Perşembe, Nisan 30, 2009

Bir Saatlik Dost (Yaşanmış bir hikaye)

Hızlı bir çalışma temposunun ardından
saatin beş olduğunu,
kat nöbetini devretmeye gelen
hemşire arkadaşlar sayesinde fark etmiştik.
Yoğun bir servisti çalıştığım servis,
çocuk servisleri hastanelerin en yoğun ve
gürültülü olan servisleridir.
Artık günün yoğunluğu geçmiş
servis sessiz bir hal almıştı
aksam tedavilerini henüz bitirmiş
ofiste çay içmeye gitme telaşındaydım.
Çünkü o günün ilk çayını içme fırsatı yakaladım diye
kendi kendime düşünüyordum.
Kep dağılmış saç baş karışmış
yorgun bitkin bir haldeydim tedavi odasından çıktığımda.
Aynada kendimi tanıyamadım.
Ofise geldiğimde hemşire odasının telefonu çalıyordu.
Oturduğum yerden büyük bir güçlükle ayağa kalktım ve
telefona gittim,
karşıdaki ses acilde trafik yaralılarının olduğunu,
içlerinde çocukların da bulunduğunu,
damar bulamadıklarından dolayı
acile yardıma gelmemi söylüyordu.
Tüm yorgunluğumu unutmuş
hızla acil servisine yönelmiştim ki
diğer telefonda nöbetçi hekimin
nöbetçi beyin cerrahı hekimiyle
gelip gelmeme konusundaki tartışmasını duydum.
Nöbetçi hekimin sesi ortalığı çınlatıyordu:
— Ne yapalım?
Bırakalım ölsün mü bu insanlar?
Gelmek zorundasınız!
- ..
— Gittiğiniz davet beni ilgilendirmez!
Nöbet değiştirseydiniz çok önemli bir davetti madem.
-...
— Siz Hipokrat yemini etmediniz mi?
Konuşma böyle sürüp giderken
gelen asansöre binerek koşarak
acil servisine gittim.
Her yer kan revan içinde
ağlayan koşuşturan yakınını bulmaya çalışan
bir yığın insan vardı.
Bu kalabalıkta sağlıklı bir iş nasıl yapılırdı bilmiyordum
ama herkes elinden geleni
birilerine bakma gayretini gösteriyordu.
Acil serviste yatak kalmamış
sedyelere insanlar yatırılıp
ilk müdahale yapılıncaya kadar bekletiliyor,
yetersiz kalan personel yerine
hastaları yukarı sevk edilen servise
aileleri çıkartıyordu.
Onca kazazede içinde başında kimsesi olmayan
ama durumu da oldukça ağır
15–17 yaş arası bir genç vardı.
Gerekli müdahalesi yapılmış
fakat sevk edildiği beyin cerrahi hekimi
henüz görev yerine gelmediği için
orada bekletiliyordu.
Kendime ait serum ve tedavileri uyguladıktan sonra
o çocuğun başına giderek ilgilenmeye çalıştım.
Şuuru yerindeydi,
konuştuklarımı anlıyor fakat cevap veremiyordu.
Son anlarını yaşadığını görüyor
ve yalnız olduğu için
korkunç derecede üzülüyordum.
Onu orada yalnız bırakamıyordum.
Zaten ben onunla ilgilenirken acil servis boşalmış,
tüm hastalar gerekli servislere dağıtılmıştı.
Ellerimi sımsıkı tutuyordu,
bırakma dercesine...
Gözlerinden yaşlar süzüldükçe kendimi ben de tutamaz hale gelmiştim,
eğildim yanaklarından öptüm.
"Bırakmayacağım seni sakin ol,
üzülme sakın" diyordum
hiç tanımadığım,
daha önce hiç görmediğim bu insana
anlatılmaz bir yakınlık hissediyor,
sanki onun acısının aynısını çekiyordum.
Çok acı çekiyordu
hem yalnızlığından
hem de geçirmiş olduğu beyin travmasından.
Ne kadar süre daha onunla kaldığımı hatırlamıyorum.
Avucumu bırakmasıyla kendime geldim.
O artık aramızda değildi.
Bu dünyayı terk etmişti
ve ben gelmeyen doktoru suçluyor
içimden lanetler yağdırıyordum.
Derken beyin cerrahı hekim gelmişti.
Hastanın
daha doğrusu ex(ölmüş)gencin üzerindeki çarşafı almamı söyledi.
Çarşafı kaldırdığımda
doktorun hiç bir şey söyleme fırsatı olmadan yere düştüğünü gördüm.
Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
Yemekli bir davetten gelmişti.
Acaba çok mu sarhoştu
ya da kalp krizimi geçiriyordu diye düşünürken
diğer hekim arkadaşları olaya müdahale etmişlerdi bile.
Ölen o gencecik insanın babasıydı bu doktor
ve kendi evladının tedavisi için
çok geç kalmıştı ne yazık ki.
Kötü günde oğlunun acısıyla felç geçirmiş
ve görevine yeniden dönememişti.
Seni yeniden andım KEREM ruhun şad olsun
hayattaki bir saatlik dost
bana yıllardır yaşattığın tecrübeyle dost kalan dost.
1986
MUTLAKA 2-3 Ayda bir bu yazıyı okurum ben.
Size de tavsiye ediyorum.
Dostluk,her gün 2-3 kere telefonla konuşmak değildir...
Dostluk,
yapılması gereğine inanılan telefon görüşmeleri sırasında
diğer insanların dedikodusunu yaparak
karşılıklı bir şeyler paylaşıldığını zannetmek değildir...
Dostluk;
dost bildiğin kişinin en ince detaylarını bilme ihtiyacı
ve gereği değildir...
Dostluk;
dost bildiğin kişinin
senin en karışık detaylarını bilmesi gerektiği de değildir...
Dostluk,
her hafta 3-5 kere görüşmek değildir...
1 ay,
1 sene,
5 sene seni aramayan,
senin de aramadığın bir insanı birdenbire arayıp,
dertleşmek,
hatır sormak istersen
ve o insan da seni geri çevirmez
ve sanki daha az Önce konuşmuşsun gibi
kaldığınız yerden konuşmaya devam ederse
ve daha da ön
emlisi bu 1 ay, 1 sene, 5 sene ayrılığa rağmen
bu insanin başı gerçekten sıkıştığında
yardımına koşacak ilk insanlardan biriysen
ve ayni şekilde
onun da öyle olduğunu biliyorsan
EMINOL Kİ O kişi senin DOSTUNDUR...
Sen de O'nun...
" Her tür ilişki avuç içinde duran kum taneleri gibidir.
Avucumuzu sıkmadan,
gevşekçe tutarsak,
kum taneleri kaymaz, durur.
Avucumuzu kapatıp,
sıkmaya başladığımız an
kum taneleri parmaklarımızın arasından akmaya baslar.
Bir kısmını tutmayı başarsanız da,
çoğu akıp gider.
İlişkiler de böyledir.
Esneklik varsa,
diğer insana saygı duyuluyor
ve özgürlük tanınıyorsa ilişkiler bozulmaz.
Ama diğer insanı çok bunaltırsanız
ilişki de yavaş yavaş bozulur ve biter.
Hayatta pek çok insanla karsılaşırsın
ama sadece gerçek dostlar senin kalbinde
bir iz bırakır."
GERÇEK DOSTLARINIZI BULUP HİÇ KAYBETMEMENIZ DİLEĞİYLE!!!
alıntı

Hiç yorum yok: