Cumartesi, Mayıs 30, 2009

* Enerjinizi kullanmayı öğrenin*


Beyin öyle bir güçtür ki..
Kafadan geçen her düşüncenin
bir talep olduğuna inanıyorum...
İyi şey ister güzel şeyler düşünürseniz
cevabı aynen öyle gelir ,
Ama hep korku ve kuşkuyla yaşarsanız
aynen bunları da çağırırsınız.
Trafik kazasından korkan insanlar hep kazaya uğrarlar.
Eğer siz korkuyla yola çıkar
ve hep bunu beyninizde kurgulayıp
etrafa negatif enerji yayarsanız
mutlaka şoföre kaza yaptırırsınız
ama arabayı siz kullanıyorsanız
ve böyle korkularınız varsa eğer sakın araba kullanmayın...
Çocuğuna aşırı korumalı
ana ve babalarının çocuklarına hep bir şeyler olur
yani biri bir taş atsa bile
gelir sizin çocuğunuzun kafasını bulur
o zaman siz şunu düşünürsünüz
"onu kollayıp korumasam hep başına olumsuz şeyler geliyor.
Neden acaba ?
Bu tıpkı
(yumurtamı tavuktan çıkar,yoksa tavuk mu)yu andırmıyor mu?
Öyle mutsuz bir toplum olduk ki
birbirimize günaydın diyemiyoruz,
bir araya geldiğimizde hep olumsuz olaylar konuşuyoruz,
biri bize nasılsın dese iyiyim demeye korkar olduk,
işler nasıl deseler,
derhal şikayet etmeye
ve her şeyin kötü ve daha da kötüye gittiğini söylüyoruz,
hastalıklarımızdan ve ölümlerden bahsediyoruz
yani dostlarla da sohbetin güzelliği, keyfi kalmadı.
Hep para olmadığından yakınıyoruz
sanki bunu soran bizden para isteyecekmiş gibi.
Aynen devam edin,
neyi YOK diyorsanız,
onu YOK etmeye devam edin,
sürekli şikayet edip
etrafa olumsuz ve zavallı görünerek
her şeyin bereketini kaçırın,
ayrıca da bu kadar mızırdanma sonunda
dostlarınızı da kaçırdığınızı fark edeceksiniz.
Sürekli param yok diyen insanlar
paralarının bereketini öyle kaçırırlar ki
bir gün gelir birde bakarlar
gerçekten paraları bitmiş
ama bu bitiş ani çıkan
hesapta olmayan mecburi harcamalarda olabilir,
sağlığa harcanması gereken miktarlar da olabilir.
Hep hastayım diyen insanlar
mutlaka hasta olurlar
beyin şartlanmaya görsün
hangi hastalıktan korkup çağırıyorsanız size onu getirir.
Allah zaten
verilen nimetlere şükretmesini bilmeyen kullarından
bu nimetleri bir müddet sonra almaya başlar.
Çevrenize bakın örneklerini çok göreceksiniz.
Gelin bundan sonra "Nasılsın?" diyenlere
"ÇOK İYİYİM,ÇOK ŞÜKÜR" demekle işe başlayın.
Öyle bir toplum olduk ki
karşımızdakini yargılamaktan sevmeye zaman bulamıyoruz.
Oysa her yaşta sevgiye ihtiyacımız var.
Sevgi sunulmazsa sevgi değildir.
Neyi severseniz sevin
ama içinizde yoğun sevgi duyguları olsun.
Birisine sevginizi söylediğinizde
hareketlerle bunu pekiştirdiğinizde
ona öyle güzel bir enerji yollarsınız ki,
onun mutluluğunun
enerji şeklinde
size geri dönüşünden aldığınız
pozitifi başka hiçbir şeyde bulamazsınız.
Yeni bebeği olmuş bir anne
eğer sıkıntıları varsa
veya olumsuz bir kişiliğe sahipse
lütfen en olumlu olduğunda
bebeğini kucağına alıp onu çıplak tenine deydirsin.
Eğer bebeklerinizin
huzurlu ve sağlıklı bir bebek olmasını istiyorsanız
onu sakin,kavgasız,gürültüsüz
ve pozitif bir ortamda büyütmeye çalışın.
Kızgınken,sinirliyken kucağınıza almamaya çalışın
ve ona sınırsız sevginizi gösterin.
Öpün koklayın
ve bilin ki bu günler çok çabuk geçecek ve
bilin ki çok çabuk büyüyorlar.
Bazı anne ve babalar
çocuklarını çok sevdikleri halde
bunu ifade edemez ve gösteremezler.
Neden ?
Ne zaman göstereceksiniz?
Tanrı'nın verdiği bu armağana
sevgiyi en güzel şekilde göstermemiz
bir şükür ve teşekkür değil mi ?
Beyin öyle bir güçtür ki ,
insan beyin gücünü kullanarak
isterse kendini felç de edebilir,
öldürebilir de, kanserini de yenebilir.
Yeter ki beynini şartlandırabilsin.
Beynimizde yaklaşık 13 milyar civarında
sinir hücresi vardır.
Her bir hücre
yaklaşık 7.3 kilo voltluk enerji açığa çıkarır.
Pratikte mümkün değil
ama teorikte
beyindeki tüm sinir hücrelerinin
aynı anda enerjilerini saldığını varsayalım,
yaklaşık 350 milyon kilo voltluk bir enerji açığa çıkar ki
bu da büyük bir metropolün
tüm elektrik ihtiyacını karşılayacak güce sahiptir..
Size tıp kitaplarına girmiş bir olayı anlatmak istiyorum,
"Et taşımaya yarayan soğutuculu bir tren,
temizlenmek için bir istasyonda duruyor.
İşçiler vagonları temizlemeye başlıyorlar,
işçinin biri bir vagonu temizlerken
diğer işçi o vagonu boş sanıp kapısını dışardan kilitliyor.
Biraz sonra tren hareket ediyor
ve bir durak sonra
et almak üzere bir istasyonda duruyor.
Kapalı kalan işçinin vagon kapısı açıldığında
işçinin donarak öldüğü görülüyor.
Fakat bir bakıyorlar ki,
vagonun ısısı normal ısıda
yani dondurucuya geçirilmemiş.
Ama kapalı kalan işçi bunu bilmediği,
donarak öleceğini sandığı için
beyin aynen donmanın şartlarını hazırlayarak,
donmanın tüm belirtilerek göstererek vücudunu buna uyduruyor."..
Yani beyninizi olumlu şeylere kanalize edin .
Bazı insanlar vardır,
hep konuşurken
daha yaşasam 1-2 sene daha yaşarım
diye konuşup
sık sık bunu tekrar ederler
ve kendilerine adeta bir ölüm zamanı belirlerler.
Ben bu laftan çok korkarım ,
eğer bunu inanarak söylerlerse
beyinlerini öyle bir şartlarlar ki ,
öyle bir kurgularlar ki
gerçekten dedikleri zamanda ölürler.
Bu yüzden kaç yaşında olursanız olun
hep bir hedefiniz
ve hayalleriniz olsun ki uzun yaşayabilesiniz.
İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış.
Ne doğru bir laf değil mi?
Dün bitti.
Dünün tekrarı yok aynı rüyalar gibi.
Yarın, hiç bilmiyoruz, iyi şeylerde olabilir kötü de .
Ama şu anımı biliyorum,
ayağım kırık bu yazıyı yazıyorum
ama eşim yanımda
çocuklarım sağ ve ben bu yüzden
dünyanın en mutlu insanıyım
ve yarınımı da bilmediğim için
bu anımı en iyi, en keyifli
ve en pozitif şekilde değerlendiririm.
Bilmediğim bir geleceği düşünerek de bu anımı zehir edemem.
Siz de böyle yapın
ve hayatınızı birbirine karıştırmamak kaydıyla 3'e bölün.
Dün, bugün,yarın diye...
Biz ani stresleri çok severiz.
Çünkü ani streste
vücutta Adrenokortikotrop hormon (ACTH) artar
ve hafıza, algılama, enerji süper olur.
Yani bu hormon strese karşı vücudun bir sigortasıdır.
Ama siz bu stresi kısır döngüye çevirirseniz
yani sürekli beyninizde kurarsanız,
hep bunu düşünürseniz,
gelen olumlu şeylerin hepsi geri gider.
Yani unutkanlıklar,
enerji kayıpları, isteksizlikler, migren,
mide-bağırsak şikayetleri, uykusuzluklar,
beyin tümörler, tansiyon iniş-çıkışları,
vücudun muhtelif yerlerinde uyuşmalar,
mutsuzluk, hatta depresyon ,
kalple ilgili şikayetler
ve kansere zemin hazırlamış olursunuz.
Bunları kendinize niye reva göreceksiniz ki ?
Akıllı, kontrollü ve olumlu olmak yeterli.
Eğer büyük bir strese girdiyseniz
kendinize hobiler bulun,yani kafanızı dağıtın.
Başka işlere kanalize olun ki
stres yaratan faktörün etkisi az alsın
veya sevdiğiniz, sizi mutlu eden şeylerle uğraşın.
Bunları da yapamıyorsanız dua edin,
duaların insanlarda yarattıkları mistik etki
onların pozitiflenmesini sağlar.
Ben evde sokakta bile hep iyilik diler
ve hayır için dua ederim...
Saygılarımla,
*Prof. Yıldız Batırbaygil *
(teşekkürler)

Perşembe, Mayıs 28, 2009

HALİL İBRAHİM BEREKETİ


Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış.

Büyüğü Halil.

Küçüğü ise İbrahim...

Halil, evli çocuklu.

İbrahim ise bekârmış...

Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...

Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş.

Bununla geçinip giderlermiş...

Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.

İkiye ayırmışlar.

İş kalmış taşımaya.

Halil, bir teklif yapmış :

İbrahim kardeşim;

Ben gidip çuvalları getireyim.

Sen buğdayı bekle.

Peki, abi demiş İbrahim...

Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... .

O gidince, düşünmüş İbrahim:

Abim evli, çocuklu.

Daha çok buğday lazım onun evine

Böyle demiş ve

Kendi payından bir miktar atmış onunkine...

Az sonra Halil çıkagelmiş.

"Haydi İbrahim" demiş,

önce sen doldur da taşı ambara.

Peki abi.

İbrahim,kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola.

O gidince, Halil düşünür bu defa:

Der ki:

Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.

Ama kardeşim bekâr.

O daha çalışıp, para biriktirecek.

Ev kurup evlenecek.

Böyle düşünerek,

kendi payından atar onunkine birkaç kürek.

Velhasıl, biri gittiğinde öbürü,

kendi payından atar onunkine.

Bu, böyle sürüp gider.

Ama birbirlerinden habersizdirler.

Nihayet akşam olur.

Karanlık basar.

Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.

Hatta azalmıyor bile.

Hak Teala bu hali çok beğenir.

Buğdaylarına bir bereket verir,bir bereket verir ki...

Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.

Şaşarlar bu işe...

Aksine çoğalır buğdayları.

Dolar taşar ambarları.

Bugün "Bereket" denilince,

bu kardeşler akla gelir.

Bu bereketin adı:

Halil İbrahim bereketidir.

EVİNİZE VE HAYATINIZA HALİL İBRAHİM BEREKETİ DİLERİM.

(kaynak:mailler)

.

Salı, Mayıs 26, 2009

DİPLOMASİ


Adamın biri Afrika'da safariye çıkarken
yanına minik öpeğini de almış.
Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp,
kelebekleri kovalar,
çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş.
Ne yapacağını düşünürken
bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor
ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor.
'Şimdi başım dertte' diye düşünmüş minik köpek.
Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş.
Hemen arkasını leoparın geldiği yöne çevirerek
kemikleri kemirmeye başlamış,
bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş.
Leopar tam saldıracakken
minik köpek kendi kendine konuşmuş;
'Ne kadar lezzetli bir leoparmış.
Acaba etrafta bundan bir tane daha var mi?'
Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış
ve en yakındaki ağaca tırmanarak
dalların arasına saklanmış.
'Tam zamanında kurtardım
yoksa bu köpeğe yem olacaktım'
diye düşünmüş leopar.
Bütün bunlar olup biterken
bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş.
Bildiklerini kullanarak
bundan sonra leopardan kurtulabileceğini düşünmüş.
Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış.
Leopar köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna:
'Atla sırtıma, gidip sunu yakalayalım' demiş.
Ancak minik köpek neler olduğunu
ve leoparın sırtında maymunla birlikte
süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.
'Şimdi ne yapacağım'
diye düşünürken kaçmaya teşebbüs etmemiş.
Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek,
kemikleri kemirmeye devam etmiş.
Tam leopar saldıracakken
yine kendi kendine konuşmuş;
'Bu aptal maymun da nerede kaldı?
Yarim saat önce
bir leopar daha getirsin diye gönderdim,
hala haber yok!'
Diplomasi böyle bir şey iste:




*Hızlı düşün,
*Sakin ol,
*Güçlü görün,
(kaynak:mailler)

Pazartesi, Mayıs 25, 2009



Arabanın lastiği tam tımarhanenin önünde patlar.
Adam arabayı kenara zor yanaştırır.
Sonraki işlem malum...
Kriko, stepne, bijon anahtarı ve tekeri söker.
Ama söktüğü 4 adet bijon,
yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer.
Mazgal açılır gibi değil,
Bijonlar görünmüyor bile.
Adam bir sağına bakar,bir soluna bakar,
çaresiz kaldırıma çöker.
Olayı en başından beri
tımarhanenin demir parmaklıklı penceresinden izleyen bir deli,
seslenir;
- Ula salaaak! Sen ne yapıyorsun orda öyle?
- Sorma birader,
lastik patladı ve değiştirirken bijonları mazgala düşürdüm.
-Düşündüğün şeye bak!
Diğer lastiklerden birer bijon çıkar.
Hepsi 3 bijonlu olsun.
Seni lastikçiye kadar idare eder.
Adam hemen denileni yapar.
Ve akıl hastanesindeki deliye seslenir:
-Senin ne işin var tımarhanede?
Cevap müthiştir.....
-Biz burada delilikten yatıyoruz kardeşim,
salaklıktan değil!......
(kaynak:mailler)

Cuma, Mayıs 22, 2009

ACIdaki Hikmet


Verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah'ım!
'Gün gelecek Allah'a
bana yaşattığı bu sıkıntılar için şükredeceğimi biliyorum.'
demişti bir arkadaşım.
Belki de hayatının en zor günlerini yaşıyordu.
Zorlukların insana ne kadar büyük dersler verdiğini
uzun uzun konuşmuştuk.
Bir acının öğrettiğini
bin kahkahanın öğretemeyeceği üzerine
birçok örnekler vermiştik o konuşmamızda.
Aradan iki yıla yakın bir zaman geçince
arkadaşımın haklı çıktığını gördük.
O günlerin acı görünen olaylarının,
kendisine ne kadar büyük kapılar açtığını gördükçe
'Verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah'ım!'
demeye başladı.
Gündüzleri fırsat buldukça
bir araya geldiğimiz arkadaşıma
o günlerde aşağıdaki hikayeyi yollamıştım.
* * * * * * *
Yaşlı kadın,
bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı
özenle salon vitrinine yerleştirdi.
Fincanın biçimi,üzerindeki işlemeler,renkler
onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu.
Ödediği fiyatı hatırladı;
hayır, hiç de pahalıya almamıştı.
Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti.
Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi;
'Bana hayranlıkla baktığının farkındayım.
Ama bilmelisin ki,ben hep böyle değildim.
Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.'
Kadın şimdi hayret içindeydi.
Önündeki kahve fincanı konuşuyordu!
Kekeleyerek: 'Nasıl? Anlayamadım?'
diyebildi yaşlı kadın.
'Demek istiyorum ki,
ben bir zamanlar çamurdan ibarettim
ve bir sanatkâr geldi.
Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu.
Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:
'Yeter! Lütfen dur artık!'
diye bağırmak zorunda kaldım.
Ama usta sadece gülümsedi ve;
'Daha değil!' diye cevapladı beni.
'Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu.
Burada döndüm, döndüm, döndüm.
Döndükçe başım da döndü.
Sonunda yine haykırdım:
'Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar.
Artık dönmek istemiyorum!'
Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:
'Henüz değil!'
'Derken beni aldı ve fırına koydu.
Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı.
Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum.
Fırın gitgide ısınıyordu.
Aklımdan şöyle geçiyordu:
Beni yakarak öldürecek'
Fırının duvarlarına vurmaya başladım.
Bir taraftan da bağırıyordum:
'Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!'
'Pencereden onun yüzünü görebiliyordum.
Hala gülümsüyor ve 'Daha değil!' diyordu.
'Bir saat kadar sonra,fırını açtı ve beni çıkardı.
Şimdi rahat nefes alabiliyordum,
fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum.
Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.
'Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı.
Fırça her tarafımda geziniyor
ve bu arada ben gıdıklanıyordum.
'Lütfen usta!Yapma, gıdıklanıyorum!' dedim.
Onun cevabı ise aynıydı:'Henüz değil!'
'Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı.
Korkudan ölecektim.
'Hayır!Beni yine fırına sokma,lütfeeen!'
diye bağırdım.
Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı.
Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı.
'Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!'
diye düşündüm.
Pencereden bakıp ona yine yalvardım,
ama o yine 'Daha değil!' diyordu.
Ancak bu defa ustanın yanaklarından
bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.
'Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki,
kapak açıldı ve
ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı.
Derin bir nefes aldım,
hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum.
Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi:
'Şimdi tam istediğim gibi oldun.
Kendine bir bakmak ister misin?'
Ona 'Evet' dedim.
Bir ayna getirip önüme koydu.
Gördüğüme inanamıyordum.
Aynaya tekrar tekrar baktım ve
'Bu ben değilim.
Ben sadece bir çamur parçasıydım.'
'Evet bu sensin!' dedi usta.
Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde
böyle mükemmel bir fincan haline geldin.
Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım,
kuruyup gidecektin.
Döner tezgahın üstüne koymasaydım,ufalanıp toz olacaktın.
Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.
Boyamasaydım,hayatında renk olmayacaktı.
Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.
Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.'
Ve ben kahve fincanı,
şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:
'Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet!
Bana zarar vereceğini düşündüm.
Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim.
Bakışım kısaydı,
ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum.
Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri
bana verdiğin için teşekkür ederim…
Teşekkür ederim.'
* * * * * *
Usta fincanı,Yaratıcı insanı şekillendirir.
Yeter ki acı da ki hikmeti görelim.
Kahrın da hoş,
lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek…

Sait ÇAMLICA
Eğitimci – Yazar
(teşekkürler)
.

Pazartesi, Mayıs 18, 2009

AHDE VEFA





Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken,
huzura üç genç girerler. Derler ki:
-Ey halife,
bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü.
Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek:
-Söyledikleri doğru mu? diye sorar.
Suçlanan genç der ki :
-Evet doğru.
Bu söz üzerine Hz. Ömer:
-Anlat bakalım,nasıl oldu? diye sorar.
Genç anlatmaya başlar:
-Ben bulunduğum kasabada
hali vakti yerinde olan bir insanım.
Ailemle beraber gezmeye çıktık,
kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi.
Affedersiniz hayvanlarımın arasında
bir güzel atım var ki dönen bir defa daha bakıyor.
Hayvana ne yaptıysam
bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım.
Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı
atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü.
Nefsime bu durum ağır geldi,
ben de bir taş attım, babası öldü.
Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı,
durum bundan ibaret, dedi.
Hz Ömer:
- Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam.
Madem suçunu da kabul ettin, dedi.
Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
- Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya başladı:
- Ben memleketinde zengin bir insanım,
babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı.
Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım.
Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz
yetimin hakkını zayi ettiğiniz için
Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz,
bana üç gün izin verirseniz
ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim,
bu üç gün içinde yerime birini bulurum, der.
Hz. Ömer der ki:
- Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- Bu zat benim yerime kalır.
O zat Hz. Peygamber Efendimizin(sav)en iyi arkadaşlarından,
daha yaşarken cennetle müjdelenen
Amr Ibni As' dan başkası değildir.
Hz. Ömer Amr'a dönerek:
- Ey Amr, delikanlıyı duydun, der.
O yüce sahabe:
- Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere
ama gençten bir haber yoktur.
Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin gelmeyeceği,
dolayısıyla Amr Ibni As'a verilecek idam yerine
maktulün diyetini vermeyi teklif ederler,
fakat gençler razı olmaz
ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz derler.
Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki:
-Bu kefil babam olsa farketmez,cezayı infaz ederim.
Hz. Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki:
- Biz de sözümün arkasındayız.
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur
ve insanların arasından genç görünür.
Hz. Ömer gence dönerek derki:
- Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?
Genç vakurla başını kaldırır ve
(günümüz insani için pek de önemli olmayan):
- 'AHDE VEFASIZLIK ETTI' demeyesiniz diye geldim der.
Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr Ibni As'a der ki:
- Ey Amr,sen bu delikanlıyı tanımıyorsun,
nasıl oldu onun yerine kefil oldun?.
Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razı olsun,
vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir:
- Bu kadar insanın içerisinden beni seçti.
'İNSANLIK ÖLDÜ 'dedirtmemek için kabul ettim,der.
Sıra gençlere gelir, derler ki:
-Biz bu davadan vazgeçiyoruz.
Bu sözün üzerine Hz Ömer:
- Biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz
ne oldu da vazgeçiyorsunuz?,der.
Gençlerin cevabı da dehşetlidir:
-MERHAMETLİ İNSAN KALMADI' DEMEYESINIZ DİYE…
BEN DE SİZE BULDUĞUM BU YAZIYI YAZIYORUM,
ÇÜNKÜ 'GÜZEL YAZI YAZAN KALMADI'
DEMESİNLER DİYE.
(kaynak:mailler)

Pazar, Mayıs 17, 2009

Kocam bir mühendisti


Onunla sakin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim.
Bu sakin adamın göğsüne başımı koymak
içimi nasıl da ısıtırdı…
Gel gör ki iki yıl nişanlılık
ve beş yıl evlilikten sonra
bu sakinlik beni yormaya başlamıştı.
Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim-
bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu.
İş ilişkiye gelince oldukça içli,
hatta aşırı hassas bir kadınım.
Romantik anlara,
küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum.
Oysa kocamın sakinliği,
başka bir deyişle vurdum duymazlığı,
evliliğimize romantizm katmaması
beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı.
Sonunda kararımı ona da açıkladım:
Boşanmak istiyordum.
Şaşkınlıktan gözleri açılarak 'Niye?' diye sordu.
'Gerçekten belli bir sebebi yok' dedim,
'sadece yoruldum.'
Bütün gece ağzını bıçak açmadı.
Düşünüyordu.
Bu hâli ise
hayal kırıklığımı
daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu:
işte,
sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim.
Ondan ne bekleyebilirdim ki?
Sonunda sordu:
'Seni caydırmak için ne yapabilirim?'
Demek ki söyledikleri doğruydu:
İnsanların mizacı asla değiştirilemiyordu.
Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.
'İşte mesele tam da bu.' dedim.
'Sorunun cevabını kendin bulup
kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.'
'Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var.
O çiçeği benim için koparmak,
düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına,
hattâ ölümüne mâl olacak.
Bunu benim için yapar mısın?'
Yüzümü dikkatle inceledi ve
'Sana bunun cevabını yarın vereceğim' dedi.
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.
Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu.
Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş,
altına da bir not bırakmıştı.
'Sevgilim' diye başlıyordu,
'O çiçeği senin için koparmazdım.'.
Kalbim yine kırılmıştı.
Okumaya devam ettim.
'Çünkü her zaman yaptığın gibi
bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra
monitörün önünde ağladığında,
onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var.'
'Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden,
senden önce eve varabilmem üzere
koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.'
'Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde
şehirde hep yolu kaybettiğinden,
yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.'
'Sadık arkadaşının her ayki ziyaretinde sebep olduğu,
karnındaki krampları rahatlatabilmem için
avuçlarıma ihtiyacım var.'
'Evde oturmayı sevdiğinden,
içe kapanıklığını dağıtmak,
can sıkıntını hafifletmek üzere
sana şakalar yapabilmem,
hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var.'
'Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan
gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan,
yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem,
saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem,
merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem,
çiçeklerin renginin
- gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için
gözlerime ihtiyacım var.'
'Ama seni benden daha fazla seven biri varsa,
evet o uçuruma gidip,
o çiçeği senin için koparırım bir tanem.'
Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu.
Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.
'Mektubu okuduysan
ve kalbin ikna olduysa lüften kapıyı aç canım.
Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.'
Koşarak kapıyı açtım.
Endişeli bir yüzle
ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek
ve sütle kapının önündeydi.
Artık çok iyi biliyordum:
Beni ondan daha çok kimse sevemezdi.
O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.
Bu gerçek aşktı.
İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın,
seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde,
huzur ve durgunluk içinde de
hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.
Oysa aşk hep vardır.
Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil...
Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz...
Ama hep oralarda bir yerdedir.
Çiçekler ve romantik dakikalar
ilişkinin başlaması için elbette gereklidir.
Bir zaman sonra bunlar gitse de
gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.
Hayat tam da böyle bir şeydir.
Saygılarımla.
(kaynak:mailler)

Cuma, Mayıs 15, 2009

madde 13:En popüler buluşma mekanları olan Kızılay Gima’yı
ve Dost Kitabevini öğrenin.
madde 14:Tunalı Hilmi caddesi demeyin.
Ankaralılar -muhtemelen Hilmi’nin güzel bir isim
olmadığını düşünüyor olduklarından direkman Tunalı derler.
Siz de Tunalı deyin.
madde 15:"Boş yere ağlama, kalbini bağlama, Ankara kızlarına"
şarkısını öğrenin, sık sık söyleyin.
madde 16:Ankara’da en güzel mevsim sonbahardır tadını çıkarın.
madde 17:Trafikte taş düşemez ama milletvekili çıkabilir.
Kırmızı ışıkta sizi bekletebilir, hazırlıklı olun.
madde 18:Ankara’da hiçbir yerde absürd bir durumla karşılaşmazsınız.
Ankara’da güz bambaşkadır.
Ankara melankoliktir, Ekim güzeldir.
(bkz: 22 yıldır bu şehri yaşayanlar için Ankara)
Kızılay’daki Yapı Kredi binasındaki leyleklerin
niye birinin yan yan
diğerinin de kanatlarını farklı frekanslarda çırparak uçtuğu
üzerine kafa yormayın.
Biz yorduk yararını görmedik.
Ankara da deniz yok. yok....işte...............

Perşembe, Mayıs 14, 2009

Ankara

1. Yeni başlayanlar için Ankara AŞTİ’dir.
2.Soğuğun içine işlediği anda başını kaldırıp
etrafta denizi aramaz isen kolay alışırsın.
madde 1: Ankara'da deniz yoktur.
Deniz kenarında bir kentte bir şekilde bulunmuşsan,
denizi seviyorsan,
Ankara’yı kısa vadede sevemeyeceksin,hiç kasma.
Yine de çeneni kapa,
"Ankara iyi güzel de denizi yok abi bea."
kabilinden düşüncelerini kendine sakla,
bu muhabbetleri defalarca kez duymuş olan Ankaralılar
pek sevecen davranmazlar,sıcak yaklaşmazlar.
Baygınlık verirsiniz yapmayın etmeyin gözünüzü seveyim.
madde 2:Ankara’yı İstanbul ile,
İzmir ile kıyaslamaya kalkmayın,bu da sevilmez,
hele İzmir karşılaştırması tiksinti yaratır.
Yok kordon vardı yok çiğdem vardı bilmem ne..
Gölbaşı’nda denize dökerler adamı Allahıma..
madde 3: Ankara'da kış soğuk geçer.
Rüzgarı keser,ayazı süründürür.
Kalın giyinin, bere ve eldiven edinin;
öğlen dışarı çıkıyorsanız
ve geç saatlerde dışarda bulunmanız gerekecekse
havaya aldanmayın.
Coğrafya dersinde karasal iklim için neler söylerdiniz
onları hatırlayın.
Ya da en iyisi bir gece iliklerinize kadar üşüyün,
sonra gece-gündüz sıcaklığı arasındaki büyük farklı anlayın.
madde 4:Ankara'da deniz yoktur.Alışın
madde 5:Elektronik malzeme,
korsan cd falan arıyorsanız Kızılay'da vakit kaybetmeyin,
Maltepe pazarını öğrenin.
Ben öğrenciyim abi sözünü motto bilin,
her alışverişte işe yarar.
madde 6:Öğrenciyseniz,kendi evinizde kalacaksanız,
bir şekilde itfaiye meydanına gidin,
dibine kadar araştırın,
az parayla süper ev nasıl döşenir görün.
Ya da beni çağırın göstereyim.
madde 7:Ankara'da deniz yoktur,deniz aramayın.
madde 8:ODTÜ, Bilkent, Hacettepe
yahut Başkent Üniversitesi öğrencisi iseniz,
araba almayın,otobüs ve servisi tercih edin.
Eskişehir yolunun her sabah yaşadığı tıkanıklıta tuzunuz bulunmasın.
Sizin yüzünüzden sınava geç kalmayayım lütfen.
madde 9:Banliyo trenleri güvenlidir, çekinmeyin kullanın.
madde 10:Kaybolursanız kimseye asla ve kat a yol sormayın.
Sorduğunuz her yüz kişiden kırkı gitmemeniz gereken yönü,
otuzu bambaşka bir tarafı gösterir,
kalan otuz da bilmiyorum abi ben buraların yabancısıyım der.
Harita edinin.
madde 11:ODTÜ'lü değilseniz,ODTÜ kampüsüne girmeniz,
Alcatraz dan kaçmanız kadar meşakkatli bir meseledir,
bunu bilin.
Israrcı iseniz,
risk alın ve Güven Parktan kalkan ODTÜ minibüslerinden birine binin,
kampüse girişte kimlik soran görevli minibüse girdiğinde,
kendinizden emin bir şekilde
adamın gözlerine sen benim kim olduğumu biliyor musun bakışı atın.
işe yarayabilir.
madde 12:Ankara'da deniz yok yok .... işte,yok!
(devamı yarın)(kaynak:mailler)

Çarşamba, Mayıs 13, 2009

kaderini sev



Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı. Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur.
Rüzgâr alır götürür bulutu, rüzgârın oyuncağı olur.
Rüzgâr olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı.
Rüzgâr her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Her şey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan esen burdan eser, kaya banamısın demez!
Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı...

Sırtında bir acı ile uyanır....
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. ..


"Amor Fati - Nietzsche "
(Kaderini sev-belki seninki en iyisidir)

Pazartesi, Mayıs 11, 2009

AŞK ve ARKADAŞLIK


Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karsılaşırlar.
Aşk, kendinden emin bir şekilde sorar:
"Ben senden daha samimi ve daha cana yakınım.
Sen niye varsın ki bu dünyada?”
Arkadaşlık cevap verir:
"Sen gittikten sonra
bıraktığın gözyaşlarını silmek için.
Bütün sevdiklerinize ithafen
şunları göz önünde bulundurun:
Eğer bu sabah hastalıklı değil de
sağlıklı uyanmış iseniz,
bir hafta sonrasını göremeyecek olan
bir milyon insandan daha şanslısınız.
Bir harp tehlikesi ile,
işkence görmek ihtimali ile
ve sağ kalma korkusu ile
karşı karşıya değilseniz,
500 milyon insandan daha iyisiniz.
Buzdolabınızda yiyeceğiniz,
üzerinizde elbiseniz,
başınızı sokup uyuyabileceğiniz bir eviniz varsa,
dünyadaki insanların çoğundan daha zenginsiniz.
Bankada ve cüzdanınızda para varsa,
dünyanın en imtiyazlı % 8'i arasındasınız...
Anneniz, babanız sağ ise ve boşanmamışlarsa,
siz bu dünyada nadir kişilerden birisiniz.
Bu yazıyı okuyabiliyorsanız bu demektir ki:
Birisi sizi düşündü ve bunu yazdı..
Çünkü okuma yazma bilmeyen 2 milyar kişiden biri değilsiniz.
(kaynak:ne olabilir tabii ki mailler)

Cuma, Mayıs 08, 2009

DOSTLAR IRMAKLAR GİBİDİR




Dostlar ırmaklar gibidir..
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya..

İnsanlar vardır üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi
Uzaktan görünüşü çekici,aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı..
Sokulmaktan korkarsınız güvenemezsiniz..

İnsanlar vardır; derin bir okyanus
İlk anda ürkütür korkutur sizi
Derinliklerinde saklıdır gizi.
Daldıkça anlarsınız
Daldıkça tanırsınız
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız..

İnsanlar vardır; coşkun bir akarsu
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler..
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler;
Ne zaman nerde bırakacağı belli olmaz
Bu tip insanla bir ömür dolmaz..

İnsanlar vardır; akan bir dere
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk..

İnsanlar vardır çeşit çeşit,tip tip
Her biri bir başka karaktere sahip.
Görmeli incelemeli doğruyu bulmalı
Herşeyden önemlisi insan, insan olmalı

İNSANLAR VARDIR BERRAK PIRIL PIRIL DENİZ
BOŞA GİTMEZ NE KADAR GÜVENSENİZ..
DİBİNİ GÖRÜRSÜNÜZ HERŞEY MEYDANDA
KORKMADAN DALARSINIZ, SİZİ SARAR BİR ANDA.
İÇİ DIŞI BİRDİR,ÇEKİNME ONDAN
HER SÖZÜ İÇTENDİR, HER DAVRANIŞI CANDAN..

CAN YÜCEL

Salı, Mayıs 05, 2009

ERKEKLERİN KADINLARDAN RİCASIDIR (Yakarış)


* Pembe dizilerdeki sahte aşk nağmelerini
bizden duymaya çabalamayın;
çünkü onlar gerçekten rol yapıyor
ve kabak bizim başımıza patlıyor.
* Bir SMS gönderdiğiniz zaman
ilk 10 saniyede cevap gelmeyince
ikinci SMS'te "Orda mısın???" diye sormayın.
Kesinlikle oradayızdır..!
* Mağazada gelinliklere bakıp
"Aaaa ne güzeeel" dediğinizde
onun bizim için bir anlamı yoktur.
Bizi duygusuzlukla suçlamayın.
Gelinlik sadece kızların hayalidir erkeklerin değil!!!
* Saçlarınızı boyattığınızda
bunu fark edemezsek anlayın ki yakışmamıştır
ve bu bizim suçumuz değildir.
* Çoğu erkek
ısrardan ve bir şeyi ikinci kez duymaktan nefret eder;
mutlaka ilk söylediğinizi anlamışızdır
ama işimize gelmiyordur,
lütfen bize geri zekalı muamelesi yapmayın.
* Alışveriş yapmak hiç zevkli değildir
ve asla zevkli olmayacaktır.
* 'Beni seviyor musun?' diye sormayın.
Emin olun ki sevmiyor olsak yanınızda bir saniye bile durmayız…
* Bizden sizinle aynı üzüntüyü yaşamamızı
ve size tuvalete kadar eşlik etmemizi beklemeyin,
o sizin kız arkadaşlarınızın görevidir.
* Bir yere gittiğimizde,
hangi kıyafeti giyerseniz giyin,
size çok yakışıyor, yemin ederiz.
O yüzden bir daha sormayın.
* Biz erkekler gerçekten basitizdir.
Mesela sizden ekmeği getirmenizi istiyorsak,
aslında sadece acıkmışızdır
ve sadece ekmeği getirmenizi istiyoruzdur.
Bundan 'ekmek niçin masada değil?' diye
bir iğneleme yaptığımız sonucunu çıkarmayın
zira tüm erkekler edebiyatçı değildir…
* Eğer farkında olmadan
2 değişik şekilde anlayabileceğiniz bir şey söylemişsek
ve bunlardan biri kötü ve sizi üzecekse,
kesinlikle diğer anlamında söylemişizdir,
boşuna bizi sıkıntıya sokmayın…
* Biz farklı anlamlar taşıyan
dolaylı, mecazlı soruları anlamayız.
Ne istiyorsanız doğrudan söyleyin ve bizi yormayın…
* Eğer şişmanladığınızı düşünüyorsanız
ki büyük ihtimalle şişmanlamışsınızdır bize sormayın,
cevap vermeyi reddediyoruzdur.
* En karmaşık durumda bile
bizim için temel kural şudur:
'En kolayını seç'.
Bizden komplike şeyler beklemeyin.
* Erkekler genelde sadece ana renkleri görürler.
Mesela, şampanya bir renk değil, bir içkidir bizim için.
Sarımsı yeşil,açık yeşil,likör yeşili,çimen yeşili,
kireç yeşili,yay yeşili, orta deniz yeşili
Yukarıda saydıklarınız vallahi hepsi yeşil işte..!
Lütfen bizi zorlamayın..?
* Erkeklerin çoğunun en fazla 3 çift ayakkabısı vardır.
O yüzden 30 çift ayakkabınızdan
hangisinin kıyafetinize uyacağını bilmiyoruzdur
lütfen sormayınız
ayrıca uyum diye bir şey yoktur
ve sırf uyum için giyeceğiniz şeyleri
1 hafta önceden tasarlamanız tamamen sizin takıntınızdır.
Mavi kotun üstüne her renk ve desen bluz giyilebilir.
* Kırmızı tokanız var
ve sırf bu tokaya uyum sağlaması için
lütfen kırmızı takım elbise almaya
bize mağazaları dolaştırmayınız..!
* Cuma + Cumartesi + Pazar = Bol yemek
ve mutfak gerçekliğinin icrasıdır…
* Bizi anlamaya çalışın;
ancak bizi anlama işini
lütfen fazla abartmayın
çünkü çok kolay anlaşılır erkekler.
* Evi temizleyip yorulduktan sonra,
yüzünüze bakılmayacak haldeyseniz,
yaptığınız temizliğin bizim için bir anlamı yoktur,
takdir beklemeyin.
Temiz bir evden ziyade
bakımlı görünen bir kadınla bir evi paylaşmak daha anlamlıdır…
* Ev işlerinden sonra
yattığınız yerde sızıp kalıyor
ve her türlü kur çabasına
yorgunum diyorsanız bu bizi bozar…
Bir erkeğe temiz evden önce
temiz bir eş ve hatta sadece bir eş lazımdır.
Temizlik bir temizlikçi tarafından da yapılabilir
ama bazı şeyler temizlikçi ile yapılmaz…
Yapılmamalı da.
Bizi zorlamayın..!
* Aylarca süren baş ağrıları baş ağrısı olamaz,
mutlaka bir doktora gidin.
* Size 'Neyiniz var?' diye sorduğumuzda,
'Hiç bir şeyim yok!!!' derseniz size inanırız,
bizim için olay bitmiştir.
O yüzden bir şeyiniz varsa
doğrudan söyleyin
sonra bizi anlayışsız durumuna düşürmeyin…
* 30 civarında ayakkabınız
ve dolaplar dolusu elbiseniz varken
bizi iflas ettirmek bir sevgi gösterisi değildir.
NOT: Bunu tanıdığınız tüm kadınlara OKUTUN;
bir kere de olsa erkekleri anlasınlar.
Mümkün olduğu kadar çok erkeğe de okutun ki,
onlar da yalnız olmadıklarını bilsinler…
(kaynak:mailler)

Pazartesi, Mayıs 04, 2009

HİH HOH HOH HAAAAA!!!!!!


-ANASINA BAK,BABASINDAN DAYAK YE!
-GÜLÜ SEVEN ABİSİNE KATLANIR.
-İÇERKEN ARABA KULLANMAYINIZ,BİRANIZ DÖKÜLÜR ZİYAN OLUR.
-ADAM O KADAR FAKİRMİŞ Kİ,VİRAJI BİLE ALAMAMIŞ.
-BENDE ŞEYTAN TÜYÜ YOK,EPİLASYONLA ALDIRDIM.
-BENZİNLİKDE SİGARA İÇMEYİNİZ.HAYATINIZ UCUZ OLABİLİR AMA ,BENZİN PAHALI.
-HAYVANLARI ÇOK SEVİYORUM,ÖZELLİKLE KIZARMIŞ TAVUĞU.
-ÇOK YARATICIYIMDIR,ACAİP SORUN YARATIRIM.
-BU TÜP BEBEK HATALI,HEP GAZ KAÇIRIYOR.
-ALTIN GİBİ ÇOÇUKTU,BOZDURA BOZDURA HARCADILAR.
-ALLAHIM KENDİM İÇİN BİR ŞEY İSTİYORSAM NAMERDİM.
SEN ANNEME GÜZEL BİR GELİN NASİP EYLE!
-ZAMAN İNSANI DEĞİL,ARMUTU OLGUNLAŞTIRIR.
-ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR,MÜLK İSE ADALETSİZLİĞİN.
-ADAMIN BİRİ HER GÜN PEYNİR YİYORMUŞ.
BİR GÜN KAPI ÇALMIŞ,KİM GELMİŞ?GINAAAI GELMİŞ!!!
-AİLE KABRİSTANIDIR.DAMSIZ GİRİLMEZ.
-ALLAH YÜRÜ YA KULUM DEDİ BENDE ARABAMI SATTIM.
-ALMIŞ ELİNE BİR ÇİÇEK.!!
SEVECEK ,SEVMEYECEK!!AKILLIM ÇİÇEK NERDEN BİLECEK.
-ADAMIN BİRİ KIZMIŞ,İSTEMEYE GELMİŞLER.
(bunlar da maillerden)

Cumartesi, Mayıs 02, 2009

AŞK ve ARKADAŞLIK


Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karsılaşırlar.
Aşk, kendinden emin bir şekilde sorar;
ben senden daha samimi ve daha cana yakınım.
Sen niye varsın ki bu dünyada?”
Arkadaşlık cevap verir
"sen gittikten sonra bıraktığın gözyaşlarını silmek için....
Bütün sevdiklerinize ithafen şunları göz önünde bulundurun:
Eğer bu sabah hastalıklı değil de sağlıklı uyanmış iseniz,
bir hafta sonrasını göremeyecek olan
bir milyon insandan daha şanslısınız.
Bir harp tehlikesi ile,
işkence görmek ihtimali ile
ve sağ kalma korkusu ile karşı karşıya değilseniz,
500 milyon insandan daha iyisiniz.
Buz dolabınızda yiyeceğiniz,
üzerinizde elbiseniz,
başınız sokup uyuyabileceğiniz bir eviniz varsa,
dünyadaki insanların çoğundan daha zenginsiniz.
Bankada ve cüzdanınızda para varsa,
dünyanın en imtiyazlı % 8'i arasındasınız...
Anneniz, babanız sağ ise ve boşanmamışlarsa,
siz bu dünyada nadir kişilerden birisiniz.
Bu yazıyı okuyabiliyorsanız bu demektir ki;
birisi sizi düşündü ve bunu yazdı..
Çünkü okuma yazma bilmeyen 2 milyar kişiden biri değilsiniz.
Paraya ihtiyacın yokmuş gibi çalış..
Kimse seni üzmemiş gibi sev..
Kimse seni seyretmiyormuş gibi danset..
Kimse seni dinlemiyormuş gibi şarki söyle..
Cennet dünyadaymış gibi yaşa..
Bu mesajı dostlarına okut.
Okutmazsan hiçbir şey olmaz.
Ama okutursan,
belki bunu okuyan birisi gülümser...
Her şey gönlünce olsun arkadaşım..
(kaynak:mailler)