Cuma, Haziran 21, 2013

YAZININ BAŞLANGICI


Gerçek tecrübelerin,
iyi kullanıldıkları zaman insanlara kazandırdıkları.

Steve Jobs’ın
ünlü Stanford konuşması
3 Ağustos 2006

Apple’ın patronu Steve Jobs,
12 Haziran 2005′te,
Stanford Ünivesitesi’nin diploma töreninde
bir konuşma yapmıştı.
Bu konuşma,
bir CEO’nun hayata dair tespitlerini
ve gençlere yönelik önerilerini içeren yönüyle
uzun süre konuşulmuştu.
Bu konuşmanın Türkçe tam metnine,
Bütün Dünya dergisinin
Haziran 2006 sayısında da rastladım.
Okumayanlar için sitede yer vermeye karar verdim.
Bu metni herkes okumalı,
özellikle Mac dünyasıyla yeni tanışanların
Steve Jobs’ı daha yakından tanımaları için
iyi bir fırsat.
Çeviri Pelin Hazar tarafından yapılmış.
Steve Jobs’ın konuşması şöyle:
“Bugün burada,
dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin
diploma töreninde
sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum.
Ben üniversiteden mezun olmadım.
Gerçeği söylemek gerekirse,
üniversite mezuniyetine en yakın olduğum an,
şu andır.
Bugün size kendi yaşamımdan
üç öykü anlatmak istiyorum.
Tüm konuşmam,
bu üç öyküden oluşacak.
Yalnızca üç öykü…
Fazla bir şey anlatacak değilim…

                       “Birinci öyküm,
 ‘Noktaları birleştirmek’ konusundadır:
“Altı ay okuduktan sonra
Reed Üniversitesi’ni bıraktım.
Fakat gerçek anlamda bırakmadan önce,
On sekiz ay kadar daha gidip gelmeye devam ettim.
Peki sonra neden yarıda bıraktım bu üniversiteyi?
“Aslında her şey,
ben doğmadan önce başlamıştı.
Biyolojik annem,
açıkca söyleyeyim,
yani beni dünyaya getiren annem,
evlenmemiş genç ve güzel bir doktora öğrencisiydi.
İstenmeden dünyaya gelen’ bebeğini
evlatlık vermekten başka bir çaresi yoktu.
Ancak bir koşulu vardı:
Beni evlatlık olarak almak isteyen ailenin,
kesinlikle üniversite mezunu olmasını istiyordu.
“İstediği gibi bir aileyi,
ben doğmadan önce bulmuştu.
Bir avukat ve eşiyle anlaşmış,
doğar doğmaz beni
evlatlık olarak onların alması için
her şeyi önceden ayarlamıştı.
Fakat annem, bir konuyu hesap etmemişti.
Onların aslında,
bir kız bebek istediklerini
galiba pek anlamamıştı.
Bu yüzden,
bekleme listesindeki ailem
gece yarısı telefonda
‘Bir erkek bebeğimiz oldu;
onu almak ister misiniz?’
diye soran bir sesle karşılaşınca,
biraz burukça bir ‘Elbette’ yanıtı verdiler.
“Biyolojik annem sonradan,
yeni annemin hiçbir zaman
üniversiteden,
yeni babamın ise liseden mezun olmadıklarını öğrendi.
Evlatlık verme işlemiyle ilgili
yasal kağıtların sonuncusunu imzalamayı
bu nedenle reddetti.
Fakat yeni ailem,
beni kesinlikle
üniversiteye gönderecekleri konusunda kesin söz verince, annemi yumuşatabildi.
“O günden on yedi yıl sonra üniversiteye başladım.
Fakat tuttum,
saf saf, burası gibi,
Stanford Üniversitesi gibi,
pahalı bir üniversiteye girdim.
“İkisi de çalışan kişiler olan,
yani işçi sınıfından olan, annem ve babam,
ellerine avuçlarına geçen paranın
hemen hemen tümünü
benim üniversite öğrenimim için harcıyorlardı.
“Altı ay sonra,
kara kara düşünmeye başladım ve
‘Bu işin böyle gideceği yok’
dedim kendi kendime.
“Bir şeyler yapmalıydım ama,
ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Yaşamımı nereye yönelteceğim
ve bu yolda üniversitenin bana
nasıl yardımcı olabileceği konusunda
hiçbir fikrim yoktu.
Burada,
annem ve babamın
yaşamları boyunca biriktirdikleri
tüm parayı harcıyordum.
Buna hakkım da yoktu.
“Bu düşünceler altında
üniversiteden ayrılmaya karar verdim.
Üniversite öğrenimi yapılmadan da
 yaşamda başarılı olunabileceğine
kendimi inandırmaya çalıştım.
“Ve bunda başarılı da oldum.
Kendimi buna inandırabildim.
Bu kararım o zaman oldukça korkutucuydu ama…
Şimdi bakıyorum da,
yaşamımda verdiğim
galiba en iyi kararlardan biriydi, o kararım.
“Üniversiteden ayrıldığım an,
beni hiç ilgilendirmeyen
zorunlu dersleri almaktan kurtuldum
ve ilgimi çeken derslere girmeye başladım.
“Bu durum,
kararımın güzel yönüydü ama,
bir de güzel olmayan yönü vardı kararımın.
Örneğin,
öğrenci yurdundaki rahat yaşamımdan yoksun kalmıştım.
Artık kendime ait bir odam yoktu
öğrenci yurdunda.
Arkadaşlarımın odasında yerde uyuyordum.
Depozitolu beş adet kola şişesini götürüp,
karşılığında yiyecek bir şeyler alıyordum,
yemek sorunumu böyle geçiştirmeye çalışıyordum.
“Pazar günleri
Hare Krishna Tapınağı’nda
bedava ve üstelik güzel yemek veriliyordu.
Haftada bir kez olsun
güzel bir yemek yiyebilmek için,
 yaklaşık on iki kilometre uzaklıktaki
o tapınağa yürüyerek gidiyor,
oradan yürüyerek dönüyordum.
“Bu durum
o günler pek hoşuma gidiyor değildi ama,
ilgimi çeken konular uğrunda
tüm bunlara katlanmamın,
yaşamımın ilerideki yıllarında
benim için ne denli yararlı olduğunu gördüm.
“Bakınız, bir örnek vereyim size:
“O yıllarda Reed Üniversitesi,
ülkedeki belki de en iyi kaligrafi (yazı sanatı)
eğitimini veriyordu.
Üniversite yerleşkesinin hemen her yeri,
güzel yazılarla yazılmış duyurular,
 dolapların, çekmecelerin üzerindeki çıkartmalar,
güzel el yazılarıyla süslenmişti.
“Normal öğrenimimi bıraktığımdan
ve zorunlu derslerle artık bir işim olmadığından,
kaligrafi derslerine girmeye karar verdim.
 ‘Serif’ ve ‘Sans Serif’ yazı biçimlerini,
farklı harf grupları arasındaki değişen boşluk ölçülerini
ve iyi bir ‘yazı dizimi’nin
nasıl olması gerektiğini öğrendim bu derslerde.
“Bu öğrendiklerimin hiçbirinin aslında,
yaşamımda bana
bir yararı dokunabileceğini sanmıyordum.
Ancak on yıl sonra,
ilk Macintosh bilgisayarını tasarlarken,
o derslerde öğrendiklerimi
Mac’in tasarımında kullanmayı denedim.
Başarılı bir çalışma yaptım ve…
Sanatsal ve güzel görünümlü
yazılar yazılabilen ilk bilgisayarı oluşturabildim.
“Üniversitede o ‘güzel yazı’ derslerine girmeseydim,
 bugün Macintosh bilgisayarındaki
o çeşitli ve sanatsal yazı biçimleri
 ve araları ‘özel boşluk’lu
yazı karakterleri olmayacaktı.
Windows da Mac’i kopyaladığından,
 bu sanatsal yazı biçimleri
büyük bir olasılıkla
bugün hiçbir bilgisayarda bulunmayacaktı.
“Kişisel bilgisayarlardaki
bu olanaklardan yararlanan
 tüm kullanıcılar adına
tüm içtenliğimle söyleyeyim ki,
normal üniversite öğrenimimi
iyi ki yarıda bırakmışım ve…
 Beni hiç mi ama hiç mi ilgilendirmeyen
birtakım derslere girerek
zamanımı boşuna harcamaktansa,
iyi ki ilgimi çeken ‘güzel yazı’ derslerine girmişim.
“Üniversite öğrencisi olduğum günlerde
ileriye baktığımda,
bu ‘noktaları birleştirmek’
elbette olanaksızdı.
Fakat şimdi,
on yıl sonrasından
başımı çevirip geriye baktığımda,
bu noktaların
çok uyumlu bir biçimde birleştirildiklerini
pırıl pırıl bir açıklıkla görebiliyorum.
“İleriye bakarak,
yaşamınızın noktalarını birleştiremezsiniz.
O noktaları ancak,
geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz.
Bu yüzden,
noktaların
gelecekte bir biçimde birleşeceğine inanmanız
şimdiden gerekir.
Bir şeylere inanmak, güvenmek zorundasınız.
Kadere, yaşama, karma öğretime,
neye olursa, bir şeye kesinlikle inanmalısınız.
Bu yaklaşımım
beni hiçbir zaman düş kırıklığına uğratmadı;
yaşamımdaki tüm farklılıklar,
bu inançlarım nedeniyle gerçekleşti.
(alıntıdır) 
(kaynak:mailler)

Cumartesi, Haziran 15, 2013

SONDAN BAŞA DOĞRU(2)


“İkinci öyküm,
 sevmek ve kaybetmekle ilgili.
“Ne yapmayı sevdiğimin ayırdına
erken yaşlarda varabildiğim için şanslıydım.
Woz ve ben bizim garajda
Apple’ı kurduğumuzda, 20 yaşındaydık.
Çok çalıştık
ve on yılda Apple’ı nereden nereye getirdiğimizi
siz de biliyorsunuz:
Garajdaki o iki kişiden,
4000’in üstünde çalışanı
ve yıllık iki milyar dolar cirosu olan
dev bir şirkete dönüştü, Apple.
“En iyi tasarımımız Macintosh’u
piyasaya sürdükten bir yıl sonra, işten atıldım.
Otuz yaşımdaydım.
“Sorun şimdi bana:
‘Kendi kurduğunuz bir şirketten nasıl çıkarılabilirsiniz?’
“Bu sorunun yanıtı,
Apple şirketinin
giderek büyümüş olmasında yatıyor.
Şirketimiz büyüdükçe,
benimle birlikte yönetmesi için işe
son derece yetenekli olduğuna inandığım
işletmeci almıştık.
İlk bir, birbuçuk yıl işler iyi gidiyordu.
Ancak işe kendi aldığım bu işletmeciyle
giderek,
gelecekle ilgili görüşlerimiz farklılaşmaya başladı.
Ve bir gün, büyük bir tartışma yaşadık.
Aramızdaki anlaşmazlığı
yönetim kurulumuza götürdük.
Yönetim kurulu onun yanında yer aldı,
onu haklı buldu.
Ve, kendi kurduğum şirketimden atıldım.
“Otuz yaşımdaydım
ve yaşamımın merkezini oluşturan
işimin dışında bırakılmıştım.
Çok berbat bir duyguydu bu.
“Ne yapmam gerektiğine
birkaç ay karar veremedim.
Sanki bir önceki kuşağın girişimcilerine
kötü örnek olmuşum,
onları
düş kırıklığına uğratmışım gibi bir duygu kapladı içimi.
Elime geçirdiğim orkestra şefi değneğini
düşürmüşüm gibi geliyordu bana.
“David Packard ve Bob Noyce ile görüştüm,
işleri yüzüme gözüme bulaştırdığım için
onlardan özür dilemeye çalıştım.
Tam bir başarısızlık örneğiydim.
Evimi başka bir semte taşımayı bile düşündüm.
“Fakat giderek,
bir şeyler yavaş yavaş kafama dank etmeye başlıyordu.
Kapı dışarı da edilmiş olsam,
ben yine de eskisi gibi seviyordum işimi.
Apple’dan kapı dışarı edilmiş olmam,
bu sevgide en küçük bir azalmaya yol açmamıştı.
Beni işim reddetmiş değildi ki…
İşimin şimdiki başındaki kişiler reddetmişlerdi beni.
İşime olan her zamanki sevgim yine sürüyordu.
“Bu gerçekle yüzyüze geldiğim an, karar verdim:
‘Yeniden başlayacağım’ dedim.
“O günlerde pek ayırdına varamamıştım ama…
 Şimdi çok iyi görebiliyorum:
“Apple’dan çıkarılmam meğer,
yaşamımda başıma gelebilecek en iyi olaymış.
Başarılı olmanın ağırlığının yerini şimdi,
işe yeni başlayan birinin
taptaze heyecanı
ve o heyecanının kişiyi göklere uçuran hafifliği almıştı.
Bu duygu bana,
yaşamımın yaratıcı dönemlerinden birine
girme özgürlüğü vermişti.
“Sonra neler yaptığımı da anlatayım:
O günleri izleyen beş yıl içinde,
Next ve Pixar adlı iki şirket kurdum.
Daha sonra,
ileride eşim olan mükemmel bir kadına âşık oldum.
Pixar
dünyanın ilk bilgisayar animasyonlu filmini üretti.
Dünyanın en başarılı
animasyon stüdyosunun sahibidir
şimdi bu şirketim.
“Olaylar gelişti, gelişti ve…
Apple Şirketi,
benim Next Şirketimi satın aldı.
Dolayısiyle ben de,
ilk göz ağrım olan Apple’a dönmüş oldum.
“Next’de geliştirdiğimiz teknoloji,
Apple’ın şu andaki değişiminin belkemiğini oluşturuyor.
Apple bugün,
bu sağlam belkemiğinin varlığı nedeniyle
dimdik ayaktadır.
“Apple’dan kovulmasaydım
bunların hiçbiri gerçekleşmezdi diye düşünüyorum.
Tadı acı olan bir ilaçtır bu;
fakat bence hastanın acı da olsa
bu ilaca gereksinimi vardı;
bu ilacı alması gerekiyordu.
“Kimi zaman yaşam bize
tüm zorluklarını sunar.
İşte o an yapmamız gereken tek şey, inancımızı kaybetmemektir.
Yaşamımda beni ileriye götüren tek şey,
yaptığım işe olan aşkımdır.
Bundan hiçbir zaman kuşkum olmadı.
“Yaşamınızda,
neyi sevdiğinize
ve kimi sevdiğinize
iyi karar verin.
Çünkü yaşamınızın ekseni, sevdiğiniz kişiyle,
sevdiğiniz işinizdir.
“İşiniz,
yaşamınızın büyük bir zaman bölümünü alacaktır.
O nedenle,
yaşamınızın tadını alabilmenizin tek yolu,
işinizi sevmenizdir.
İşinizi sevebilmenizin tek yolu ise,
onun güzel ve yararlı bir iş olduğuna inanmanızdır.
Güzel ve yararlı olduğuna inandığınız bir işi yaptıkça,
o işinizi giderek daha çok,
daha çok seveceksiniz.
“Henüz bulamadıysanız böyle bir iş,
yılmayın,
aramaya devam edin.
Hangi yaşınızda olursa olsun,
yüreğinizin sevdiği ve
“İşte, bu” dediği kişiyi sonunda bulabileceğiniz gibi,
seveceğiniz işinizi de
günün birinde kesinlikle bulacaksınız.
Yeter ki aramaktan vazgeçmeyin o işi…
Göreceksiniz,
sonunda bulacaksınız onu da…
alıntıdır
(kaynak:mailler)

Cuma, Haziran 07, 2013

SONDAN BAŞA DOĞRU HİKAYELER


“Sonuncusu ise ölümle ilgili…
“Kimin söylediğini bilmiyorum ama, 
17 yaşımdayken okuduğum şu sözü, 
yaşamım süresince hiç unutmadım: 
‘Eğer her günü, 
O gün yaşamının son günüymüş gibi yaşarsan, 
bir gün kesinlikle doğruyu yapmış olacaksın.’
“Bu söz beni öylesine etkiledi ki, 
o günden buyana geçen otuzüç yılda 
her sabah aynaya bakar 
ve kendime sorarım:
“‘Bugün yaşamımın son günü olsaydı, 
gün boyu yapacaklarımı 
gerçekten yapmış olmak ister miydim acaba?’
“Bu soruma ‘Hayır’ yanıtlarım arttıkça, 
bir şeyleri değiştirmem gerektiğinin ayırdına varırım 
ve yaptıklarımı ciddi bir biçimde denetleyerek, 
tek tek gözden geçiririm.
“Eninde sonunda öleceğimi düşünmek, 
yaşamda büyük seçimler yapmama yardımcı olan 
en önemli etkendir. 
Çünkü yaşadığımız dünyaya ait tüm beklentilerimiz, 
gurur, kibir, her türlü sıkıntı, 
başarı, başarısızlık gibi 
‘bu dünyanın sözüm ona önemli işleri’, 
ölüm söz konusu olduğunda 
bir anda tüm önemlerini yitiriyorlar, 
sözcüğün tam anlamıyla 
kocaman bir “Hiç” oluveriyorlar.
“Bir gün öleceğimizi unutmamak, 
kaybedeceğimiz bir şeylerin olduğunu 
düşünme tuzağından kurtulabilmemiz 
bildiğim en gerçekçi yöntemdir. 
Yaşamınızda, 
yüreğinizin götürdüğü yere gitmemeniz, 
yüreğinizin sesini dinlememeniz için 
hiçbir nedeniniz yoktur. 
O nedenle, 
korkmayın kulak vermekten, yüreğinizin sesine…
“Yaklaşık bir yıl önce bana kanser teşhisi konuldu. 
Sabah yedibuçukta hastaneye gitmiştim;
 pankreasımda bir ur saptandı. 
Pankreasın ne demek olduğunu bilmiyordum bile… 
Doktorlar bana, 
pankreas kanserinin tedavisinin 
olanaksız olduğunu söylediler 
ve en fazla altı ay ömrümün kaldığını açıkladılar. 
Tatsız ama, 
doktorum bu gerçeği açıklamak zorundaydı bana. 
Ölümle karşılaşmadan, 
ona hazırlıklı olmam gerekiyordu. 
Evimi, işlerimi bir düzene sokmam gerekiyordu. 
Düşünün, 
önünüzdeki on yıl boyunca 
çocuklarınıza anlatmayı düşündüğünüz herşeyi, 
onlara birkaç ayda anlatmak zorundaydınız artık.
“Yaşamınıza veda etmeden önce, 
ailenizin yaşamının sorunsuz sürebilmesi için 
geride her şeyi onlara 
düzgün bir biçimde bırakmak zorundaydınız. 
Altı aylık bir ömrümün kaldığı haberi, 
benim için 
o altı aylık sürede 
tüm bu sorumluluklarımı 
yerine getirmiş olmam anlamı taşıyordu.
“O gün akşama değin, 
o teşhisle yaşadım. 
Akşam biyopsi yapıldı, 
boğazımdan mideme 
ve bağırsaklarıma endoskop sokup, 
iğneyle pankreasımdaki urdan birkaç hücre aldılar.
“Ben uyutulmuştum, 
hiçbir şeyin ayırdında değildim. 
Uyandığımda eşim, 
bana verebileceği en güzel haberi verdi: 
Doktorlar, 
hücreleri mikroskopta inceledikten sonra, 
hastalığımın pankreas kanseri türleri arasında 
tedavi edilebilecek 
nadir türlerden olduğunu anlamışlar 
ve o an, 
görmeliymişim onları, 
çocuklar gibi sevinmişler. 
Bir gün sonra ameliyat oldum. 
Şimdi ise, iyi bakın, iyi görün beni… 
Bakın, demir gibiyim…
“Doktorumun bana 
pankreas kanseri olduğumu söylediği işte o an 
ilk kez yüzyüze geldim ölümle. 
Umarım o anı, 
önümdeki 20-30 yıl boyunca bir daha yaşamam. 
Fakat 
ölümle yüzyüze gelme anını yaşamış bir kişi olarak 
size şunu kesinlikle söyleyebilirim: 
Kimse ölmek istemez. 
Cennete gideceklerinden emin olan kişiler bile 
istemezler ölmeyi… 
Ancak ölüm, 
hepimizin paylaştığı bir ‘ortak nokta’dır. 
Hiçbirimiz kaçamamışızdır ölümden. 
Zaten olması gereken de budur. 
Ölüm, 
yaşamın tek ‘en iyi icadı’dır. 
Yaşamın tek ve gerçek ‘değişim aracı’dır. 
Yeniye yer açmak için 
eskinin ortadan kaldırılması gerekir. 
Şu anda yeni olan sizsiniz, 
ancak çok da uzak olmayan bir gün, 
‘eski olan’ da siz olacaksınız 
ve siz de silineceksiniz yaşam sahnesinden. 
Böyle üzücü 
ve hatta 
ürkütücü bir konudan söz ettiğim için üzgünüm ama…
Bunların tümü gerçektir.
“Zamanınız sınırlı. 
O sınırlı zamanınızı, 
başkasının yaşamını yaşayarak harcamayın
Başka kişilerin düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşanan yaşam, dogmaların tuzağına düşmek demektir. 
Başka kişilerin düşüncelerinin gürültüsü, 
içinizdeki kendi sesinizi bastırmasın. 
Daha da önemlisi, 
yüreğinizin 
ve sezgilerinizin peşinden gidebileceğiniz 
denli bir cesarete sahip olun. 
Sizin gerçekten ne olmak istediğinizi 
ve nereye gitmek istediğinizi, 
en iyi onlar biliyorlar çünkü… 
Yüreğiniz ve sezgileriniz… 
Onlara inanın, onlara güvenin…
“Gençliğimde, 
‘Dünya Kataloğu’ adlı 
bizim kuşağın başvuru kitaplarından biri olan 
güzel bir yayın vardı. 
Stewart Brand adlı bir kişi çıkarıyordu bunu. 
1960’ların sonuydu, 
bilgisayarlardan ve masaüstü yayıncılıktan önceydi. 
İdealist bir yayındı, 
çok güzel bilgilerle, 
öğretilerle, kavramlarla doluydu.
“Stewart ve arkadaşları, 
bu ‘Dünya Kataloğu’ adlı yayınlarını
 ancak birkaç sayı çıkartabildiler. 
1970’in ortasıydı. 
O yıl ben, 
sizin şimdi olduğunuz yaştaydım. 
‘Dünya Kataloğu’ kapanmadan önceki 
son sayısının arka kapağında, 
ilginç bir fotograf yayımlamıştı. 
Sabahın erken saatlerinde çekilmiş, 
uzayıp giden bir yolun fotoğrafıydı bu. 
Altında da şunlar yazıyordu:
“‘Sizi aç kalmanız rahatsız etmiyorsa, 
aptal kalmanız da rahatsız etmeyecektir.’
“Onların veda mesajı buydu.
“‘Sizi aç kalmanız rahatsız etmiyorsa, 
aptal kalmanız da rahatsız etmeyecektir.’
“Bu sözü kendime, 
kendim için çok kez söylemişimdir. 
Şimdi ise, 
birazdan diplomalarını alıp, 
yaşama ilk adımlarınızı atacak olan size, 
sizin için söylüyorum:
“‘Sizi aç kalmanız rahatsız etmiyorsa, aptal kalmanız da rahatsız etmeyecektir.’
“Hepinize çok teşekkürler.”

İZİN VERDİĞİM KADAR . BiLebiLirsin Beni,
 Gerisi sadece, ZANNETTİKLERİN!!!

-RÜYA-

                                                                 ALINTIDIR
                                                        (KAYNAK:MAİLLER)