Pazartesi, Eylül 11, 2006

BİR SAATLİK DOST


Eden KendineEder
Hızlı bir çalışma temposunun ardından
saatin 5 olduğunu
kat nöbetini devretmeye gelen
hemşire arkadaşlar sayesinde farketmiştik.
Yoğun bir gündü.
Çocuk servisleri
hastanelerin en yoğun ve gürültülü servisleridir.
Artık günün yoğunluğu geçmiş
servis sessiz bir hal almıştı.
Akşam tedavilerini bitirmiş,
ofiste çay içmeye gitme telaşındaydım.
Çünkü günün ilk çayını içme fırsatı yakaladım diye
kendi kendime düşünüyordum.
Kep dağılmış,saç baş karışmış,
yorgun,bitkin bir haldeydim
tedavi odasından çıktığımda.
Aynada kendimi tanıyamadım.
Ofise geldiğimde
hemşire odasının telefonu çalıyordu.
Oturduğum yerden
büyük bir güçlükle ayağa kalktım ve telefona gittim;
karşıdaki ses acilde trafik yaralılarının olduğunu,
içlerinde çocukların da bulunduğunu,
damar bulamadıklarından dolayı
acile yardıma gelmemi söylüyordu.
Tüm yorgunluğumu unutmuş
hızla acil servise yönelmiştim ki
diğer telefonda nöbetçi hekimin
cerrahi hekimiyle gelip gelmeme konusundaki tartışmasını duydum.
Nöbetçi hekimin sesi ortalığı çınlatıyordu:
"Ne yapalım?
Bırakalım ölsün mü bu insanlar?
Gelmek zorundasınız!
Gittiğiniz davet beni ilgilendirmez!
Nöbet değiştirseydiniz!
Siz Hipokrat Yemini etmediniz mi?"
Konuşma böyle sürüp giderken
gelen asansöre binip koşarak acil servise gittim.
Her yer kan revan içindeydi;
ağlayan,koşuşturan,
yakınını bulmaya çalışan bir yığın insan vardı.
Bu kalabalıkta sağlıklı bir iş nasıl yapılırdı bilmiyordum
ama herkes elinden gelen gayreti gösteriyordu.
Acil serviste yatak kalmamış,
sedyelere insanlar yatırılıp
ilk müdahale yapılıncaya kadar bekletiliyor,
yetersiz kalan personel yerine
hastaları yukarı sevk edilen servise kendi aileleri çıkartıyordu.
Onca kazazede içinde başında kimsesi olmayan
ama durumu da oldukça ağır
15-17 yaş arası bir genç vardı,
gerekli müdahahlesi yapılmış
fakat sevk edildiği beyin cerrahı hekimi
henüz görev yerine gelmediği için
orada bekletiliyordu.
Kendime ait serum ve tedvileri uyguladıktan sonra
o çocuğun başına gidip konuşmaya başladım,
konuştuklarımı anlıyor fakat cevap veremiyordu.
Hayatının son anlarını yaşadığını görüyor
ve yalnız olduğu için korkunç derecede üzülüyordum.
Onu orada yalnız bırakamıyordum.
Zaten ben onunla ilgilenirken acil servis boşalmış,
tüm hastalar gerekli servislere dağıtılmıştı.
Genç iyice kötü olmuştu,
ellerimi sımsıkı tutuyordu.
Bırakma dercesine gözlerinden yaşlar süzüldükçe
kendimi ben de tutamaz hale gelmiştim,
eğildim yanaklarından öptüm.
"Bırakmayacağım seni,
sakin ol,üzülme sakın."diyordum.
Hiç tanımadığım,
daha önce hiç görmediğim bir insana
anlatılmazabir yakınlık hissediyor,
sanki onun acısının aynısını çekiyordum.
Çok acı çekiyordu,
hem yalnızlığından hem de geçirmiş olduğu beyin travmasından.
Ne kadar süre daha onunla kaldığımı hatırlamıyorum.
O artık aramızda değildi,
bu dünyayı terk etmişti
ve ben gelmeyen doktoru suçluyor,
içimden lanetler yağdırıyordum.
Derken beyin cerrhı hekimi gelmişti,
Hastanın
daha doğrusu artık ölmüş gencin üzerindeki çarşafı almamı söyledi.
Çarşafı kaldırdığımda
doktorun hiçbirşey söyleme fırsatı olmadan yere düştüğünü gördüm.
Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum;
yemekli bir davetten gelmişti,
acaba çok mu sarhoştu
ya da kalp krizi mi geçiriyordu diye düşünürken
diğer hekim arkadaşlar olaya müdahale etmişlerdi bile.
Ölen o gencecik insanın babasıydı bu doktor
ve kendi evladının tedavisi için çok geç kalmıştı ne yazık ki!
O an oğlunun acısıyla felç geçirmiş
ve görevine yeniden dönememişti.
Seni yeniden andım Kerem,
ruhun şad olsun,
hayattaki bir saatlik dost.
Bana yıllardır,
yaşattığın tecrübeyle dost kalan dost!
kaynak:bilinmiyor

Hiç yorum yok: