindeki işlemeler,
renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu.
Ödediği fiyatı hatırladı;
hayır, hiç de pahalıya almamıştı.

Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti.
Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi;

'Bana hayranlıkla baktığının farkındayım.
Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim.
Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.

Kadın şimdi hayret içindeydi.
Önündeki kahve fincanı konuşuyordu!

Kekeleyerek:
'Nasıl? Anlayamadım?' diyebildi yaşlı kadın.

'Demek istiyorum ki,
ben bir zamanlar çamurdan ibarettim
ve bir sanatkâr geldi.
Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu.
Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:

'Yeter! Lütfen dur artık!'
diye bağırmak zorunda kaldım.
Ama usta sadece gülümsedi ve;
'Daha değil!' diye cevapladı beni.
'Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu.
Burada döndüm, döndüm, döndüm.
Döndükçe başım da döndü.
Sonunda yine haykırdım:
'Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar.
Artık dönmek istemiyorum!'
Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:

'Henüz değil!'

'Derken beni aldı ve fırına koydu.
Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı.
Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum.
Fırın gitgide ısınıyordu.
Aklımdan şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek'
Fırının duvarlarına vurmaya başladım.
Bir taraftan da bağırıyordum:
'Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!'
'Pencereden onun yüzünü görebiliyordum.
Hala gülümsüyor ve 'Daha değil!' diyordu.

'Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı.
Şimdi rahat nefes alabiliyordum,
fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum.
Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.

'Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı.
Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum.

'Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!' dedim.
Onun cevabı ise aynıydı: 'Henüz değil!'

'Sonra beni nazikçe tutup
yine fırına doğru yürümeye başladı.
Korkudan ölecektim.
'Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!' diye bağırdım.

Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı.
Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı.
'Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!' diye düşündüm.
Pencereden bakıp ona yine yalvardım,
ama o yine 'Daha değil!' diyordu.
Ancak bu defa ustanın yanaklarından
bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.

'Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki,
kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı.
Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum.
Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi:

'Şimdi tam istediğim gibi oldun.
Kendine bir bakmak ister misin?'
Ona 'Evet' dedim.

Bir ayna getirip önüme koydu.
Gördüğüme inanamıyordum.
Aynaya tekrar tekrar baktım ve
'Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım.'

'Evet bu sensin!' dedi usta.
Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde
böyle mükemmel bir fincan haline geldin.

Eğer seni bir çamur parçası iken
üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin.
Döner tezgahın üstüne koymasaydım,
ufalanıp toz olacaktın.
Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.
Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı.
Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.
Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.'

Ve ben kahve fincanı,
şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:

'Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet!
Bana zarar vereceğini düşündüm.
Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim.
Bakışım kısaydı,
ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum.
Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri

bana verdiğin için teşekkür ederim…
Teşekkür ederim.'

* * * * * *
Usta fincanı, Yaratıcı insanı şekillendirir.
Yeter ki acı da ki hikmeti görelim.
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek…

Sait ÇAMLICA
Eğitimci – Yazar

.

Çarşamba, Eylül 03, 2008

BANKA ÇALIŞANLARI

Bankalarda çalışanlara artık acıyorum.
Neden diye merak ediyorsanız anlatayım:
Geçtiğimiz günlerin birinde,
yaptığım şekerlemeden
telefonun sesiyle uyandım.
Bankadan aradığını söyleyen
ve adı gülle(ismi özellikle küçük harfle yazdım)
başlayan banka çalışanı,
üç milyon lira borcum olduğunu,
(tabii ki bunun 3 ytl olduğunu söylememe gerek yok sanırım)
ödememe gerektiğini belirtti.
Ben uyku sersemi kem küm ederken
değerli(?) çalışanımız şöyle dedi:
"Valla biz müşterilerimizin böyle borçlarını ödemekten
maaşımızı alamıyoruz."
Tabii ki ben iyice sersemledim.
Ama şöyle düşünmekten de kendimi alamadım:
"Ya bizim veznelerde bıraktığımız
bozuk paralara neler oluyor?
Madem maaşınızı alamayacak kadar para veriyorsunuz,
o kalan paralardan alın maaşınızı
zavallı banka çalışanları.
(kaynak:ben)

Pazartesi, Eylül 01, 2008

HAYAT BİR GÜNDÜR O DA BU GÜNDÜR.




Etkileyici bir hayat dersi bu...
Bir gün susmayı öğrendim.
Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım.
Çünkü susmak
benim küçücük dünyamda
babamla kurduğum iletişim tarzıydı.
Babam akşamları eve yorgun dönerdi.
Ben bütün gün evde sıkılır
onun gelişini iple çekerdim.
Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır
onunla oynamak isterdim.
Babam sarılır, öper
sonra da, hadi odana git, derdi.
Yemek hazırlanınca annem çağırır
bu defa masada bir araya gelirdik babamla.
Onlar annemle konuşurken ben araya girer,
sesimi duyuramayınca da bağırırdım.
Babam sinirlenir,
' Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım,
bir de sen kafamı ütüleme!' derdi.
Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım,
bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?'
diye çıkışır, beni odama gönderirdi.
Çaresiz bir şekilde
boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yolalırdım.
Babam arkamdan,
'Bizim bir odamız bile yoktu,
her şeye sahip,hâlâ ne istiyor anlamadım.'
diye bağırmaya devam ederdi.
'Keşke benim de bir odam olmasaydı,
keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da
hep birlikte otursaydık' derdim içimden;
ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır,
eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi.
Beni yanına çağırır biraz severdi.
Onun izleyeceği önemli birşey varsa
beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı.
Azıcık hareket edip koşup
oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı.
Bir gün anladım ki
susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz.
Bu defa
susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.
Önce resim yaparak başladım işe.
Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor;
'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu.
Babam bazen göz ucuyla bakıyor,
resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu.
Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu.
'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.'
diye komşulara anlatıyordu annem halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı.
Annem 'Odanı topla!'diye
odama kapattığında
işe nereden başlayacağımı bilemiyordum.
Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor;
ama odamı toparlamayı beceremiyordum.
Annem odama gelip
'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım.'
dedi bir gün.
Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem
resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım.
Babam eve gelince uygun zamanı kolladım.
Her zamanki gibi yemekler yendi,
odaya geçildi.
Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim.
Babam baktı.
Hım, dedi 'Çok güzel olmuş.
Bu adam benim herhalde.' dedi.
Ben 'Hayır o adam değil,
bu çocuk sensin.'dedim.
O 'Hayır, bu adam benim,bu çocuk sensin,
bu küçük kız da arkadaşın.'dedi.
Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim,
bu küçük adam sensin,
bu küçük kız da annem.' dedim.
Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip:
'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi.
Heyecanla başladım anlatmaya.
Ben büyüyüp adam olacağım.
İş bulup çalışacağım.
Siz yaşlanıp küçüleceksiniz.
Beliniz bükülecek,
komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi
küçücük kalacaksınız.
Ben işten geldiğimde yorgun olacağım.
Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda
işyerinde kafam şişmiş olacağından
sizi duymayacağım bile.
Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde
'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.'
diyeceğim.
Ve bir de bağıracağım
'Her şeylerini alıyorum.
Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Duyduklarına inanamıyorlardı .
Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki
sonsuza kadar konuşsam
hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi
Farkında Olmalı İnsan...
Kendisinin,
Hayatın Olayların,
Gidişatın Farkında Olmalı
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti
Yarın Meçhuldür,

O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,
O Da Bugündür

(kaynak:mailler)

Cumartesi, Ağustos 30, 2008

ÇAYDANLIK ve BARDAK


Ne kadar kibirli dursa da
bardağın önünde eğilir çaydanlık.
Öyleyse bu büyüklenme niye?
Bu kibir,bu gurur niçin?
Mütevazi ol,hatta bir adım bile
geçme gurur kapısından.
Bardağı insan bunun için
öper daima alnından...
Erkin Vahidov

Cuma, Ağustos 29, 2008

SU GİBİ




Dostlar ırmak gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya

İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi...
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünümü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı....
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!

İnsanlar vardır; derin bir okyanus...
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.

İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu...
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.

İnsanlar vardır; sakin akan bir dere...
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.

İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı...

İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranışı candan...

Can Yücel

Perşembe, Ağustos 28, 2008

HAYDE HEP BERABER GÜLELİM,ALKIŞLAYALIM


ACI KAYBIMIZ
3 ay önce ailemize katılan,
Necmi ismini verdiğimiz kaplumbağamız
dün vefat etmiş.
Aile arasında sade bir törenle
evin arka bahçesine gömdük.
Hayvancağız durduk yerde can verdiği için
gidip Necmi'yi aldığımız dükkanın sahibine
sebebinin ne olabileceğini sorduğumuzda:
''Abi onlar kış uykusuna yatar''
cevabını almış bulunmaktayız,
hepimizin başı sağolsun.
Bu vicdan azabıyla ben de çok yaşamam herhalde.



ALFABE
Ben de,bu yıl okula başlayan torunum için
kuvvetli bir moral alkışı istiyorum.
Daha ikinci gün:
'Örrrtmenim, taa evden buraya
tel çizmeye mi geldik,
hep yumarlak mı yapcaz,
harf felan öretmicen mi?'
deme cesaretini gösterdiği için.


ANNEM
'Bu taraf bitti.' diye
CD'yi arkasına çeviren
ve sonra da 'CD çalar çalışmıyor!'
diye feryat eden anneme alkış az geliyor!


MODEM
Yemek masamın üstünde duran modeme
uzun uzun bakan anneanem
'Bu ne?' diye sordu.
Ben de kolay anlasın diye
'Hani benim bilgisayarım var ya
onunla internete giriyorum.
İşte internete girmek için o kutu zorunlu.'
diye uzun uzun açıkladım.
Anneannem dinledi beni;
'Yani modem bu' dedi ve konu kapandı...

YAZ OKULU
Bir alkış da
annesine
yaz okulunu kazandığı müjdesini veren
üniversite öğrencisine gelsin.
Bu yaratıcılığa şapka çıkartılır.


BEYİN GÖÇÜ
Tikky olduğu her halinden belli olan kızımız
Beşiktaş-Taksim midibüsünde
yanındaki arkadaşına dert yanmaktadır.
''Şekerim dördüncü kez girdim ÖSS'ye,
ama yine kazanamadım,
gidicem sonunda Amerika'ya o olucak.
Böyle böyle beyin göçü oluyor işteeaa!''
Sen git, masrafları ben karşılıyorum.


İNGİLİZCE YAZILISI
Bir alkış da ingilizce sınavında
'Nice ..............' şeklindeki boşluğu
'Nice mutlu yıllara!'
şeklinde dolduran,
dahi mi aptal mı olduğunu
henüz anlayamadığımız öğrencime istiyorum.


NE ZAMAN?
Kardeşim karne almıştı.
Fakat birçok zayıf notu vardı.
Annem, babamla beni kenara çekip
uyarıları sıralıyordu;
'Sakın çocuğun moralini bozmayın,
sakın kötü bir şey söylemeyin.'
Uyarılar özellikle babama yönelikti;
'Hele de sen, sakın çocuğun gururunu kırma.'
Babam daha fazla dayanamadı ve sordu;
'Karne için ne zaman özür dileyeceğiz?'

HAVALE
Bankada
gişenin önünde işlemimin yapılmasını bekliyorum.
Yanımdaki gişede işlem yaptıran yaşlı teyzeye,
işlemini yapan kadın soruyor:
'Parayı kim alacak teyze?
Alıcısına ne yazalım?'
Teyzem cevap veriyor:
'Bu paranın hayrını görme İnşallah yazalım.'




NEDEN OLMASIN?
5 yaşındaki yeğenime babası soruyor:
'Büyüyünce ne olacaksın kızım?'
'Asena olacağım babacım;
sen ne olacaksın?'
Babası gayet sakin cevap veriyor:
'Katil'
İkisine de meslek hayatlarında başarılar.
(kaynak:mailler)

Çarşamba, Ağustos 27, 2008

BUGÜN EN İYİARKADAŞIM BANA BİR TOKAT ATTI.


Yolculuk eden iki arkadaş hakkında
bir hikaye anlatılır.

Yolculuğun bir aşamasında iki arkadaş tartışırlar,
biri ötekine bir tokat atar.
Tokadı yiyenin canı çok yanar
ama tek kelime etmez
ve kum üzerine şu sözleri yazar:

'BUGÜN EN IYI ARKADASIM BANA BIR TOKAT ATTI.'

Yıkanabilecekleri bir vahaya rastlayana dek
yürümeyi sürdürürler.
Tokadı yiyen yıkanırken bir batağa saplanır,
boğulmak üzereyken arkadaşı tarafından kurtarılır.
Boğulmak üzere olan arkadaş
tam kurtulduktan sonra
bir kaya parçası üzerine şu sözleri kazır:

'BUGÜN EN iYi ARKADAşIM BENiM HAYATIMI KURTARDI.'

Tokadı vuran
ve sonra arkadaşının hayatını kurtaran kişi
ona şöyle der;
senin canını yaktığımda
bunu kum üzerine yazdın
ama şimdi kayaya kazıyorsun.
NEDEN?
Öbür arkadaş ona şöyle cevap verir:

'Biri bizi incittiğinde
bunu kum üzerine yazmalıyız ki
bağışlama rüzgarı estiğinde onu silebilsin.
Ama biri bize iyi bir şey yaparsa
onu kayaya kazımalı ki
onu hiçbir rüzgar yok etmesin.'

'İNCİNMELERİNİZİ KUMA,
GÖRDÜĞÜNÜZ İYİLİKLERİ KAYALARA KAZIMAYI ÖĞRENİN.'

Denilir ki
özel birini bulmak bir dakikanızı alır,
onu değerlendirmeniz bir saat içinde olur,
onu sevmek için bir gün yeter
ama sonra onu unutabilmek için
bir ömrün geçmesi gerekir.
Bu sözleri
arkadaşlarınıza okutmayı unutmayınız.
Eğer kimseye okutmazsanız
bu demektir ki telaş içindesiniz
ve dostlarınızı zaten unutmuşsunuz.
(kaynak:mailler)

Salı, Ağustos 26, 2008

SORUNLARI ÇÖZÜMLEYEBİLİRSİNİZ


Gerçekten kendini düşünen kişi,
kendi mutluluğu,rahatlığı için
karşısındaki kişiyi düşünmesini bilendir.
Başkalarının yaşamasına izin vermediğiniz zaman
kendiniz de yaşayamazsınız.
Karşınızdaki kişinin mutsuzluğu uğruna
mutlu olmaya çalışırsanız,
inanın ki,mutlu olmanıza imkan yok.
Çünkü yansımalar dünyasında yaşıyoruz.
Karşınızdaki kişiyi huzursuz ettiğiniz zaman
sizin huzuru yakalamanız mümkün değil.
Halbuki karşınızdaki kişiyi düşünerek,
onun mutlu ve huzurlu olmasını
sağlayacak şekilde davranırsanız,
o da sizi mutlu edecektir,
hem de düşünmediğiniz ölçüde.
Başka türlü davranması mümkün değil.
Birilerini yok ederek var olamazsınız.
Hatta rakibinizi ya da düşmanlarınızı yok ederek bile
var olamazsınız.
Ayrıca içinde yaşadığınız koşulların yaratıcısı sizsiniz
ve böylece kendi varlığınızı keşfediyorsunuz.
Diğerlerinin hatta düşmanlarınızın varlığı,
sizin kendinizi var etmeniz için
en temel nedenlerden biridir.
Kendimizi geliştirmek için,
güçlenmek için karşı güce ihtiyacımız var.
Bizi zorlayacak nedenlere ihtiyacımız var.
Ve bilmeden bizi zorlayacak koşulları
ve kişileri kendimiz yaratıyoruz.
Zorlandığınız durumlar karşısınıda küsmeyin
ve kızmayın.
Öfkelenmek yerine
karşılaştığınız zorlukların üstesinden
nasıl gelebileceğinizi düşünün.
Sakin ve serinkanlı düşünmek,
telaş etmeden durumu anlamak,
ne yapacağınızı belirlemenize yardımcı olacaktır.
Daha ötesi
kendi yeteneklerinizi
ve potansiyelinizi anlamanızı da sağlayacak.
Bundan sonra yapacağınız her hamle
gelişim sürecinize eklenen bir değer olacaktır.
Şu sıralarda çok fazla zorlanıyoruz.
Alıştığımız hayatı sürdürmek
giderek daha zor oluyor.
Ekonomik baskılar,
sorumluluğunu üstlendiğimiz insanlar
ve bugüne kadar öğrendiğimiz
düşünce tarzımız
yaşantımızı ciddi boyutlarda etkiliyor.
Tabii bütün bunlara bağlı olarak
hayatımızı,bugüne kadar yaptıklarımızı
ve içinde bulunduğumuz koşulları
gözden geçirmeye başlıyoruz.
Yani düşünüyoruz.
Olaylar ve üzerimizdeki baskılar
bizi düşünmeye yöneltiyor.
İşte bu çok iyi bir durum.
Koşullarımız çok kötü olabilir,
fakat,içinde bulunduğumuz zor koşullardan
nasıl sıyrılacağımızı düşünmek bile
bizim gelişmemiz açısından çok iyi.
Çünkü insanlar
zor durumda kalmadan düşünmüyorlar.
Kendilerini ve yeteneklerini keşfedemiyorlar.
Halbuki baskılar ve zorluklarlar karşısında
düşünmeye başlıyoruz.
Direnç göstermeye başlıyoruz
ve buna bağlı olarak gelişiyoruz.
Yeter ki,
zorluklarla karşılaştığınız sırada pes etmeyin.
Kandinizi bırakmayın ve öfkelenmeyin.
Ne kendinize,
ne de kendi dışınızdaki olaylara ve insanlar kızmayın.
Öfkeli ve saldırgan bir tutum içine girmekten kaçının.
Şayet yok edici bit tutum içine girerseniz,
karşınızdaki kişiyle birlikte
kendinizi de yok etmiş olursunuz.
Böyle bir durumda bütün dikkatinizi
içinde bulunduğunuz zorlu süreçten
nasıl çıkabileceğize yöneltin.
Ve bir süre için
kendinizi ve olayları izleyin.
Tabii bunu yaparken
duygu ve düşünce üretmeden,
sanki olayların içinde yaşayan
siz değilmişsiniz gibi yapın.
Yani serbest bırakın.
Şimdi bunu söylemesi kolay ama
yapmak çok zor diyebilirsiniz.
Ama yapabilirsiniz.
Biraz gevşeyip
düşüncelerinizi susturarak başarabilirsiniz.
Sonra yeniden dikkatinizi kendinize
ve içinde bulunduğunuz koşullardan nasıl çıkacağınıza yöneltin
ve bekleyin.
Tabii bu sırada içinizdeki sevgi duygusunu
harekete geçirip
açığa çıkarmayı da ihmal etmeyin.
Çözüm aniden ve beklemediğiniz bir anda
zihninizde belirecek.
Hatta rüyanızda bile
çözümü görebilirsiniz.
Veya bambaşka bir konuyla ilgilenirken
aniden zihninizde uyanabilir.
Hemen not edin
ve harekete geçin,diyorum.
(kaynak:yasemin'ce)