Mina Urgan demiş ki; "Ben sahip olduklarımın tadını çıkarmayı öğrendim hayatta. Sahip
olamadıklarımın ve olamayacaklarımın acısına ise ayıracak zamanım yok.
Hayat çok kısa."
... daha çok şeye ihtiyaç duymak değil, varolanla yetinebilmeyi başarmak onemli olan...
Charlotte kuralı
Charlotte, Paris'te yaşayan çok güzel bir kızdır. O kadar güzeldir ki,
sarı saçları şelaleler gibi omuzlarından kollarına dökülür.
Boyu upuzun, bacakları upuzundur. Bir reklam ajansında, müşteri
temsilcisi olarak çalışır. İyi para kazanır. Ailesi çok varlıklıdır
hatta. Geçen yaz, Güney Fransa'daki malikánelerini, Brad Pitt-Angelina
Jolie çiftine kiralamışlardı. Hatta, "Geldiğimizde evde,
hizmetlilerden başka kimse olmasın" diye tembihlemelerine rağmen,
Charlotte gidişini muzipçe geciktirmiş ve bu meşhur çiftle tanışmıştı.
Bense Charlotte'u geçen hafta Paris'te tanıdım. Şu ana kadar, fütursuz
bir roman girişi gibi gelişen bu bilgileri almanız, kuralı
sorgulamamanız açısından önemli.
Paris'te, bir arkadaşım beni Charlotte'un evine davet etti.
Bilirsiniz, insanlar birbirlerinin hayatını merak eder, fark etmeden
ve ettirmeden incelerler. Hatta benim en sevdiğim şeylerden biri,
sokakta, perdeleri sonuna kadar açık evlere ve orada yaşananlara şahit
olmaktır. İnsanın içi, insanlığa ısınır. Dersin ki, "Oh.... Üç aşağı
beş yukarı aynı şeyler işte!" Ben de, böyle gözlerle incelemeye
başladım biraz önce tanıdığım bu güzel Fransız kızın hayatını.
Herkesin evinden yola çıkıp, kendisine varmak mümkün.
Fakat bu evde bir tuhaflık vardı. Her şeyden çok az vardı bu evde..
Gerektiği kadar. Mesela, bir şampuan bir sabun. Küvetin kenarında öyle
yalnız başlarına... (Birbirleriyle uzun zamandır konuşmadıklarına
eminim.) Minnacık bir dolap. İçinde birkaç elbise kazak. Altı yedi
ayakkabı. İki dvd. Beş cd. Ipod. Dört bardak, birkaç tabak. Birkaç
mum. En fazla on tane kitap. Hiç ruj yok! Çantasındaymış. Zaten
lipstick o da... Hayatta bazen, birleştirdiğin kalıpların tamamen dışı
bileşimler olur da, şaşakalırsın ya. Başa dönersin ya. Bir yerde bir
hesaba, olmazsa olmaz diye eklediğin bir kalem birdenbire, tek bir
örnekle, kendini siler ya. Öyle oldu bana. Gözlerindeki silik eyeliner
dışında, süsü de yok bu kızın. Peki bu kız nasıl böyle kız oldu? Nasıl
böyle sade kaldı? Kadın oldu? Dışarıda bu kadar az şeyle, içi çok
oldu? Anlayamadım. Çözemedim. Ona zaten banyosunu gördükten sonra,
"miss simplicity" adını takmıştım hemen. Bayan Sadelik.. Beni şaşırtan
şey, aynı zamanda modellik yapacak kadar güzel ve havalı, aynı zamanda
varlıklı bir kızın bu hayat seçimi. Olağanüstü... Kendi hayatım, arı
kovanı gibi başımda vızıldamaya başladı. Paris sokaklarında beni takip
edip durdu bu arılar. Tek çöp bir şey alamadım. Hep sordum: buna
gerçekten ihtiyacım var mı? Buna benzer, aynı işi gören bir şeyim var
mı?... Koca koca alışveriş merkezleri, bizi kandırmak için
birbirleriyle iddiaya girmiş ahtapotlar gibi gelmeye başladı. Kaçtım,
kaçtım, saklandım.
Sahip olduklarımın,yarısından fazlasına ihtiyacım oktu.
Hayatı ağırlaştıran şey, seçim çokluğu.
Az şey kadar güzeli yok. Gereği yok.
Sonumuz belli.
Banyoda bütün ürünler, dopdolu şişelerle birbirlerini köpürtürken, hiç giymediğimiz kazaklar
lüzumsuzca dizilmiş t-shirt'lere dolapta el şakası yaparken, hiç açılmamış kitaplar kendi kendilerine konuşurken... Biz orada
olmayacağız. Üstelik onlar da, boşu boşuna bizden başka kimsenin
olmamış olacak.
Anladınız değil mi Charlotte kuralını.
Ben de sözü geçenlerde yakın bir arkadaşımdan duyduğum ve sevdiğim bir sözle bitireyim.
Zenginlik çok şeye sahip olmak değil az şeye ihtiyaç duymaktır.
(kaynak:mailler)
1 yorum:
Yazılarını çok beğendim. Eğer ilgini çekerse Afrika'dan başlayarak yazmaya başladığım blogum seyyardunyam.blogspot.com
Yorum Gönder