Perşembe, Ekim 23, 2008

(Hemen sonuna bakmayın, önce bir düşünün lütfen.)





EĞER



1 = 5

2 = 25

3 = 125

4 = 625 ise

5 = ?





Cevap için aşağıya bakın













































Cevap = 1


İlk satırı hatırlayın 1=5 değil miydi..? Eee, o zaman niye 3125 dediniz..?



Çok fazla düşündünüz mü?

Daha öncekilere bağlı kaldınız değil mi?

Psikolojide patika bağımlılığı deniyor bu duruma.

Geçmişi unutmayın ama sizi etkilemesine de izin vermeyin!

(kaynak:mailler)

Çarşamba, Ekim 22, 2008

Alışveriş arabalarının tutma yerlerinde


Alışveriş arabalarının tutma yerlerinde,
tuvaletlerdeki kapı kollarından üç kat fazla bakteri olduğu açıklandı.
Gündelik yaşamda sıkça kullanılan eşyalar içinde
en fazla bakteri barındıranın
alışveriş arabaları olduğu belirlendi.
Alışveriş arabalarının tutacaklarında,
umumi tuvaletlerdeki kapı kollarından
üç kat fazla bakteri bulunduğu anlaşıldı.
Güney Kore Tüketici Koruma Kurulu'nun yaptığı araştırmaya göre;
alışveriş arabalarının tutacaklarının
her 10 santimetrekaresinde
ortalama 1100 bakteri kolonisi bulunuyor.
İnternet kafelerdeki bilgisayarların mouse'larında da
ortalama 690 bakteri kolonisi yaşıyor.
En fazla bakteri barındıran eşyalar listesinde
üçüncü sırada 380 birimle otobüslerdeki tutacaklar,
dördüncü sırada 340 bakteri kolonisiyle
umumi tuvaletlerdeki kapı kolları,
beşinci sırada da 130 koloniyle asansör düğmeleri geliyor.
Sabun yok ediyor.
Araştırmayı yapan Tüketici Koruma Kurulu'ndan
Kwon Young-il,
alışveriş sepetlerinin
çok fazla insan tarafından kullanılmaları
ve geniş yüzeye sahip olmaları nedeniyle
bu kadar fazla bakteri barındırdığını söyledi.
Araştırmacılar,
elleri sabunla yıkamanın tüm bakterileri yok ettiğini vurguladı.

(kaynak:Kwon Young-il)

Salı, Ekim 21, 2008

Asla acele karar vermeyin!




Köyün birinde yaşlı bir adam varmış.
Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...
Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki,
Kral bu at için ihtiyara
nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş
ama adam satmaya yanaşmamış...
"Bu at,
bir at değil benim için bir dost,
insan dostunu satar mı"
dermiş hep.
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.
Köylü ihtiyarin başına toplanmış:
"Seni ihtiyar bunak,
bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.
Krala satsaydın,
ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.
Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler.
İhtiyar:
"Karar vermek için acele etmeyin" demiş.
"Sadece at kayıp" deyin,
"çünkü gerçek bu.
Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.
Atımın kaybolması,
bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı?
Bunu henüz bilmiyoruz.
Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.
Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...
Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.
Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takip getirmiş.
Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler.
"Babalık" demişler, "sen haklı çıktın.
Atının kaybolması bir talihsizlik değil
adeta bir devlet kuşu oldu senin için,
şimdi bir at sürün var.."
İhtiyar, "karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş.
"Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.
Bilinen gerçek sadece bu.
Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.
Bu daha başlangıç.
Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz
kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"
Köylüler bu defa açıkca ihtiyarla dalga geçmemişler
ama içlerinden
"bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...
Bir hafta geçmeden,
vahşi atları terbiye etmeye çalışan
ihtiyarin tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış.
Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara,
"bir kez daha haklı çıktın" demişler.
"Bu atlar yüzünden tek oğlun,
bacağını uzun süre kullanamayacak.
Oysa sana bakacak başkası da yok.
Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler.
İhtiyar
"siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz"
diye cevap vermiş.
"O kadar acele etmeyin.
Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.
Ötesi sizin verdiğiniz karar.
Ama acaba ne kadar doğru.
Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir
ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."
Birkaç hafta sonra,
düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış.
Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış.
Köye gelen görevliler,
ihtiyarin kırık bacaklı oğlu dışında
bütün gençleri askere almışlar.
Köyü matem sarmış.
Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş,
giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler, yine ihtiyara gelmişler...
"Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler.
"Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında.
Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler.
Oğlunun bacağının kırılmasi, talihsizlik değil, şansmış meğer..."
İhtiyar, "siz erken karar vermeye devam edin" demiş.
"Oysa ne olacağını kimseler bilemez.
Bilinen bir tek gerçek var.
Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde...
Ama bunların hangisinin talih,
hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:
"Acele karar vermeyin.
Hayatın küçük bir dilimine bakıp
tamamı hakkında karar vermekten kaçının.
Karar aklın durması halidir.
Karar verdiniz mi,
akıl düşünmeyi,
dolayısı ile gelişmeyi durdurur.
Buna rağmen akıl,
insanı daima karara zorlar.
Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir
ve insanı huzursuz yapar.
Oysa gezi asla sona ermez.
Bir yol biterken yenisi başlar.
Bir kapı kapanırken, başkası açılır.
Bir hedefe ulaşırsınız
ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
LAO TZU

Pazartesi, Ekim 20, 2008

Andy Rooney der ki...


" Yaşım ilerledikçe,
en çok otuz yaşını aşmış bayanlara
değer vermeye başladım."
İşte bunun sebeplerinden birkaçı:
Otuz yaşını geçmiş bir kadın
asla sizi gecenin bir yarısı uyandırıp
"ne düşünüyorsun?" diye sormaz.
Umurunda değildir çünkü ne düşündüğünüz.
Eğer otuzunu aşmış bir kadın
TV deki maçı seyretmek istemiyorsa,
söylene söylene TV 'nin karşısında,
yanınızda oturmaz.
Yapmak istediği bir şeyi yapar.
Ve bu genellikle daha enteresan birşeydir.
Otuz yaşını aşmış bir kadın,
kendini yeterince iyi tanır ve
kendinden emindir...
Kim olduğunu, ne olduğunu,
ne istediğini ve kimden istediğini bilir.
Otuzunu aşmış çok az kadın
onun hakkında
ya da yaptıkları hakkında
ne düşündüğünüzü önemser.
Otuz yaş üstü kadın
çoğunlukla büyük aşklara,
ömür boyu sürecek bağlılıklara doymuştur.
Hayatında en son ihtiyacı olduğu şey
bir başka mızmız, devamlı söylenen,
ne yapacağına karışan, yapışkan bir aşıktır.
Otuzunu aşmış kadın,ağırbaşlıdır.
Bir operanın ortasında ya da
pahalı bir restoranda
sizinle çığlık çığlığa kavga etmesi çok nadirdir.
Ha tabii hakettiyseniz,
sizi vururken de hiç tereddut etmez,
sonuçlarına katlanmayı da planlayarak...
Otuzunu aşmış kadın
övgüler yağdırmakta çok bonkördür,
çoğu hak edilmemiş bile olsa...
Çünkü takdir edilmemenin ne olduğunu iyi bilir.
Otuzunu aşmış kadın,
sizi bayan arkadaşlarıyla
rahatlıkla tanıştıracak kadar kendine güvenir.
Daha genç bir kadın,
en iyi arkadaşını bile görmezlikten gelebilir,
yanındaki adama güvenmediği için.
Otuz yaşın üstündeki kadın,
sizin onun arkadaşına ilgi duymanızı
hiç sallamaz,
arkadaşının onun aldatmayacağını bilir.
Kadınlar yaşları ilerledikçe medyumlaşırlar.
Ona günah çıkarmanıza
hiç gerek yoktur,
Onlar her bir haltınızı bilirler.
Otuz yaşını aşmış bir kadın
kıpkırmızı bir ruj sürdüğünde
bu ona çok yakışır.
Ama daha genç kadınlarda böyle değildir.
Otuz üstü kadınlar
açıksözlü, doğrucu ve dürüsttürler.
Ne kadar geri zekalı olduğunuzu
bir çırpıda açık açık söyleyiverir,
eğer bir geri zekalı gibi davrandıysanız.
Onun için ne anlam taşıdığınızı
merak etmenize gerek yoktur.
Evet, birçok sebepten
Otuz yaşını aşmış kadınları
beğeniyor ve takdir ediyoruz.
(kaynak:mailler)

Cumartesi, Ekim 18, 2008

"Kız arkadaşlarını unutma"


Annem
"Kız arkadaşlarını unutma"
diye tavsiyede bulunmuştu..
Embedded image moved to file: pic02303.gif)
"Yaşın ilerledikçe senin için daha önemli olacaklar,
kocanı-çocuklarını
ne kadar çok seversen sev,
yine de kız arkadaşlarına ihtiyaç duyacaksın..
Onlarla bir yerlere gitmeyi ihmal etme..
Onlara vakit ayır ve kız arkadaşlarını daima hatırla..
Onlar sadece arkadaşların değil..
Senin kardeşlerin, kızların..."
demişti..
"Ne kadar komik bir öğüt. Daha yeni evlenmedim mi ?
Artık ben evli bir kadınım.
Kız arkadaşlarına ihtiyaç duyan bir genç kız değilim ki.
Bundan sonra kocama hayatımı adamak,
yapacağım tek şey olacak"
diye düşünmüştüm..
Ama yıllar geçtikçe,
çocuk olsa da ya da olmadıkça,
kocalardan boşandıkça,
sevgililerin biri gidip diğeri geldikçe,
annemin dediklerinin
ne anlama geldiğini çok iyi anladım..
Zaman geçiyor..
Hayat akıyor..
Mesafe ayırıyor..
Aşk büyüyor..
Sonra azalıyor..
Kalpler kırılıyor..
kocalar evde bir yerde duruyor..
Veya evlilikler mahkemede son buluyor..
sevgililer değişip duruyor..
Erkekler arayacaklarını söyleyip, aramıyor..
İşler geliyor ve gidiyor..
Ebeveynler ölüp gidiyor..
Komşular değişiyor..
Ama kız arkadaşlar hep oradalar...
Siz onları bırakmadığınız sürece..
Geçen yıllar ve arada kaç km. mesafe olduğu hiç önemli değil..
Bir kız arkadaş,
hiçbir zaman ona ihtiyaç duyduğumuzdan daha uzak değil..

Tüm Kız Arkadaşlara Sevgiyle...
(kaynak:mailler)

Perşembe, Ekim 16, 2008

MÜSAİT OLUNCA BENİ SEVER MİSİN?


İçeri girer girmez neşeyle bağırdı:
-Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?
-Görmüyor musun?
Telefonla konuşuyorum.
Herkesin sevdiği şey birbirine benzemiyordu.
Annesi telefonu,
babası arabayı seviyordu.
Herşey erteleniyordu,
telefon ve araba söz konusu olduğunda...
Bir de eve misafir gelecek oldu mu
kendisine hiç yer kalmıyordu.
Nerelere gitseydi?
Annesi kapattı telefonu.
Mutfaktan tencere sesleri geliyordu.
Koşarak yanına gitti:
-Sana yardım edeyim mi? dedi,
en sevimli halini takınarak.
Annesi manalı manalı baktı:
-Hayırdır? Bir yaramazlık mı var?
Bak bir de seninle uğrasmayayım.
Çok yorgunum zaten.
Yorgunluk nasıl bir şeydi?
Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında
anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır :
-'Nasıl yorulmuş yavrucak.
Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni..'
diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi.
Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer,
neden annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
—Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın.
Anneannem öyle söylüyor.
—Uykuya dalayım da, gül kokuları kusur kalsın.
Yorgunluktan ölüyorum.
Bu kelimeden nefret ediyordu.
'Yorgunum, yorgun olduğumdan, böyle yorgunken'....
—Anneciğim sen yorulma, diye...
—Yemekte konuşuruz çocuğum.
Bankada işler yetişmedi.
Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım.
Hadi sen oyna biraz.
Hani siz yoruluyorsunuz ya...Eeee....
Bende oynamaktan yoruluyorum. Ne yapayım bilmem?
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler,
yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
Işıklar söndü birden.
Annesi öfkeyle söylenmeye başladı.
—Mum da yok! diye diye karıştırdı dolapları el yordamıyla.
Çocuk sırtüstü yatıp,
anneannesinin köyünü düşündü.
Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını.
Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne.
Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip
işaret parmaklarını yukarı kaldırarak
tavşan kafası yaptı.
''Bak deli tavşan'' diyerek parmaklarını oynattı.
Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı.
Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda.
Otlarla kuşlarla konuştu.
Sonra yorgun düştü.
Duvardaki görüntü minik avuçların açılmasıyla kayboldu.
Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı.
Sonra ışıklar geldi.
Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti.
Birden kanepeye koştu.
Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.
Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek.
Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini.
Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.
Çocuk sanki bir ipucu bekliyormuşcasına aralanan gözleriyle mırıldandı;
— İşin bitince beni sever misin anne? dedi.
Kadın,
sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.
******
Lütfen sevgimizi yarınlara ertelemeyelim.
Hayat telaşına kaptırıp
kendimizi, sevdiklerimizi ihmal etmeyelim.
Unutmayalım ki, yaşamın en güzel yanı sevgidir.
Unutmayalım ki yarın kimseye vaat edilmemiştir.
(kaynak:mailler)

Salı, Ekim 14, 2008

DERS ALMAK ÜÇ HİKAYE-ÜÇ DERS-BİR SÖZ



3. Hikâye
Geleceğini biliyordum…
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi.
Asker, en iyi arkadaşının az
ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
İnsanın başını bir saniye bile
siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.
Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada,
başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdinmi sen?
Gitmeye değer mi?
Baksana delik deşik olmuş.
Büyük bir ihtimalle ölmüştür.
Artık onun için yapabileceğin bir şey yok.
Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı.
İnanılması güçbir mucize gerçekleşti,
asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı.
Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü.
Birlikte siperin içine yuvarlandılar.
Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı.
Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim.
Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi,gözleri dolarak,değdi…
-Nasıl değdi?Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı.
Onun son sözlerini duymak,
dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…

3. Ders:
Güven vermek önemlidir.
Güven duymak önemlidir.
Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.


Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır.
En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir,
yoksa öldürülecektir.
Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır.
En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir,
yoksa aç kalacaktır.
Aslan veya ceylan olmanız fark etmez.
Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur.

Afrika Atasözü

Çok çalışmak, emek harcamak, güven vermek, sevmek ve paylaşmak
hayatın anlamlı olmasını sağlar.
Her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım dünyaya.
Unutmayın hayat uzun bir öyküye benzer.
Ancak öykünün uzun olması değil, iyi olması önemlidir.
Hep sevgiyle kalın…
(kaynak:mailler)

Pazartesi, Ekim 13, 2008

DERS ALMAK ÜÇ HİKAYENİN İKİNCİSİ


2. Hikâye
En iyi buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını
yine aynı çiftçi kazanmıştı.
Çiftçiye bu işin sırrı soruldu.
Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı,
kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz?
Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var;
rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır
ve tarladan tarlaya taşır.
Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek,
benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir.
Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam,
komşularımın daha iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

2. Ders:
Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar.
Sonra yayılarak devam eder.
Kin, cimrilik, nefret
kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.

Pazar, Ekim 12, 2008

DERS ALMAK ÜÇ HİKAYENİN BİRİNCİSİ



ÜÇ HİKÂYE - ÜÇ DERS - BİR SÖZ

1.Hikâye
Kavak Ağacı ile Kabak
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş.
Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.
Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş
ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş.
Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış
ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında
kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye,
soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış.
Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere,
iki ayda gelmeye çalıştığın için.
1.DERS:
Çalışmadan emek,
harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz.
Kolay kazanılan, kolay kaybedilir.
Her işte alın teri ve emek şarttır.
(devamı sonraki yazıda)

Cumartesi, Ekim 11, 2008

iLGINC BIR ZEKA TESTI :


BIR KAĞIT KALEM ALIP
AŞAĞIDAKI SORULARI TAM 1 DAKİKA İÇİNDE YANITLAMAYA ÇALIŞIN.
HER SORUYU `BİR` KEZ OKUYUN.
BİTİRİNCE YANITLARINIZI TOPLAYIN.
1. BAZI AYLAR 30, BAZILARI 31 CEKER;
KAÇ AYDA 28 GUN VARDIR?
2.DOKTORUNUZ SİZE 3 HAP VERİR
VE BUNLARI YARIMŞAR SAAT ARAYLA ALMANIZI TAVSİYE EDERSE,
İLAÇLARIN TAMAMINI BİTİRMENIZ NE KADAR SÜRER?
3.GECE SAAT SEKİZDE YATIYORUM
VE YATARKEN GUGUKLU SAATİMİ SABAH DOKUZA KURUYORUM
KAÇ SAAT UYURUM?
4.30`U YARIMA BÖLÜÜP 10 EKLEDİNİZ,KAÇ ETTİ?
5.BİR ÇİFTÇİNİN 17 KOYUNU VARDI.
SÜRÜDE SALGIN HASTALIK OLDU,
DOKUZU AĞIR HASTALANDI,
DİĞERLERİ ÖLDÜ. ÇİFTÇİNİN KAÇ KOYUNU VAR?
6.SADECE BİR TEK KİBRİTİNİZ VAR,
İÇİNDE BİR GAZ LAMBASI, BİR GAZ SOBASI
VE BİR DE MUM BULUNAN KARANLIK VE SOĞUK BİR ODAYA GİRDİNİZ...
ÖNCE HANGİSİNİ YAKARSINIZ?
7.ADAMIN BİRİ DİKDÖRTGEN BİÇİMINDE
VE HER CEPHESİ GÜNEY MANZARALI BİR EV İNŞA EDİYOR.
EVİ KOCAMAN BİR AYI ZİYARET EDERSE BU AYI NE RENK OLUR?
8.3 ELMA VARDI,İKİSİNİ ALDIM.KAÇ ELMAM VAR?
9.MUSA GEMİSİNE HER HAYVANDAN KAÇAR ADET ALDI?
10.CHICAGO`DAN HAREKET EDEN 43 YOLCULU BİR OTOBÜS KULLANIYORSUNUZ.
PITTSBURGH`DA 7 YOLCU BİNİP,5 YOLCU İNDİ.
CLEVELAND`DA 8 YOLCU İNDİ,
6 YOLCU TUVALETE GİDİP GELDİ VE 4 YENİ YOLCU BİNDİ.
20 SAAT SONRA PHILADELPHIA` YA VARDIĞINIZDA ŞOFÖRUN ADI NEYDİ?
TAM 1 DAKİKA İÇİNDE CEVAPLADINIZ DEĞİL Mİ?


ŞİMDİ YANITLAR:

1. HEPSİNDE, TÜM AYLARDA 28 GÜN VARDIR.
2. BİR SAAT
3. GUGUKLU SAATLER GECE GÜNDÜZ AYRIMI YAPMADIĞI İÇİN 1 SAAT.
4. 70 EDER, YARIMA BÖLMEK 2 İLE ÇARPMAK DEMEKTİR.
5. 9 CANLI KOYUN
6. KİBRİTİ
7. AYI BEYAZ OLUR. EVİN HER CEPHESİ GUNEYE BAKTIĞINA GÖRE BİNA KUZEY KUTBUNDADIR.
8. 2 ELMA
9. SIFIR, GEMİSİNE HAYVAN ALAN NUH İDİ.
10. ŞOFÖR SİZDİNİZ.

DEĞERLENDİRME:
10 DOGRU : EINSTEIN SEVİYESİ
9 DOGRU : TOPLUMLA UYUŞAMAYAN PSİKOLOJIK BOZUK VAKA
8 DOGRU : MUHENDİS
7 DOGRU : UNİVERSİTE OĞRENCİSİ
6 DOGRU : LİSE ÖĞRENCİSİ
5 DOGRU : ILKOKUL ÖĞRENCİSİ
4 DOGRU : ILKOKUL ÖĞRETMENİ
3 DOGRU : LİSE ÖĞRETMENİ
2 DOGRU : UNİVERSİTE PROFESÖRÜ
1 DOGRU : VATANDAŞ
0 DOGRU : MİLLETVEKİLİ

Perşembe, Ekim 09, 2008

ERKEKLER NE İSTER?



-Kadınların hiçbir şey istememesini ister .
-" Seni seviyorum " sözünü bir kez söylesin ,
karşı taraf bununla 20 sene idare etsin ister .
-Gökten yağmur değil kadın yağsın ister .
-Maçların 90 dakikadan 24 saate çıkarılmasını ister .
-Evli olmak ama bekar gibi yaşamak ister .
-Ölecekse skor yaparken ölmek ister .
-Bir bakışı canlar yaksın ister .
-Bütün kızları ellemek ,
el değmemiş bir kızla evlenmek ister .
-Gençliğinde annesinin , yaşlılığında kızının arkadaşlarını ister.
-Kadınları " Çocuklarımın anası, elimin kiri "
vs . sıfatlarla kategorize etmek ister .
-Aldatmak ve hoş görülmek ister .
-TV 'nin karşısında horlaya horlaya uyumak ister .
-Bütün kadınların " verici " ,
bir tek kendi kadınının "Sadıka Hanım " olmasını ister
-Bilimin bir gün erkeklerin kadınlardan daha zeki olduğunu
ortaya çıkarmasını ister.
-Kendi anlayışsızlığını örtbas etmek için
kadınların anlaşılmaz olduğu masalını dünyaya yaymak ister ..
-Bir kadınla sonuca varmak için
aşılması zorunlu olan
o kahrolası merhalelerin hiç olmamasını ister .
-Akıllı kadından hoşlanıyor görünmeyi ister ..
-Kadının kıt akıllısını ister .
-Kadının güzel bir süs bitkisi olmasını ister .
-Eskimiş(?) kadını peşinata sayıp
yenisini almayı ister .
-Romantizm denen
ve işleri zorlaştıran baş belasının
tez günde yok olmasını ister .
-Üst'lerinin erkek,
ast'larının da kadın olmasını ister .
-Ahçı, hizmetçi, anne, hemşire,
güzellik kraliçesi karışımı bir kadına sahip olmak ister .
-Para ya da bulunduğu konum sayesinde tavladığı kızların ,
ağarmış saçlarına aşık oldukları masalına inanmak ister ..
-Ne evdekinden, ne ötekinden vazgeçmek ister .
-Dünyadaki bütün kadınları ister ...
-Verseniz de yetinmez , Mars'takileri de ister .
(kaynak:mailler)

Çarşamba, Ekim 08, 2008

FARK ETMELI INSAN




Farkı farketmeli,
farkettiğini de farkettirmemeli bazen...
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını farketmeli.
Anne karnına sığarken
dünyaya neden sığmadığını
ve en sonunda bir metre karelik yere
nasıl sığmak zorunda kalacağını farketmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın,
ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu farketmeli.
Henüz bebekken
'Dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,
ölürken de aynı avuçların
'her şeyi bırakıp gidiyorum işte!'
dercesine apaçık kaldığını farketmeli.
Ve kefenin cebinin bulunmadığını farketmeli.
Baskın yeteneğini farketmeli sonra.
Azraillin her an sürpriz yapabileceğini,
nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan
Hayvanların yolda ,kaldırımda,çöplükte
ama kendisinin güzel hazırlanmış
mükellef bir sofrada yemek yediğini farketmeli.
Yaratılmışların en güzeli olduğunu farketmeli
ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni
dikenin hemen yanı başındaki gülü farketmeli.
Evinde kedi,köpek beslediği halde
çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını farketmeli.
Eşine 'seni çok seviyorum!' demenin
mutluluk yolundaki müthiş gücünü farketmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin
sadece üçünü giydiğini
ama arka sokaktaki komşusunun
o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu farketmeli.
Zenginliğin ve bereketin
sofradayken
önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini farketmeli.
Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını
ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini farketmeli,
farketmeliyiz çok geç olmadan.....
Ömür dediğin üç gündür,
dün geldi geçti yarın meçhuldür...

O halde ömür dediğin bir gündür,o da bugündür....

(Can Yücel)

Salı, Ekim 07, 2008

İYİ OL....



İyi ol fakat çok iyi olma.
Birazcık huysuz ol fakat çok değil.
İçinden geliyorsa dua et.
Eğer sana rahatlık veriyorsa arada bir küfür de et.
Etrafındakilere mümkün olduğunca dostça davran, müşfik ol.
Eğer bir gün kötü davranmanı gerektirecek bir durum karşısında kalırsan;
bağır, çağır, kır, dök ve unut!
Her zaman ve her yerde eline geçen bütün saadeti yakala,
en ufak bir parçanın bile kaçmasına izin verme.
Yaşa herşeyden önce,
yaşa ve sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş olduğun için,
laf olsun diye günlerini geçirme.
Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan;
bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev!
Hayatını o şekilde yaşa ki;
her an kendi elini sıkabilesin
ve her gün faydalı olan, hiç olmazsa bir şey yap ki;
gecelerin yaklaşırken örtüleri üzerine çekip
kendi kendine "Ben elimden geleni yaptım"
diyebilesin.
Düşüncelerin neyse hayatın da odur.
Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir.

William Shakespeare.....

Pazartesi, Ekim 06, 2008

BİR ÖLÇÜDÜR DÜRÜSTLÜK


Büyükannemle büyükbababma göre iki tür insan vardı:
Dürüst ya da değil.
Oturma odalarında asılı duran çerçevede,
şu basit cümle yer alırdı:
"Yaşam,tarlaya yeni yağmış olan kara benzer.
Adımlarım,nerede yürüdüğümü gösterir."
Onlar,dürüstlüğün,
doğru yolu bulmak için gereken
en önemli ahlaki değer olduğunu
içgüdüsel olarak bilirlerdi.
Dürüstlük,kendi davranışlarınızı yargılamak için
kullanmanız gereken bir ölçümdür.
Ne yazık ki günümüzde dürüstlük
ender bulunan bir erdem ve gittikçe de yok oluyor.
Ama bu erdem,
her toplumdaki en alt sınırı oluşturur.
Ve sorgulamamız gereken bir değerdir.
Sorgulamanın bir yolu,
benim "dürüstlük üçlemesi"
olarak nitelendirdiğim bu testi uygulamak olabilir.
Kişisel baskı karşısında bile,
inandığınız değerlere sıkı sıkıya bağlı kalın.
Cerrahi serviste çalışan bir hemşirenin,
hastanedeki ilk günüyle ilgili bir öykü vardır.
Bir batın ameliyatı öncesi,
ameliyathanede bulundurulması gereken
tüm tıbbi araç gereçlerden sorumluydu.
Ameliyat biterken,hemşire,cerraha
"11 tampon çıkarttınız,
oysa 12 tane kullanmıştık,
sonuncuyu bulmamız gerek."dedi.
Doktor"Hepsini çıkarttım."dedi.
"Bunu yapamazsınız."
diye karşı çıktı hemşire.
"Hastayı düşünün."
Doktor gülümseyerek ayağını kaldırdı,
kaybettikleri tampon orada duruyordu.
"Siz gerek bu hastanede
gerekse başka yerlerde çok başarılı olacaksınız."
dedi hemşireye.
Haklı olduğunuzda,
sonuna dek savaşım verin.
Herkese,hakkı olan değeri verin.
Sizden daha iyi fikirleri oalnlardan
ya da daha zeki olanlardan çekinmeyin.
Bir reklam şirketinin kurucusu,
çalışanlarına,birbirlerinin içine giren
altışar tahtadan Rus bebeği gönderdi.
İletmek istediği ileti,
en küçük bebeğin içinde gizliydi.
"Eğer hepimiz,
kendimizden küçük insanları işe alırsak,
cüce bir şirkete dönüşürüz.
Ama eğer,
kendimizden büyük insanları işe alırsak,
şirketimiz devleşir."
Ve şirketin geldiğinokta da bu oldu.
Gerçekten kim olduğunuz hakkında
açık ve dürüst olun.
Gerçek değerlerden yoksun olan insanlar,
kendilerini iyi duyumsayabilmek için,
dış görünüşlerine daha çok önem verirler.
Bu maskelerini korumak için,
ellerinden geleni yaparlar;
ama öte yandan
erdemlerini ya da
karakter özelliklerini geliştirmek için
çaba göstermezler.
Kendiniz olun.
İnsanların hoşlanacağı bir maskenin arkasına
gizlenmeyin.
Yaşamın zorluklarına karşı
ve gerçeklerle yüzleşmek konusunda
gerçek bir erişkin gibi davranın.
Kendine saygı ve iç huzuru,
dürüstlüğü oluşturan önemli faktörlerdir
ve çevrenizdekilerle ilişkilerinizi
güçlendirmeye yararlar.
Dürüstlük,
modaya uymak için değil,
yalnızca doğru olduğuna inandığınız
ve bu yüzden yaptığınız her şeydir.
İlkelerine bağlı olarak yaşayan insanlar
her zaman başarıya ulaşırlar.

Cumartesi, Ekim 04, 2008

BİR ÖĞRENCİNİN KENDİ KENDİSİYLE KONUŞMALARI

Vicdan üzerine bir yazı....
Pazar günü sabah uyanıyorum.
Pazartesi günü için yetiştirmem gereken ödevler
ve girmem gereken bir yazılı sınav var.
İçimden şöyle diyorum:
Önce kahvaltı yapayım,sonra oturup çalışmaya başlarım."
Kahvaltım bitiyor;güne hazırım.
Şimdi de içimden bir ses:
"Biraz televizyon izle,
güzel bir kovboy filmi var,sonra oturur çalışırsın."diyor.
İçimdeki sesi dinliyorum;filmi izliyorum.
Film bitince oturup çalışmaya başlayacaktım ama
şimdi de içimdeki ses:
"Dışarı çık biraz dolaş,biraz hava alırsın,
bir kaç arkadaşınla görüş iyice açılırsın
sonra da gelip güzel güzel dersini çalışırsın."diyor.
Ben de dışarı çıkıyorum,
şöyle birkaç saat dolaşıyorum,rahatlıyorum.
Eve döndüğümde yine aynı ses:
"Biraz bilgisayar oyunu oyna,
sonra kahve içersin sabaha kadar oturup çalışırsın,
sabaha kadar daha çok zamanın var."diyor.
Ben de öyle yapıyorum,
bilgisayarın başından kalktığımda saat oniki,
sabaha çok az kaldı bu saatten sonra oturup
ders de çalışamam, ama çalışmadığım için rahat rahat
uyuyamam da. içimdeki sesin oyununa geldim,
bile bile lades dedim. her seferinde
böyle oluyor; "düşünüyorum ama yapmıyorum",
erteliyorum. aslında şunun farkettim ki içimde
iki ses var; biri hep ertelememe neden olan ses,
öteki her ertelediğimde yanlış birşey yaptığımı
bana bildiren ses. bundan böyle yanlış bir şeyi
yaptığımı bana bildiren sese kulak vermeliyim,
yoksa çok geç kalacağım. beni huzursuz eden de
huzurlu kılan da kendi kararlarım. kararlarımı
huzurlu, uyumlu birey olma yönünde vereceğim.
kendimle barışık kalabilmek için beni boşluğa,
çaresizliğe iten sese değil, sabırla etkinlikte
bulunmaya iten sese kulak vermem gerek. başarısızlık
kaderim olmayacak, çünkü ben kendimi şu anda
olduğumdan başka türlü var edebilecek güce,
yeteneğe sahip biriyim. "yapmayı düşünmek" ile
"yapmak" arasındaki farkı biliyorum, vicdanımı
rahatsız eden de bu zaten, bu yüzden artık yapacağım.
"yapıyorum, öyleyse varım."

Cuma, Ekim 03, 2008

ÜMİT

Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı.
Bütün köy ahalisi toplandı. İçlerinden birinde şemsiye vardı.
Bu inançtır.

Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır.
Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler.
Çünkü babaları onu tutacaktır.
Bu güvendir.

Yatağımıza girerken
yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair teminatımız yoktur.
Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız.
Bu ümittir.

İnancınızı, güveninizi, ümidinizi hiç kaybetmemeniz dileğiyle...