Perşembe, Ocak 17, 2008

BİR KAÇ KADINDIK


Biz birkaç
'çalışan' ve 'güçlü' kadındık...
Güçlü olduğumuz için
her işimizi kendimiz halletmeye alışmıştık.
Ailelerimiz öyle yetiştirmişti bizi.
Sonra üniversite..
Hemen arkasından iş hayatı..
Evdeki ampul, kırık menteşe,
gece yarısı tutan böbrek taşı ağrısı
vız gelir tırıs giderdi bize.

Bir erkeğe gereksinim duymadan
hayatımızı pekala da sürdüren cinstendik
hepimiz.
Faturalarımızı kendimiz yatırıyor,
döndürüyorduk işte bir şekilde çarkımızı.
Ayrıca kendi ağırlığımız yetmezmiş gibi
çevremizde kim varsa
onları da sırtlanıyorduk..
'Özgür'dük. 'Dimdik'tik.
Asla boyun eğmiyorduk..
'Güçlüydük.

Aşık olduğumuzda
hissederek yaşıyorduk..
Öyle kurallar,
büyük beklentiler filan yoktu.
Kimseye problem çıkarmıyorduk.
Bütün gün,
eşşşek gibi çalışıyor,
sevgilimizin canı istedi diye de,
işten çıktıktan sonra gidip,
alelacele hazırlanıp,
bizi evden almasına gerek bile bırakmadan,
neredeyse ona gidiyorduk.

Onun,
yani sevgilimizin haberi bile olmuyordu
çoğu zaman sorunlarımızdan.
Para var - yok,
regl ağrısı,sistit ilacı,
cüzdanım çalındı gibi
geceleri bizi uykusuz bırakan
kıvranmalarımızdan da.
Birinin bize acıması
en son istediğimiz, 'şey'di
çünkü.

Sonra bir bakıyorduk ki,
hakkaten kimse bize
'hiiiç! '.acımıyordu.
'Ağlamayan çocuk
ve meme' hesabı.
Zamanla bu durum
görevimiz haline dönüşüyordu.
Artık dayanamayıp da,
içimizdekileri birazcık dile getirecek olsak,
'aman Tanrım! ':
sorunlu, kaprisli, feminist,
tahammül edilemez,
bunalımlı filan oluyorduk.
Çaresiz sesimizi kesip
yola devam ediyorduk,
'bu nedenlerle' terk edildiğimizde.
Sonra bir duyuyorduk ki o,
salağın salağını bulmuş.
Neyi var neyi yoksa sermiş
yeni ve sorunsuz(!) sevgilisinin önüne.
Bir de
bizden farklı durumda olan kadınlar vardı.
Hani şu 'zayıf! ' olan kadınlar.
Erkeklere bağımlı olanlar.
Bir erkek olmadan var olamayanlar.
Çalışmayan.
Faturalarla; 'anlamadığı' (!) ,
'nereden yatırılırmış, bilmediği(!) 'için
kesinlikle uğraşmayan.
Torba taşıyamayacak kadar
nazenin olduğu için alışverişe bile
yalnız gitmeyen.

Hep yorgun, başı ağrıyan.
Kendini,altın tepsiler içinde sunan.
Lütfeden ve
lütfettiği için de kredi kartı limitini
sonuna kadar dayayan.
Ama hep huysuzluk eden.
Hiçbir şeyi beğenmeyen.
Asla mutlu olmayan.
Doymayan.
Teşekkür etmeyen..
Minnet, vicdan azabı duymayan.
Kıskançlık
krizleri geçirerek kocasının,
sevgilisinin hayatını karartan.

Boşanırken
adamın çoraplarına kadar soyup alan.
Doğurduğu çocuğa bakmaktan aciz olduğundan,
illa ki bakıcılar tutturan.
Bütün gün o cafe sizin,
bu butik bizim,
kuaför'dü, kıl'dı,spor center dı,
gezip duran.
Akşam da eve gelir gelmez
'yemek yok canım,
bu gece nereye yemeğe gidiyoruz?
'diye soran.
Annesinin bir tanesi,
pamuklar içinde yaşamaya devam eden.vsvs.

Bu nedenle çökmeyen,
buruşmayan,yıpranmayan..
İşin ilginci daha değerli olan...
Ve geride kalan birkaç kadındık biz....
(yazan:meltem)

1 yorum:

Adsız dedi ki...

İki "uç" arasında kimse yok muymuş o dünyada?? Bence bu dünyada kadınların çoğu bu iki uç arasında, ben mesela, kendimi ne altın tepsi içinde sunan nazeninlere ne de hayatta kendinden başkasına güvenmeyen güç meraklılarına benzetmiyorum. faturaların nasıl yatırılacağını bildiğim halde, bu görevi üstüme almak zorunda hissetmiyorum kendimi.
neyse, "o" dünyanın kadınlarına kolay gelsin :))
şefika..