Pazartesi, Ekim 29, 2007

KADIN

Çocuk taşırlar, zorlukları taşırlar, ağır yükleri taşırlar
ama mutluluk, sevgi ve neşe verirler.
Bağırmak istediklerinde gülümserler.
Ağlamak istediklerinde şarkı söylerler.
Mutlu olduklarında ağlarlar.

Bir kadın tanırım, çok güçlü
espirileri ile sevdiklerine kendilerini iyi hissettirir.
Öyle kadınlar bilirim karlı bir günde telefon başında bekler
arkadaşının " eve güvenle geldim! " telefonunu kaçırmamak için.
Bir dost bilirim
yıllar önce söylediğim sırrı özenle tutup
asla bir daha ortaya getirmeyen.

Kadınların özel bir tarafı var.
Gönüllü çalışır, hasta bakıcılık yapar
çaresizlere yiyecek taşırlar.
Öğretmen, memur. doktor, hemşire
yönetici, avukat, evhanımı, komşudurlar.
Takım kıyafet giyer, kot ve üniforma.
İnandıkları uğruna savaşır,
haksızlığa karşı dururlar.
Barış için, sevgi için, doğruluk için
konuşur, yürür, başvurur, çırpınırlar

Aynı anda göz yaşlarını silebilir,
yaraya pamuk koyar
ve sırtını sıvazlayabilirler.
Ailesi daha çok yesin diye az yiyebilir,
çocukları kitap alabilsin diye
yeni bir ayakkabı almadan bir kış daha geçirirler.
Okul aile toplantılarına gider,
hasta çocuğu için okula koşarlar.

Dostlarını destekler,
korkmuş arkadaşı ile doktora giderler.
Gerektiğinde para verir,
koşulsuzca severler
bilginin güç olduğunu bilir
ama genede yumuşaklıkla işlerini hallederler.

Çocukları ödül aldığında, başarılı olduğunda
yada sadece mutlu olduğunda ağlarlar.
Kimi zaman omuz, kimi zaman bir çift kulak,
kimi zamanda yardım eden bir ses olurlar.

Hiç güçleri kalmadığında bile,
dimdik ayakta dururlar.
Zor durumları kontrol eder,
yorgunken bile enerji verirler.
İhtiyacı olan bir dost için uykusuz kalır
yalnızken yanına koşarlar.

Bir kadının dokunuşu her yarayı iyileştirir.
Bir kucaklama, bir öpücük kalpleri tamir eder.
Romantik bir geceyi unutulmaz yapabilir.
Kocasının, çocuklarının ve arkadaşlarının
en iyi özelliklerini ortaya çıkarabilir.
Gölgede kalmaktan şikayet etmez.
Zorlamak yerine nazikçe cesaretlendirir.
Şefkatli sözler fısıldayabilir, çığlık çığlığa taraftar olabilir,
ve korkuları gülerek uzaklaştırabilir.
Moralini düzeltip, kendine güven getirebilir
bir kayıp yada kavga sonrası aileyi bir araya getirebilir.

Kadın her çeşitte, her ölçüde, her renkte ve şekilde olur.
Evlerde, apartmanlarda, gece kondularda yaşar.
Yürür, araba kullanır, uçar yada koşar.
Dostuna basit bir e-mail gönderererek
ne kadar değer verdiğini anlatır.
Haksızlıkları affetmek ve unutmak için yürekleri vardır.
İyiliği unutmayan, her zaman hatırlayan,
Sevgi ve sadakat ile çarpan bir kalpleri vardır.
İşte dünyayı döndüren kadının kalbidir.

Bir kadın aynı anda hem ağlayabilir hem gülebilir.
hem üzgün hem umutlu olabilir.
hem affedebilir hem cesaretlendirebilir.

Kadın sadece doğum yapmaktan çok daha fazlasını yapar.
Neşe ve umut getirir.
Hayal kurmayı ve hedeflere ulaşmayı öğretir.
İhtiras ve idealleri verir.
Bir insanın hayatına girer ve yaşamı değiştirir.

Geriye bütün isteği
Bir sıcak kucaklama
Bir sıcak gülümseme
Ve bir sıcak öpücüktür.

yazar:bilinmiyro

PAMUK PRENSES HİKAYESİNİN GERÇEĞİ

Daha yeni evlenmiştim Kralla.

Saraya ilk girdiğim anda sevdim orayı.

Hele o güzeller güzeli Pamuk var ya.

O kadar kanım kaynadı ki o güzel kıza.

İki yıl önce genç yaşında kaybettiğim kızıma o kadar benziyordu ki.

Kızımın yerine koymuştum onu.

Nereden bilebilirdim ki o güzel yüzün ardında neler yattığını.

İlk birkaç gün çok güzel geçti.
Derken yavaş yavaş gerçek yüzünü göstermeye başladı Pamuk.
Babasının yanında bir melek oluyordu.

O yokken ise hakaretlerin bini bir paraydı.

Ne çirkinliğimi bırakıyordu, ne aptallığımı.
Her yalnız kaldığımızda bana saraydan defolup gitmemi söylüyordu.
Oysa nelerine göz yumuyordum onun.

Avcıyla aralarında bir şeyler olduğunu saraya ilk girdiğimde anlamıştım.

Ama onu sevmiyordu Pamuk.

Diğer ülkenin yakışıklı prensine sırılsıklam aşıktı.

Ve avcıyı bir piyon olarak kullanıyordu.

Kaç kere karşıma alıp
nasihat etmeye kalktıysam tersledi beni.

Hatta bir keresinde tokat atmaya bile cüret etti.

Ben yine gençliğine cahilliğine verdim.

Sustum.
Ve günlerden bir gün olanlar oldu.
Evden kaçtı Pamuk.

Ne yapacağımı şaşırdım.

Aramadığım sormadığım yer kalmadı.

Yoktu ortalarda.

Derken akşamüstü kocam saraya döndü ve kızını sordu.

Söyleyemedim kaçtığını.

Kalp hastasıydı kocam nasıl diyebilirdim ki.

Ona kızın bir arkadaşına gittiğini gece orada kalacağını söyledim.
O anda öyle bir şey oldu ki bütün dünya tepeme yıkıldı.

Avcı telaşla içeri girerek " Kraliçem, aynen dediğiniz gibi
Pamuk Prenses'i öldürüp size yüreğini getirdim" demez mi.

Ne yapacağımı ne diyeceğimi şaşırdım.

Belli ki prensesin yeni oyunuydu bu.

Daha bir şey söylememe kalmadan kocamın tokadıyla yere yığıldım.

Ve onu izleyen darbeler sonunda kendimden geçmişim.

Gözlerimi açtığımda başımda sadece hizmetçiler vardı.

Hemen kocamı çağırmalarını istedim.
Anlatmalıydım ona gerçeği.

Ama öğrendim ki iş işten geçmiş.

Kocam kızının ölümüne dayanamayıp kalp krizinden ölmüş.

Yıkılmıştım.

Ama şimdi kendi derdimi bırakıp Pamuk’la ilgilenmem gerekiyordu.
Artık ölen kocamın yadigarıydı o bana.

Hemen avcıyı çağırttım yanıma.

Biraz sıkıştırınca söyledi kızın yerini bana.
Bir ormanda yedi cüceyle birlikte bir kulübede yaşıyormus.

Hemen mutfağa geçip sevdiği
yemeklerden hazırlattım ona.

Bir kaç tane de elma aldım yanıma, çok severdi elmayı.

Hemen ormanın yolunu tuttum.

Kulübeyi bulduğumda hava kararmak üzereydi.

Kapıyı çaldım bir iki kez.

Açan olmadı,biraz itince kapının açık olduğunu farkettim.

İçer girince ise bir baktım Pamuk yerde serilmiş yatıyor.

Mutfaktan ağır bir gaz kokusu geliyordu.

Elinde de bir kağıt vardı.

Kağıdı alıp okudum.

Prensten geliyordu, avcıyla aralarında bir ilişki olduğunu öğrendiğini

ve artık onunla evlenemeyeceğini yazıyordu.

Zavallı kız da bunu okuyunca canına kıymaya kalkmıştı.

Telaştan sepeti olduğu yere atıverdim.
Hemen bütün kapıları camları açıp kızı dışarı çıkardım.

Sonra da prense haber vermeye gittim.

Yoksa aynısını ikinci kez yapabilirdi.
Prense olanları anlatıp yanıma aldım.

Prensesin yasadığı kulübeye geldik.

Kız hala yerde yatıyordu bu arada cüceler de dönmüş

onu o halde görünce oldu sanıp başında ağlaşıyorlardı.

Prens ve ben usulca yanına gittik.

Prens kızın yüzüne eğilerek alnına bir öpücük kondurdu.

Gazın etkisi yavaş yavaş geçmiş kız da kendine gelmeye başlamıştı.

O anda bütün cüceler kızın kendisine gelmesini

prensin öpücüğüne bağlayıp haykırmaya başladılar.

Prensim çok yaşaaaaaaaaaaa.

Neyse mühim değildi.

Pamuk kurtulmuştu ya.

Önemli olan buydu.

Pamuk gözlerini açar açmaz karşısında beni görünce haykırmaya başladı.

İşte beni bu zehirledi.

Az daha öldürecekti beni.

Neye uğradığımı şaşırdım.

Yerde dağılmış duran elmalar, kraliyete ait bir sepet

ve prensesin asla yalan söyleyemeyecek gibi duran masum yüzü

bir araya gelince kime neyi inandırabilirdim ki.

Hemen koşarak oradan uzaklaştım.

Ve hala o kızın yüzünden lekelenmiş adımı değiştiremiyorum.
İşte dostlar işin asli bu.

Ama bu saatten sonra kim inanır ki kötü kalpli kraliçenin masum olduğuna...

Yazar:bilinmiyor

Cumartesi, Ekim 27, 2007

YAŞAMA DAİR


Olumsuz düşünen insanları duymayın...
Onlar kalbinizdeki ümitleri çalarlar.
Günlerden bir gün....
Kurbağaların yarışı varmış
Hedef
çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış.
Bir sürü kurbağa da
arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar.
Ve yarış başlamış.
Gerçekten seyirciler arasında
hiçbiri
yarışmacıların
kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş.
Sadece şu sesler duyulabiliyormuş:
"Zavllılar!
Hiçbir zaman başaramayacaklar!"
Yarışmaya başlayan kurbağalar
kulenin tepesine ulaşamayınca
teker teker
yarışı bırakmaya başlamışlar.
İçlerinden sadece bir tanesi
inatla
yılmadan
kuleye tırmanmaya çalışıyormuş.
Seyirciler bağırıyorlarmış:
"Zavallılar!
Hiçbir zaman başaramayacaklar!"
Sonunda bir tanesi hariç
diğer kurbağaların hepsinin
ümitleri kırılmış ve bırakmışlar.
Ama
kalan son kurbağa
büyük bir gayret ile mücadele ederek
kulenin tepesine çıkmayı başarmış.
Diğerleri hayret içinde
bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler.
Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş....
Bu işi nasıl başardın diye.
O anda farkına varmışlar ki
kuleye çıkan kurbağa
sağırmış!
yazar:bilmiyorum

Perşembe, Ekim 25, 2007

HERKES,HERHANGİBİRİSİ,BİRİSİ,HİÇKİMSE


Yapılması gereken çok önemli bir iş vardı
ve
herkes birisinin bu işi yapacağından emindi.
Herhangibirisi yapabilirdi.
Ama kimse yapmadı.
Birisi buna çok kızdı.
Çünkü bu herkesin görevi idi.
Herkes bunu herhangi birinin yapabileceğini düşündü.
Fakat hiçkimse herkesin yapmayacağını anlayamadı.
Sonunda herhangibirinin yapabileceği birşeyi
hiçkimse yapmadığı için herkes birbirini suçladı.
(yazar:bilinmiyor)
ebuş teşekkürler

Çarşamba, Ekim 24, 2007

EĞİTİM


"Bir toplama kampından sağ kurtulmuş bir insanım.
Gözlerim,hiçbir insanın görmemesi gereken şeyler gördü.
Bilgili mühendisler tarafından yapılan gaz odaları.
İyi öğrenim görmüş doktorlar tarafından zehirlenen çocuklar.
Eğitilmiş hemşireler tarafından öldürülen bebekler.
Lise ve yüksekokul mezunları tarafından vurularak öldürülen
kadınlar ve bebekler.
Bu nedenle,
öğrenim olgusuna kuşkuyla bakıyorum.
Sizdentek dileğim şu:
Öğrencilerinize İNSAN olmayı öğretin.
Çabalarınız bilgili canavarlar,
yetenekli ruh hastaları
ya da eğitilmiş Eichmannlar(bu kelimenin anlamını bilmiyorum
ama yazıyı aynen alıntı yaptığım için yazıyorum)
yaratmamalı.
Okuma yazma,
tarih ve matematik
ancak
öğrencilerimizin İNSAN olmasını sağlarlarsa önem kaznırlar."
Haim Ginott'un kitabından bir kesit...

Pazar, Ekim 07, 2007

İKİ ARKADAŞ


İki arkadaş piyasayı araştırmışlar,
o yıl haki rengin moda olacağını öğrenmişlerdi.
Mal varlıklarını paraya çevirerek tüm haki renkli kumaşları satın aldılar.
Depolarını haki renk kumaşla doldurdular;
ancak hiç kimsenin bu kumaşlara istekli davranmadığını görünce
iflasın eşiğine geldiklerini anladılar.
Artık bıçak kemiğe dayanmıştı ki kapı çalındı
ve içeriye bir albay girdi
ve "Sizde haki renkte kumaş var mı?"dedi.
Kulaklarına inanamayan iki arkadaş heyecanla atıldılar:
"Evet,var efendim."dediler.
"Hemen gösterelim."
Albay kumaşları dikkatle inceledi ve çok beğendiğini belirtti.
"Bu yıl erlere 200 bin,subaylara 50 bin adet giysi yaptıracağız."
dedi.Ancak yalnızca kendisinin beğenmesinin yeterli olmadığını,
generalinin de olurunu alması gerektiğini söyleyerek
bir parça örnek vermelerini istedi.
Ayrılmadan da,
kararın en geç yarın sabaha değin verileceğini bildirdi:
"Karar olumsuz çıkarsa,
bu durumu yarın öğlen 12:00'ye değin size bir telgrafla bildiririz."
dedi.
"Eğer öğlen 12:00'ye değin bizden bu konuda bir telgraf gelmezse,
bilin ki karar olumludur ve kumaşları keser,üretime başlarsınız."
Tüm geceyi biraz umut,biraz tasa içinde geçirdiler.
Ertesi gün saat 11:00,11:30,11:45 oldu;
gözleri korku ile postacıyı bekledi.
"Aman postacı gelmesin."diye içlerinden dualar ettiler.
Fakat saat tam 12:00'ye gelirken ,
postacı sokağın köşesinde göründü.
İki arkadaş"Belki bize gelmiyordur."diyerek
kendilerini teselli ederlerken postacı geldi,
kapılarının zilini çaldı.
İki arkadaştan daha cesaretli olanı kapıyı açtı ve
umutsuz bir biçimde telgrafı aldı.
Ve telgrafı okur okumaz birden sevinçten zıplamaya başladı:
"Üzülme,üzülme,korktuğumuz haber değil."
diye bağırdı arkadaşına.
"Müjdeler olsun,albaydan değil,
annenden geliyor telgraf...
Baban ölmüş..."
kaynak:bütün dünya(100.sayı)

Salı, Ekim 02, 2007

TELAŞ

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.

Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

Müşfik KENTER

Pazartesi, Ekim 01, 2007

DUA


Çalışmaktan yorgun düştüğümüz günlerimizde,
Tanrı'ya bir dua etmeyi sıklıkla unuturuz.
Bu yüzden,
bize Tanrı'yı ve küçük bir dua yapmayı hatırlatan bu yazıyı
yazmak için kendime izin verdim.
Siz de okumak için kendinize izin verin.
Tanrım...
Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek için
ve zayıfların alkışını ve sevgisini kazanmak için
yalan söylememek için bana yardım et.
Eğer bana para verirsen,
mutluluğumu alma,
Ve eğer bana güçler verirsen,
muhakeme yeteneğimi çıkarma.
Eğer başarı verirsen alçakgönüllülüğü çıkarma.
Eğer bana alçakgönüllülük verirsen,
saygınlığımı çıkarma.
Görünenin diğer yüzünü tanımama yardım et.
Benim düşüncelerime katılmıyorlar diye
bana karşı olanları hainlikle suçlayarak,
onların karşısında suçlu duruma düşmeme izin verme.
Kendimi sever gibi diğerlerini sevmeyi,
Ve diğerlerini yargılıyormuş gibi kendimi yargılamayı öğret bana.
Başarılı olduğum zaman sarhoşluğuna izin verme,
ne de başarısız olursam umutsuzluğa düşmeme...
Daha ziyade,başarısızlığı
başarının öncesindeki bir deneme olduğunu hatırlamamı sağla.
Hoşgörünün,güçlerin en büyüğü olduğunu,
Ve intikam arzusunun, zayıflığın ilk görünümü olduğunu öğret bana.
Eğer beni paradan yoksun bırakırsan,
bana umudu bırak,
ve eğer beni başarıdan yoksun bırakırsan,
başarısızlığı yenebilmek için irade gücünü bırak bana.
Eğer beni sağlık bağışından yoksun bırakırsan,
inancın lütfunu bırak.
Eğer insanlara zarar verirsem,
özür dileme gücü ver bana.
Ve eğer insanlar bana zarar verirse,
affetme ve merhamet gücü ver bana.
TANRIM....
Eğer seni unutursam,
SEN BENİ UNUTMA!
Mahatma Gandhi