Cumartesi, Kasım 28, 2009
AFFETMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ
Bir lise öğretmeni
bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:
"Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?"
Öğrenciler
çok sevdikleri hocalarının bu teklifini
tereddütsüz kabul ederler.
"O zaman" der öğretmen:
"Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin"
Öğrenciler bunu da yaparlar.
"Şimdi yarınki ödevinize hazır olun.
Yarın hepiniz birer plastik torba
ve beşer kilo patates getireceksiniz!"
Öğrenciler , bu işten pek birşey anlamamışlardır.
Ama ertesi sabah
hepsinin sıralarını üzerinde
patatesler ve torbalar hazırdır.
Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine
şöyle der öğretmen:
"Şimdi,
bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz
her kişi için bir patates alın,
o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp
torbanın içine koyun."
Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken,
bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.
Öğretmen,
kendisine "Peki şimdi ne olacak?"
der gibi bakan öğrencilerine
ikinci açıklamasını yapar:
"Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin,
bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız.
Yattığınız yatakta,
bindiğiniz otobüste,
okuldayken sıranızın üstünde
hep yanınızda olacaklar."
Aradan bir hafta geçmiştir.
Hocaları sınıfa girer girmez,
denileni yapmış olan öğrenciler
şikayete başlarlar:
"Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor."
"Hocam, patatesler kokmaya başladı.
Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık."
"Hem sıkıldık, hem yorulduk?"
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:
"Görüyorsunuz ki,
affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz.
Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz.
Affetmeyi
karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz,
halbuki affetmek
en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.
Alıntı....(maillerden)
Perşembe, Kasım 26, 2009
Zenginlik çok şeye sahip olmak değil az şeye ihtiyaç duymaktır.
Mina Urgan demiş ki; "Ben sahip olduklarımın tadını çıkarmayı öğrendim hayatta. Sahip
olamadıklarımın ve olamayacaklarımın acısına ise ayıracak zamanım yok.
Hayat çok kısa."
... daha çok şeye ihtiyaç duymak değil, varolanla yetinebilmeyi başarmak onemli olan...
Charlotte kuralı
Charlotte, Paris'te yaşayan çok güzel bir kızdır. O kadar güzeldir ki,
sarı saçları şelaleler gibi omuzlarından kollarına dökülür.
Boyu upuzun, bacakları upuzundur. Bir reklam ajansında, müşteri
temsilcisi olarak çalışır. İyi para kazanır. Ailesi çok varlıklıdır
hatta. Geçen yaz, Güney Fransa'daki malikánelerini, Brad Pitt-Angelina
Jolie çiftine kiralamışlardı. Hatta, "Geldiğimizde evde,
hizmetlilerden başka kimse olmasın" diye tembihlemelerine rağmen,
Charlotte gidişini muzipçe geciktirmiş ve bu meşhur çiftle tanışmıştı.
Bense Charlotte'u geçen hafta Paris'te tanıdım. Şu ana kadar, fütursuz
bir roman girişi gibi gelişen bu bilgileri almanız, kuralı
sorgulamamanız açısından önemli.
Paris'te, bir arkadaşım beni Charlotte'un evine davet etti.
Bilirsiniz, insanlar birbirlerinin hayatını merak eder, fark etmeden
ve ettirmeden incelerler. Hatta benim en sevdiğim şeylerden biri,
sokakta, perdeleri sonuna kadar açık evlere ve orada yaşananlara şahit
olmaktır. İnsanın içi, insanlığa ısınır. Dersin ki, "Oh.... Üç aşağı
beş yukarı aynı şeyler işte!" Ben de, böyle gözlerle incelemeye
başladım biraz önce tanıdığım bu güzel Fransız kızın hayatını.
Herkesin evinden yola çıkıp, kendisine varmak mümkün.
Fakat bu evde bir tuhaflık vardı. Her şeyden çok az vardı bu evde..
Gerektiği kadar. Mesela, bir şampuan bir sabun. Küvetin kenarında öyle
yalnız başlarına... (Birbirleriyle uzun zamandır konuşmadıklarına
eminim.) Minnacık bir dolap. İçinde birkaç elbise kazak. Altı yedi
ayakkabı. İki dvd. Beş cd. Ipod. Dört bardak, birkaç tabak. Birkaç
mum. En fazla on tane kitap. Hiç ruj yok! Çantasındaymış. Zaten
lipstick o da... Hayatta bazen, birleştirdiğin kalıpların tamamen dışı
bileşimler olur da, şaşakalırsın ya. Başa dönersin ya. Bir yerde bir
hesaba, olmazsa olmaz diye eklediğin bir kalem birdenbire, tek bir
örnekle, kendini siler ya. Öyle oldu bana. Gözlerindeki silik eyeliner
dışında, süsü de yok bu kızın. Peki bu kız nasıl böyle kız oldu? Nasıl
böyle sade kaldı? Kadın oldu? Dışarıda bu kadar az şeyle, içi çok
oldu? Anlayamadım. Çözemedim. Ona zaten banyosunu gördükten sonra,
"miss simplicity" adını takmıştım hemen. Bayan Sadelik.. Beni şaşırtan
şey, aynı zamanda modellik yapacak kadar güzel ve havalı, aynı zamanda
varlıklı bir kızın bu hayat seçimi. Olağanüstü... Kendi hayatım, arı
kovanı gibi başımda vızıldamaya başladı. Paris sokaklarında beni takip
edip durdu bu arılar. Tek çöp bir şey alamadım. Hep sordum: buna
gerçekten ihtiyacım var mı? Buna benzer, aynı işi gören bir şeyim var
mı?... Koca koca alışveriş merkezleri, bizi kandırmak için
birbirleriyle iddiaya girmiş ahtapotlar gibi gelmeye başladı. Kaçtım,
kaçtım, saklandım.
Sahip olduklarımın,yarısından fazlasına ihtiyacım oktu.
Hayatı ağırlaştıran şey, seçim çokluğu.
Az şey kadar güzeli yok. Gereği yok.
Sonumuz belli.
Banyoda bütün ürünler, dopdolu şişelerle birbirlerini köpürtürken, hiç giymediğimiz kazaklar
lüzumsuzca dizilmiş t-shirt'lere dolapta el şakası yaparken, hiç açılmamış kitaplar kendi kendilerine konuşurken... Biz orada
olmayacağız. Üstelik onlar da, boşu boşuna bizden başka kimsenin
olmamış olacak.
Anladınız değil mi Charlotte kuralını.
Ben de sözü geçenlerde yakın bir arkadaşımdan duyduğum ve sevdiğim bir sözle bitireyim.
Zenginlik çok şeye sahip olmak değil az şeye ihtiyaç duymaktır.
(kaynak:mailler)
olamadıklarımın ve olamayacaklarımın acısına ise ayıracak zamanım yok.
Hayat çok kısa."
... daha çok şeye ihtiyaç duymak değil, varolanla yetinebilmeyi başarmak onemli olan...
Charlotte kuralı
Charlotte, Paris'te yaşayan çok güzel bir kızdır. O kadar güzeldir ki,
sarı saçları şelaleler gibi omuzlarından kollarına dökülür.
Boyu upuzun, bacakları upuzundur. Bir reklam ajansında, müşteri
temsilcisi olarak çalışır. İyi para kazanır. Ailesi çok varlıklıdır
hatta. Geçen yaz, Güney Fransa'daki malikánelerini, Brad Pitt-Angelina
Jolie çiftine kiralamışlardı. Hatta, "Geldiğimizde evde,
hizmetlilerden başka kimse olmasın" diye tembihlemelerine rağmen,
Charlotte gidişini muzipçe geciktirmiş ve bu meşhur çiftle tanışmıştı.
Bense Charlotte'u geçen hafta Paris'te tanıdım. Şu ana kadar, fütursuz
bir roman girişi gibi gelişen bu bilgileri almanız, kuralı
sorgulamamanız açısından önemli.
Paris'te, bir arkadaşım beni Charlotte'un evine davet etti.
Bilirsiniz, insanlar birbirlerinin hayatını merak eder, fark etmeden
ve ettirmeden incelerler. Hatta benim en sevdiğim şeylerden biri,
sokakta, perdeleri sonuna kadar açık evlere ve orada yaşananlara şahit
olmaktır. İnsanın içi, insanlığa ısınır. Dersin ki, "Oh.... Üç aşağı
beş yukarı aynı şeyler işte!" Ben de, böyle gözlerle incelemeye
başladım biraz önce tanıdığım bu güzel Fransız kızın hayatını.
Herkesin evinden yola çıkıp, kendisine varmak mümkün.
Fakat bu evde bir tuhaflık vardı. Her şeyden çok az vardı bu evde..
Gerektiği kadar. Mesela, bir şampuan bir sabun. Küvetin kenarında öyle
yalnız başlarına... (Birbirleriyle uzun zamandır konuşmadıklarına
eminim.) Minnacık bir dolap. İçinde birkaç elbise kazak. Altı yedi
ayakkabı. İki dvd. Beş cd. Ipod. Dört bardak, birkaç tabak. Birkaç
mum. En fazla on tane kitap. Hiç ruj yok! Çantasındaymış. Zaten
lipstick o da... Hayatta bazen, birleştirdiğin kalıpların tamamen dışı
bileşimler olur da, şaşakalırsın ya. Başa dönersin ya. Bir yerde bir
hesaba, olmazsa olmaz diye eklediğin bir kalem birdenbire, tek bir
örnekle, kendini siler ya. Öyle oldu bana. Gözlerindeki silik eyeliner
dışında, süsü de yok bu kızın. Peki bu kız nasıl böyle kız oldu? Nasıl
böyle sade kaldı? Kadın oldu? Dışarıda bu kadar az şeyle, içi çok
oldu? Anlayamadım. Çözemedim. Ona zaten banyosunu gördükten sonra,
"miss simplicity" adını takmıştım hemen. Bayan Sadelik.. Beni şaşırtan
şey, aynı zamanda modellik yapacak kadar güzel ve havalı, aynı zamanda
varlıklı bir kızın bu hayat seçimi. Olağanüstü... Kendi hayatım, arı
kovanı gibi başımda vızıldamaya başladı. Paris sokaklarında beni takip
edip durdu bu arılar. Tek çöp bir şey alamadım. Hep sordum: buna
gerçekten ihtiyacım var mı? Buna benzer, aynı işi gören bir şeyim var
mı?... Koca koca alışveriş merkezleri, bizi kandırmak için
birbirleriyle iddiaya girmiş ahtapotlar gibi gelmeye başladı. Kaçtım,
kaçtım, saklandım.
Sahip olduklarımın,yarısından fazlasına ihtiyacım oktu.
Hayatı ağırlaştıran şey, seçim çokluğu.
Az şey kadar güzeli yok. Gereği yok.
Sonumuz belli.
Banyoda bütün ürünler, dopdolu şişelerle birbirlerini köpürtürken, hiç giymediğimiz kazaklar
lüzumsuzca dizilmiş t-shirt'lere dolapta el şakası yaparken, hiç açılmamış kitaplar kendi kendilerine konuşurken... Biz orada
olmayacağız. Üstelik onlar da, boşu boşuna bizden başka kimsenin
olmamış olacak.
Anladınız değil mi Charlotte kuralını.
Ben de sözü geçenlerde yakın bir arkadaşımdan duyduğum ve sevdiğim bir sözle bitireyim.
Zenginlik çok şeye sahip olmak değil az şeye ihtiyaç duymaktır.
(kaynak:mailler)
Cumartesi, Kasım 21, 2009
BRAIN DAMAGING HABITS (Beyine zarar veren alışkanlıklar)
1. (Kahvaltı etmemek)
(Kahvaltı etmeyen kişiler,
düşük bir kan şekeri seviyesine sahip olur.
Bu durum
beyin için yetersiz besin tedarik edilmesine
ve sonunda beyin dejenerasyonuna yol açar.).
2 . (Aşırı ısınma)
(Beyin arterlerinin sertleşmesine neden olarak,
zihin gücünün azalmasına yol açar).
3. (Sigara içmek)
(Çoklu beyin büzülmesine neden olur
ve Alzheimer hastalığına yol açabilir).
4.(Yüksek şeker tüketimi)
(Çok fazla şeker
proteinlerin ve besinlerin emilmesini durdurur
ve dengesiz beslenmeye neden olur
ve beynin gelişmesine engel olabilir.)
5. (Hava kirlenmesi)
(Beyin vücudumuzda en çok oksijen tüketen organdır.
Kirli havanın teneffüs edilmesi,
beyne giden oksijeni azaltır
ve beynin veriminde düşüş yaratır).
6 . (uyku yetersizliği)
(Uyku beynimizin dinlenmesini sağlar.
Uykudan uzun vadeli yoksunluk
beyin hücrelerinin ölmesini hızlandırır.)
7. (Uyurken kafayı örtmek)
(Kafayı örterek uyumak,
karbondioksit konsantrasyonunu arttırır
ve beyne hasar veren etkilere yol açabilir.)
8. (Hastalık sırasında beyni çalıştırmak)
(Hasta iken çok çalışmak veya öğrenmek
beyin etkenliğinin azalmasına yol açabilir
ve ayrıca beyne hasar verebilir.)
9. (Uyarıcı düşüncelerde eksiklik)
(Düşünmek beyin jimnastiği için en iyi yoldur,
beyni uyaran düşüncelerin eksikliği
beyin daralmasına yol açabilir.
Çapraz bulmaca ve Sudoku iyi egzersiz sağlar.)
10. (Az konuşmak)
(Zihinsel sohbetler beynin etkinliğini geliştirir.)
(Karaciğer hasarının ana nedenleri:)
1. Çok geç uyuma ve çok geç kalkma.)
2. (Sabahları çiş yapmamak)
3. (çok fazla yemek)
4. (Kahvaltıyı atlamak)
5. (Çok fazla ilaç tüketmek)
6.(Çok fazla koruyucu, gıda katkısı,
gıda boyası ve yapay tatlandırıcı tüketmek)
7. (Sağlıksız pişirme yağı tüketmek)
(İçinde en iyi pişirme yağı olan zeytinyağı bile olsa,
kızartma yaparken mümkün olduğunca pişirme yağını azaltın.
Yorgun olduğunuzda,
eğer vücudunuz formda(zinde)
değilse kızarmış gıdalar tüketmeyin.)
8. [Çiğ (veya fazla pişmiş) gıdaların da tüketilmesi
karaciğere ağır yük olur.
Sebzeler çiğ veya 3-5 kısım pişirilerek yenmelidir.
Kızarmış sebzeler bir öğünde bitirilmeli,
saklanmamalıdır.]
(Kansere en çok neden olan 5 gıda)
1. (Sosisli sandviç)
(Zira içinde çok fazla nitrat vardır.
Kanser koruma koalisyonu,
çocukların ayda 12 adetten fazla
sosisli sandviç yememelerini önermektedir.
Sosisli sandviçsiz yapamıyorsanız,
sodyum nitratsız yapılan cinsini satın alın.)
2. (İşlenmiş et ve domuz pastırması)
(Sosisli sandviçte,
domuz pastırmasında
ve diğer işlenmiş etlerde bulunan
aynı yüksek sodyum nitrat
aynı şekilde kalp hastalığı riskini yükseltir.
Domuz pastırmasında doymuş yağın
aynı şekilde kanserde payı olur.)
3. (yağda kızarmış şekerli çörek veya lokma)
(Lokmalar kansere yol açan çiftli dertlerdir.
Birincisi, bunlar beyaz undan,
şekerden ve hidrojene yağdan yapılır,
sonra yüksek ısıda kızartılır.
Bunlar,
belki de kanser riskini arttırmak için yiyebileceğiniz
en kötü yiyecektir.
4. (kızarmış patates)
(Lokmalar gibi,
kızarmış patates de hidrojene yağdan yapılır,
sonra yüksek ısıda kızartılır.
Bunlar ayrıca,
kızarma işlemi sırasında ortaya çıkan
ve kansere neden olan akrilamid maddesini de içerir.
Bunlara “French fries” değil,
“kanser fries” olarak çağırılmalıdır.)
5. (Cips, kraker ve kurabiye, bisküi)
(Tümü genellikle beyaz un ve şekerden yapılır.
Etiketinde “trans yağlar içermez” yazılı olsa bile,
genellikle az miktarda trans yağ vardır.)
(kaynak:mailler)
Cuma, Kasım 20, 2009
AZMİN ZAFERİ
Timurlenk bir savaşta kaybeder
ve düşmandan kaçarken bir mağaraya sığınır.
Orada:
"Benim için her şey bitti artık."
diye kara kara düşünmeye başlar.
Derken Timurlenk'in gözü
mağarada bulunan bir karıncaya takılır.
Karınca bir parça ekmeği alır
ve duvara tırmanmaya çalışır.
Fakat her seferinde düşer.
Bıkmadan usanmadan karınca
on iki defa dener
ve on üçüncü denemesinde
duvara tırmanmayı başarır.
Bu olayı gören Timurlenk
karıncadan büyük bir ilham alır
vebütün gücünü toplayarak
mağaradan dışarı çıkar.
Ordusunu etrafına toplar
ve askerlerini motive ederek
yeniden savaşa hazır hale getirir.
Bu motivasyonla savaşa başlayan Timurlenk
ve ordusu savaşı kazanır.
(kaynak:1001 büyülü söz)
Salı, Kasım 17, 2009
Elvis Presley
bir rock yıldızı olmak için
yola çıktığında müzik yapımcıları ona:
"En iyisi sen kamyon şoförlüğüne devam et."
demişlerdi.
Buna rağmen Elvis Presley pes etmemiş,
milyonlarca kitleyi
kendisine bağlayan bir star olmayı başarmıştır.
Einstein 4 yaşına kadar konuşamamış,
aynı zamanda derslerinde
çok başarısız olduğu gerekçesiyle
okuldan atılmıştı.
Oysa
hayal dünyasının derinliklerinde dolaşmaya devam etti
ve yaptığı icatlarla yüz yıla ışık tuttu.
Müzik öğretmenleri Beethoven'a
besteci olmasının
imkansız olduğundan bahsederdi.
Fakat Beethoven
tüm söylenenlere kulaklarını tıkadı,
çalışmalarına devam etti,
sonra inanılmaz bestelere imza attı;
üstelik bu bestelere imza attığı sırada
kulakları duyma işlevini
neredeyse tamamen kaybetmişti.
Charles Dickens'in
bir yazar olamayacağı düşüncesiyle
bir çok kişi onu geri çevirmişti.
Oysa onun kitapları şimdi
birçok dilde yayımlanmış,
milyonlarca okuyucuya ulaşmıştır.
Başarıyı ancak
düştüm denilen zamanda
yeniden kalkabilme cesaretini gösterenler hakedecektir.
Hepimizin hayatında zorluklar yaşanacak,
biz istemesek de
karşımıza çeşitli engeller çıkacaktır.
Dünyanın neresinde olursak olalım,
nasıl bir aileden gelirsek gelelim
ve maddi durumumuz nasıl olursa olsun
hiç fark etmez.
Hepimizin hayatında
başarısız olduğu denemeler
muhakkak ki olacaktır.
Önemli olan bunları nasıl yorumladığımız.
Başarı deneyimler sonucu
deneyimler de başarısızlıklar sonucu kazanılır.
Unutmayalım ki
hedefe ulaşmak için girişilen mücadele
ne kadar büyük olursa
kazanılan başarı da
o denli BÜYÜK olacaktır.
(kaynak:1001 büyülü söz)
Cumartesi, Kasım 14, 2009
AFFETMEK...
Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek.
Başkalarını affettiğimizde biz özgürleşiriz.
Nefret yaşamdan zevk almamızı,
insanların güzel yanlarını görmemizi engeller.
Hiç kimse saf iyi ya da saf kötü değildir.
Salt kötülükleri görmek bir süre sonra şüphe,
depresyon ve umutsuzluk denizinde boğar insanı.
Nefret dolu bir yaşam, mutsuz bir yaşamdır.
Affetmek insanı derinleştirir.
Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak
kendisini hazır hissetmesi gerekir.
Çünkü affetmek bir seçimdir.
Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir.
Affetmek bir süreçtir.
Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.
Affetmeyi seçtiğinizde kimse size borçlanmayacaktır.
Yani koşullu affetme yoktur.
Diğer insanın da sizi affetmesini,
değişmesini veya sizin istediğiniz gibi olmasını beklemeyin.
Affetmek bir seçimdir.
Amacı sizin rahatlamanızdır, sizin özgürleşmenizdir.
Nefret duyduğunuz kişinin yaşıyor ya da ölmüş olması
sizin affetme sürecinde duyduğunuz acıların yoğunluğunda
bir farklılık yaratmayacaktır.
O acılar sizin acılarınız.
Affetmek kolay değildir.
Fakat özgürleşmek için gereklidir.
Çoğu insan affetmenin
nefret ettiği kişiyi
suçsuz ya da haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır.
Oysa affetmek,
geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak,
yaşamımızı kontrolü altında tutmasına son vermek demektir.
Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi hakli bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.
Affetmek kırgınlığın, kızgınlığın,
nefretin hapishanesinden özgürlüğe çıkmaktır.
Affetmek artık acıyı hissetmemektir.
(alıntıdır)
(kaynak:mailler)
"Her yeni günü sevinçle karşılıyor,
sevgiyle uğurluyorum.."
Salı, Kasım 10, 2009
Cumartesi, Kasım 07, 2009
Sigara içeni köpek ısırmaz
Çünkü yanında baston taşır
Evine hırsız girmez
Çünkü sabaha kadar öksürür
Üzerine sinek konmaz
Çünkü buram buram nikotin kokar
Fazla yorulmaz
Çünkü yorulunca tıkanacağını bilir
Yürümek için zorlanmaz
Çünkü tekerlikli iskemlede gezdirilir
İhtiyarlamaz
Çünkü genç yaşta ölür
Sigara içenlerin yüzüne renk gelir
Çünkü dişleri ve bıyıklari sapsarı olur
Vücütları bir kuş gibi hafifler
Çünkü ileri dönemdeki
dolaşım bozukluğundan ötürü
önce parmakları,
sonra da el ve ayakları kesilir...
(kaynak:mailler)
Perşembe, Kasım 05, 2009
HAYATA BİR DE GENİŞ PENCEREDEN BAK
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)