Salı, Mart 30, 2010
Zamanında padişahın biri;
- Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim!
demiş.
Yalancılar, hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana;
- Bir kuş,aslanı kapıp yuvasına götürdü.
- Bunun neresi yalan?..
Kuş kartaldır, arslan da kuzu kadar minik bir yavru;
kaptı mı götürür tabii!...
- Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!...
- Ülkenin kralı,
pencereden bakınırken tacını düşürmüştü
tac da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş.
Taç kimin kafasındaysa,kral odur tabii!...
- Padişahım,
ben gökyüzüne bir ok attım.
Altı ay sonra geri döndü!...
- Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür,
ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce,
takılacak yer bulamayıp yere inmiştir.
Böylece padişah,
her yalana gerçek bir bahane bulmuş
ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş.
Sırası gelen Kayserili çıkmış padişahın huzuruna
ve başlamış anlatmaya :
- Padişahım
sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın;
şimdi onu geri almaya geldim.
Yalandır dersen ödülümü ver.
Yok yalan değil dersen borcunu ödee!... :)
(kaynak:mailler)
Pazar, Mart 28, 2010
NEYZEN NE GÜZEL SÖYLEMİŞ....
Cuma, Mart 26, 2010
Konu: Hayattan aldığım 45 ders......
Plain Dealer, Cleveland, Ohio'lu 90 yaşındaki
Regina Brett'in kaleminden:
Bir zamanlar,
doğum günümde,
"Hayattan aldığım 45 ders"
başlıklı bir yazı yazmıştım.
Bugüne kadar en çok okunan
ve istek alan makalem oldu!
1.Hayat haksızlıklarla dolu ama yine de güzel!!.
2.Şüphede kalma, ikinci bir adım daha at!
3.Hayat, nefrete harcayacak kadar uzun değil
4.Hastalandığında sana işin değil,
ailen, arkadaşların bakacak.
Onlarla ilişkini koparma!
5.Her ay kredi kartlarını ödemeyi unutma.
6.Her tartışmayı kazanacaksın diye bir şey yok!
Fikir farklılıklarını kabul et!!.
7.Ağlayacaksan,
bir başkası ile birlikte ağla!
Tek başına ağlamaktan evladır..
8.Tanrıya kızmanda bir mahzur yok!
O bunu kaldırabilir! !.
9.İlk maaşından başlamak üzere, emekliliğine para ayır..
10.Söz konusu çikolataysa,direnmenin anlamı kalmıyor. .
11.Geçmişinle barış ki,bugününün içine etmesin!.
12.Çocukların seni ağlarken görsün!
Bundan kaçınma..
13.Hayatını başkaları ile mukayese etme,
ötekilerin neler çektiğini bilmiyorsun!
14.Bir ilişki gizli olacaksa,
sen içinde olmamalısın!.
15.Göz kırpacak kadar bir zamanda herşey değişebilir.
Ama merak etme, Tanrı asla göz kırpmaz!!
16.Derin bir nefes al, kafanı sakinleştirir.
17.Güzel ve yararlı olmayan,
seni mutlu etmeyen her şeyi çöpe at!!
18.Her ne yaşıyorsan,
seni öldürmediği müddetçe, güçlü kılar.
19.Mutlu bir çocukluk geçirmek için geç kalmış değilsin de,
bu sadece ve sadece sana bağlı!!
20.Hayatta sevdiğin her ne ise,
peşinden giderken asla"hayır" sözcüğünü
cevap kabul etme.
21.Mumları yak,
değerli yatak takımlarında uyu,
kendine pahalı iç çamaşırları satın al....
Bunlar için özel fırsatlar bekleme,
bugün zaten özeldir!!
22.Önce hazırlan,
sonra da kendini akıntıya bırak.
23.Şimdiden egzantrik ol!
Kırmızı giymek için yaşlanmayı bekleme.
24.En önemli seks organı beyindir..
25.Mutluluğun için senden başka sorumlu yoktur! .
26.Her yaşadığın felaketin ardından
kendine şu soruyu sor:
"Beş yıl sonra bunun benim için ne önemi olacak??"
27.Daima yaşamı seç.
28.Herkesi, herşeyi affet.
29.Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü seni ilgilendirmez! .
30.Zaman her imkana sahip..
Zaman tanı!
31.Durum ne kadar iyi veya kötü olursa olsun, değişecektir..
32.Kendini fazla ciddiye alma,kimse almıyor ki zaten!.
33.Mucizelere inan!!.
34.Tanrı, Tanrı olduğu için seni seviyor.
Yoksa yaptıkların ya da yapmadıkların için değil!!
35.Hayatı denetlemeyi bırak!.
Öne çık, kendi hayatını kendin yarat.
36.İki seçeneğin var
"Erken ölmek" ya da "yaşlanmak"..
37.Çocuklarınızın,
yaşayacak başka çocukluk dönemi yok!.
38.Sonuçta gerçekten önemli olan sevmiş olmandır!!.
39.Her gün dışarı çık..
Mucizeler her yerde seni bekler!.
40.Dertlerimizi bir torbaya doldurup,
milletinkilerle birarada görsek,
bizimkileri geri toplardık..
41.Kıskançlık zaman kaybıdır.
Zaten ihtiyacınız olan herşeye sahipsiniz!!
42.Herşeyin en iyisini daha yaşamadın!!.
43.Kendini nasıl hissedersen et,
kalk, giyin ve dışarı çık!
44.Yol ver!
45.Hediye paketinde olmasa bile,
hayat yine de bir hediyedir!!.
Bmi.xls
(kaynak:mailler)
Çarşamba, Mart 24, 2010
ULUSAL ARKADAŞLIK HAFTASI
Eski Türklerde askerler savaşırken
arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı
kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca,
kaya veya taşa vererek ok atarlarmış.
Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için
bu sırt dayanan nesne genelde
bir taş veya kaya olurmuş.
Yıllar sonra sırt dayanan taşın
ismi ARKA-TAŞ dan ARKADAŞ şeklinde
dilimize yerleşmiş
ve bugün bile güvenebileceğimiz,
bizi arkadan vurmayacak olan,
samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isimdir.
Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşırlar.
Aşk, kendinden emin bir şekilde sorar;
-Ben senden daha samimi
ve daha cana yakınım.
Sen niye varsın ki bu dünyada?
Arkadaşlık cevap verir:
- Sen gittikten sonra bıraktığın gözyaşlarını silmek için...
Hiç bir zaman arkadaşsız kalmaman dileğiyle...
Bu hafta ulusal arkadaşlık haftası..
Arkadaşlarına, onları ne kadar düşündüğünü göster!
Bunu tüm ARKADAŞ olarak düşündüklerine okut.
(kaynak:mailler)
Pazartesi, Mart 22, 2010
Çıtalar alçaklardayken......
Eskiden ne güzel cahildik...
Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...
Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü.
Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış,
bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış
ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında,
boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde
hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için
ben ne kadar yaşlıyım...
Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...
Televizyon yoktu.
Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek bütün bir gecenin mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı
ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin
ve filmlerin açtığı hasarlar yerine,
geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa,
kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi,
sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı...
Domates de...
Bütün bu nefasete,
küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
Dışarıda kar...
İçeride huzur...
Zam endişesi,
doğal gazın kesilme korkusu,
yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...
Kimin umurunda...
Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk...
(kaynak:mailler)
Cumartesi, Mart 20, 2010
Bir dünya seyahati bile bir adımla başlar...
Kaplumbağa bile yürümek için başını kabuğundan çıkartmak zorundadır.
----
Gülmek; "SAF" denme riskini göze almaktır.
Ağlamak ise; "DUYGUSAL" görünme riskini...
Birine yakınlaşmak; "KENDİNİ KAPTIRMA" riskini,
Duygularını açmak; "KENDİNİ ORTAYA KOYMA" riskini,
Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;
"ONLARI BAŞKASINA KAPTIRMA" riskini göze almaktır.
Sevmek; "KARŞILIK GÖREMEME" riskini...
Yaşamak ise...; "ÖLME" riskini göze almaktır.
Umutlanmak; "HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMA" riskini
Çabalamak ise; "BAŞARISIZ OLMA" riskini göze almaktır...
Ama riskler yaşanmalıdır,
Çünkü; hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır.
Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir
ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez.
Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken,
bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece; riski göze alabilen kişi özgürdür.
Leo F.Buscaglia
--
Türk'üm, bu ad her unvandan üstündür.
(kaynak:mailler)
Perşembe, Mart 18, 2010
Dün akşam otururken karıma dedim ki:
-Ot gibi yaşamayı katiyen istemem.
Şayet bir gün makinelere
ve bir şişeden sızacak olan
bilmem ne sıvısına bağımlı olacak olursam,
lütfen hiç tereddüt etme,
hemen fişi çek,
olur mu?
Karım yerinden kalktı.
Laptopumu fişten çekti,
şarabımı çiçeklerden birinin saksısına döktü
ve çıkıp gitti.
(kaynak:mailler)
Salı, Mart 16, 2010
fitili ateşlemek...
Dünyadaki
her türlü kötülüğün sorumlusu olarak gösterilen
şeytanın yolu bir köye düşmüş,
sırtını bir ağaca dayamış
ve buzağısı kazığa bağlı olan
ineği sağan genç bir kadını uzaktan izlemeye başlamış.
Şeytan,
kadını epeyce izledikten sonra
buzağının ipini biraz gevşetmiş.
Buzağı da annesinin sağılmasını
aç karnına izlemeye daha fazla dayanamamış,
debelendikçe boynundaki ip biraz daha gevşemiş
ve sonunda hepten çözülmüş.
Koşarak annesini emmeye giden buzağı,
süt kovasına çarpmış
ve bütün sütler yere dökülmüş.
Sağdığı süt ziyan olunca
siniri tepesine çıkan genç kadın,
eline geçirdiği odunu
buzağının kafasına vurmuş,
yavru kan içinde yere yıkılmış.
Yavrusuna saldırıldığını gören inek
bir tekmede kadını öldürmüş.
Uzaktan geçmekte olan kadının kayınpederi,
ineğin gelinini öldürdüğünü görüp,
elindeki tüfekle ateş ederek ineği öldürmüş.
Silah sesini duyan koca koşup gelmiş.
Karısını yerde cansız yatar,
babasını da elinde tüfekle görünce,
silahını çekip tek atışta babasını öldürmüş.
Kısa bir süre sonra gerçeği öğrenen genç adam
bu kadar acıya dayanamayacağını düşünüp
bir kurşun da kendi kafasına sıkarak canına kıymış.
Şeytan gülerek,
"Şimdi herşeyin sorumlusu olarak beni görürler,
buzağının ipini gevşetmekten başka ne yaptım ki ben?"
demiş...
ŞEYTANA PRİM TANIMAMAMIZ DİLEĞİYLE
(kaynak:mailler)
Pazartesi, Mart 15, 2010
Cuma, Mart 12, 2010
SEVGİ DOLABI
Düşünün ki önünüzde bir dolap var.
Bu dolapta 4 bölüm var.
Her bölümde kutular.
Bu kutuların içinde sevginiz ve nefretiniz var..
En üst bölümdeki kutularda
‘en çok sevdiklerinizi’ saklıyorsunuz.
İkinci bölümde
"Seviyorum ama fazla da güvenmiyorum"
dediklerinizi.
Üçüncü bölümde
"herkes gibi biri benim için"
dediklerinizi.
ve en altta da
"nefret ediyorum veya kesinlikle güvenmiyorum"
diye adlandırdıklarınızı..
Buraya kadar her şey tamam..
Asıl sorgu şimdi başlıyor.
Siz hiç en üst bölüme koyduğunuz birisini,
bir tek söz yüzünden,
en alt bölümdeki kutulara kattınız mı?
Değerinden fazla değer verdiniz mi birine?
Ya nefret ediyorum dediğiniz birini zaman ile sevdiniz mi?
Siz hiç yanıldınız mı?
Utandınız mı o bir zamanlar arkasından attığınız kişinin
şu anda en yakın dostunuz olduğu için?
Hiç itiraf ettiniz mi "seni hiç sevmezdim" diye?
Ya da hiç kızdınız mı
"ne de çok güvenirdim sana" diye.
İnsan hiç ‘bir söz’ ile
en sevdiğini
en nefret ettiği kişilerin arasına katabilir mi?
Doğru mu?
Bir zamanlar göklere çıkarttığınızı
yerin dibine atmak olur mu?
Yakışır mı size?
Halbuki bir zamanlar aranızdan su sızmazdı.
Yeri gelir ekmeği bile paylaşırdınız,
kaldı ki düşünceleriniz, duygularınız.
Bu kadar çok şeyi paylaştığın birini
tanımamazlıktan gelebilir misin?
Sizlere bir tavsiye..
Hiç bir zaman ilk gördüğünüz birini
‘sevmedim’ diyerek,
dolabınızdaki en alt bölümdeki kutulara atmayın..
Zaman tanıyın,sabredin. .
Gerekirse kutulara kaldırmayın,
dolabın önünde bekletin.
Zamanı geldiğinde o kişi
zaten dolabında bir bölümü kendi seçecektir.
Aynı şekilde,
ilk gördüğünüz birine
‘sanki 10 yıldır tanıyorum’ diyerek,
en üst bölüm’e kaldırıp,
yere göğe sığdırmayın.
Arkadaşlık,
dostluk
ve en önemlisi sevgi zaman ister.
Senin haberin olmadan o dolabında kendine yer bulacaktır.
Yeter ki siz sabredin ve dolabınızı geniş tutun..
Dolabınızın en üst bölümündeki kutuları asla atmayın.
Değerli bir hazine gibi saklayın.
En alt kattakileri de her hafta çöpe boşaltın.
Göreceksiniz,
gün gelecek dolabınız sadece ‘SEVDİKLERİNİZ’ ile dolacaktır.
İşte o zaman gerçek mutluluğu bulacaksınızdır…
Bir şey daha.
Bu dolap herkeste vardır.
O sizin sevginizi barındırdığınız KALBİNİZDİR.
(kaynak:mailler)
Çarşamba, Mart 10, 2010
MEVLANA OĞLUNA DERKİ
“Bahaeddin!
Eğer daima cennette olmak istersen,herkesle dost ol,
hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol! İğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen,
Fena söyleyici!
Fena öğretici!
Fena düşünceli olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan,
daima sevinç içinde olursun..
İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan,
daima üzüntü içinde olursun.
İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi çiçeklenir,
gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit,
için dikenler ve yılanlarla dolar,
canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir..
Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar,
içlerindeki karakteri dışarı vurdular.
Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu,
hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.”
Mevlana oğluna der ki:
Bahaeddin!
Düşmanını sevmek,
düşmanının da seni sevmesini istersen,
kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle,
o düşman senin dostun olur;
Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi,
dilden de gönüle yol vardır.
(MEVLANA)
Pazartesi, Mart 08, 2010
8 Mart Dünya Kadınlar Günü Tarihçesi;
Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olma yolunda verdiği savaşın temsili başlangıcı olarak kabul edilen 8 Mart 1857’de Amerika’da tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadın ağır ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek için grev yapmışlar ve grev esnasında çıkan yangın nedeniyle bir çok kadın (yaklaşık 130) hayatını kaybetmiştir. Bu olayın yaşanmasından sonraki yıllarda 8 Mart 1857 tarihi kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak için verdikleri mücadelenin başlangıcı kabul edilmiş ve 8 Mart günü “uluslararası kadın günü” olarak dünyanın pek çok ülkesinde kutlanmaya başlanmıştır. Birleşmiş Milletler tarafından 16 Aralık 1977 tarihinde “Kadın Hakları İçin Birleşmiş Milletler Günü” olarak ilan edilmesiyle birlikte 8 Mart dünya kadınlar günü olarak resmen kutlanmaya başlanmıştır.
**************************************************************************
Dünya Kadınlar Gününün Anlam ve Önemi;
Eşit haklar, eşit fırsatlar ve eşit imkanlar talebiyle mücadeleye girişen kadınların birlik ve dayanışmasının simgesi olarak kutlanmakta olan 8 Mart dünya kadınlar günü nedeniyle kadın sorunları bir kez daha gündeme taşınarak tartışılmakta, kadınların toplumsal yaşama katılma ve paylaşma yolunda birliktelikleri ve dayanışmaları bir kez daha vurgulanmaktadır.
Kadınların eşitliğe ilişkin hak taleplerini elbette ki bir güne sığdırmak, sınırlamak mümkün değildir. Ancak 8 Mart bir kutlama günü olmakla birlikte toplanma, tartışma, yeniden gözden geçirme ve hepsinin ötesinde sesini duyurma ve umut etme günü olması nedeniyle taşıdığı anlam daha da önem kazanmaktadır.
Kadınların daha eşit ve daha yaşanılır dünya için başlattıkları mücadele, toplumların her kesiminde yankısını bulmuş ve destek görmüştür. Günümüzde uluslararası insan hakları belgelerinde her insanın eşit ve özgür doğduğu, herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine hiçbir ayrım gözetilmeksizin fırsat eşitliği çerçevesinde sahip olduğu ve cinsiyete dayalı ayrımcılığın kabul edilemez olduğu benimsenmiştir. İnsan haklarının ayrılmaz bir parçası olan “kadının insan hakları” daha yaşanılır bir dünyanın tesisi için vazgeçilmez olarak kabul edilmektedir.
Ülkemiz açısından konuyu değerlendirdiğimizde; eğitim, istihdam, sağlık, şiddet, yetki ve karar alma mekanizmalarına katılım gibi temel sorun alanlarına ilişkin göstergelere bakıldığında eşitsizlikler belirgin bir şekilde karşımıza çıkmakta ve bu sorunların çözümüne yönelik çalışmalar sürdürülmektedir. Bu kapsamda son yıllarda eşitlikçi hükümler içeren pek çok yasal düzenleme hayata geçirilmiş bulunmaktadır. Kadın erkek eşitliğinin sağlanması ve cinsiyet ayrımcılığının ortadan kaldırılmasında yasal düzenlemeler elbette çok önemli ancak tek başına yeterli değildir. Bu çalışmaların yanısıra davranış biçimlerimizi gözden geçirmemiz, sorgulamamız ve değiştirmemiz gerekmektedir. Buda toplumsal zihniyet dönüşümünü gerekli kılmaktadır.
Kadın erkek ayrımcılığını engellemenin, bununla mücadele etmenin bir kadın meselesi değil demokrasi meselesi olarak algılanması gerekmektedir. Bu nedenle tüm kesimlere büyük bir sorumluluk düşmektedir.
Cuma, Mart 05, 2010
HEYYYY...UYANIN ARTIK ...
-Küçük bir beden,
çoğu kez büyük bir ruha yataklık eder.
-Ufak balıklar daha lezzetli olur.
-Ateşe küçük odunlar atılırsa alevler artarmış,
büyük odunlar alevi söndürebilir.
-Her küçük şey mutlaka bir işe yararmış,
bir çok küçük bir büyük eder.
-Unutma sağanak dediğimiz,küçük damlalardan ibarettir
-Ufacık bir yağmur,kocaman bir toz bulutunu yok edebilir.
-Muazzam bir aydınlık, küçücük bir delikten görünebilir.
-Küçük bir saman çöpü, rüzgarın yönünü gösterebilir.
-Bütün bir hasat,bir kıvılcım yüzünden elden gidebilirmiş.
-Büyük bir geminin batmasına,küçük bir delik yeter.
-Deve büyükmüş ama ot yer,şahin küçükmüş ama et yer.
-İnsan küçük bir adama iyiliği dokunduğu zaman
cömertliği öğrenebilirmiş.
Büyük adama iyilik ederse öğreneceği şey,ızdırap olurmuş.
-Büyük makinaları küçük çarklar çalıştırır.
-Büyük adamın büyüklüğü devam ediyorsa bunun sebebi;
onun küçük adamlara gösterdiği özenmiş.
-Bazen büyük bir aşkı başlatan,küçük bir gülümseme imiş.
-Büyük yazıları yazmak için küçük noktalar,virgüller gerekir.
-Büyük olaylar kolay unutulsa bile,
sevdiğinle geçen küçük an'lar unutulmazmış.
-Simite lezzetini veren küçük bir susam tanesi imiş.
-Ulu bir çınarın veremediği kokuyu,
küçük bir papatya verebilirmiş.
-Büyük paralara alınan hediyelerin sağlamadığı mutluluğu,
küçük bir bakış sağlayabilirmiş.
-Küçük sevinçleri bilmeyenler,büyük keyifler yaşayamazmış.
Öyleyse 'küçük' deyip geçmeden önce,
ne kadar 'büyük' sonuçlara varabileceğini düşünelim.
Küçük bir damlayı, bir gülümsemeyi, noktayı, virgülü,
bir ağacın dibinde biten gülü,
bir susam tanesini, sevgilinin sesini hafife almayalım.
Küçük dediklerimizin aslında ne kadar büyük olabileceklerini,
onların yokluğunu beklemeden fark edelim.
Çünkü yanımızdayken değerini bilmediğimizi,
bildiğimizde bulamayabiliriz.
Çıkınınızda;
küçük bir gülümseme,bir yağmur damlası,
bir papatyanın kokusu,üç noktanız,
unutulmaz küçük bir anınız hep olsun.
Küçük de olsa varsın olsun.
Çünkü o küçük çıkınlar nasılsa bir gün,
büyük denkler olacaktır.
Yeter ki, sabretmeyi ve biriktirmeyi bilelim.
Küçük küçük...
Sizlere küçücük de olsa;
gülümsememi, sevgimi, sevinçlerimi,
heyecanlarımı gönderiyorum.
Umarım arkadaşlarım küçük diye
bu düşüncelerimi ve sevgi dileklerimi geri çevirmezsiniz... :)
(Not -bu dileklerımın büyük bir çoğunlugu ınternet ortamından çalıntıdır...
Bu küçük hırsızlığımdan dolayı küçümence özür dilerim.
diyor bana mail gönderen arkadaşım)
Çarşamba, Mart 03, 2010
çocuğu ve torunu olan herkese ......
Hep söylüyorum,
biz çocukken midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi,
grip "Yatınca geçer"di,
başın ağrıyorsa "Çocukların başı ağrımaz" denirdi,
uykun kaçıyorsa "Oyuncaklarını düşün, güzel rüyalar görürsün"
şeklinde konu halledilirdi!
Okuma yazmayı öğrenemiyorsan
ya, "Tembel"din ya "Yavaştan,sağlam sağlam öğreniyor"dun!
Hüzünlü bir çocuksan "Yazar olacak herhalde" derlerdi,
yerinde duramıyorsan,
etrafa saldırıyorsan bir tane çakarlardı,
susup otururdun.
Kanaatimce pedagojinin zirve yaptığı yıllardı o yıllar.
Çünkü sonra sonra,
koşup oynadıktan sonra öksüren çocuk 'astım başlangıcı',
okuma yazmayı zor söküyorsa 'disleksik',
hüzünlüyse 'depresif',
aşırı hareketliyse 'hiperaktif'
diye nitelendirilmeye başlandı
ve o sinameki yetiştirilen tipsizler şimdi büyüdüler!
O kadar ilgi alaka sonrası ola ola ne oldular?
Emo!
Emo ne?
Hani beş-altı yıldır etrafta
saçlarını gözlerinin tekini kapatacak şekilde öne öne tarayan,
miskin görünüşlü,
asık suratlı,
beti benzi atmış, sıska,dar pantolonlu,
converse'li, siyah ojeli ergenler var ya...
Taksim'de kaldırımlarda filan oturuyorlar.
Aha onlar Emo!
Emo kelimesinin emotional'dan (hissi) geldiği,
bu yavruların pek bunalımlı pek güvensiz ve duygusal olduğu,
topluma uyum sağlayamadıkları için
böyle takıldıkları söyleniyor.
Bizim zamanımızda punk vardı ya,
onun gibi bir akım,
ama bir halta yaramayanı!
*HERKESİN KEYFİNİ KAÇIRDIM*
Ay kıyamaam!
Zamanında,
kendi ergen yıllarımda bu akım daha dünyada yokken
10 gün emo takılmışlığım vardır!
Kafam neye bozuktu hatırlamıyorum
ama o 10 gün, üstelik de yaz tatilinde,
evin o köşesinden bu köşesine
oflaya poflaya nemli gözlerle dolaştım.
Saçımı taramadım, denize gitmedim,
sohbetlere katılmadım, tebessüm bile etmedim.
Akşamları karabasan gibi yemek masasına çöküp
herkesin keyfini kaçırdım.
Bir akşamüstü,
balkonda otururken annem
"Ne bu surat her gün, senin derdin ne kızım aaa..."
şeklinde pedagojik bir açılım yaptı.
"Sıkılıyorum... Hayat çok anlamsız"
cevabımın üzerinden
sanırım birkaç saniye geçmişti ki,
acı ve can havliyle bir metre havaya sıçradım.
Annem,
her Türk annesinin uzmanı olduğu
'mıncırma' hamlesini
oldukça sert ve uyarısız gerçekleştirmişti.
Mıncırma, malumunuz
evlat artık poposuna terlikle vurulmayacak kadar büyüdüyse,
ancak tekdir ile de uslanmıyor
ve hakkı kötekse kullanılan,
konu komşu,
bitişik ev duyar ihtimaline karşı
avaz avaz bağırmak yerine geçen bir terbiye şeklidir.
Tercihen bel veya bacak bölgesinden bir alan seçilir,
elle kavranır ve et, 180 derece çevrilir!
Hemen ardından,
daha acım ve şaşkınlığım hüküm sürerken,
annem kısık sesle,
yüzünü yüzüme yaklaştırarak
"Alırım ayağımın altına" diye başladı
ve "Karnın tok sırtın pek!
Aklını başına topla!
Sıkılıyorsan da git bakkala evin alışverişini yap,
sonra da gel yemek kitabından bir kurabiye pişir,
akşam misafir var, hadi yallah..." şeklinde bitirdi!
*NE DERDİM KALDI NE DE TASAM*
Malumunuz eti mıncırılan ergen
olay yerinde fazla kalamaz,
mıncırandan tırstığı için kendisine yalakalık yapar,
arzu ettiği aktiviteleri gerçekleştirir.
Mıncıran mutlu,
mıncırılansa artık efendi bir insandır!
Aynen öyle oldu.
Mıncırma sonrası ne derdim kaldı ne tasam!
Emo'luğum o gün bitti,
bu yaşa kadar da hep mutlu mesut,
uyumlu, üretken biri olarak yaşadım.
Şimdinin sokakta bira içen,
gelen geçenden ihtiyacı var diye değil,
hayat tarzı sandığı için para dilenen,
dünyanın bütün derdi sırtındaymış gibi davranıp,
bunalım takılıp
bir işin ucundan tutmayan emo'larının başında,
bizim zamanımızın anne babaları olacaktı ki.
Ohoo...
Muma dönerdi hepsi!
Bir kere her şeyden önce
bütün o yüzü gözü saçla kaplı eşek herifleri
bir eşek tıraşına götürürlerdi, kesin!
Ülkenin gençlerine bak.
Tarikat yurtlarında yetiştirilen çocuklar,
polise atsın diye eline taş verilenler,
bir de emo'lar!
Gelecekten çok umutluyum çok!
(kaynak:mailler)
(evet!şimdiki gençlerin bir kısmına
bir şeyler oluyor ama;
bu yöntem de ne derece doğru bence tartışılır.
böyle gençlerin yanı sıra
güvenebildiğim çok gençler var
bu da;yazıyı size aktaran benim düşüncelerim)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)