Cumartesi, Nisan 12, 2008

AH ŞU BÜYÜKLER




Modern yaşamın başımıza sardığı en büyük dertlerden birisinin
"çocukların anne babalarına uyguladığı terör"
olduğuna inanıyorum.
Etrafımda (kendim dâhil) bu terörden mustarip pek çok anne baba var.
Hele anneler çocukları tarafından öyle bir sıkıştırılıyorlar ki
çoğu farkında bile olmadan depresyona giriyor.

Geçenlerde uyku bozukluğu, sabah yorgunluğu,
endişe hali ve kolay ağlama şikâyetleri ile gördüğüm hastama
"Sizi üzen, sıkan önemli bir sorununuz mu var?"
diye sorduğumda "İki küçük çocuğum var.."diye cevap verdi...
Öyle acınacak bir halleri vardı ki anlatamam...
Yanındaki kocası da başını salladı,
iki küçük çocukları var ya
"Depresyona girmek için daha ne olsun doktor bey...."
der gibiydiler.

Şurası bir gerçek ki bizim ülkemizde
doğumla birlikte ailenin yaşamı baştan aşağı değişerek
"bebeğin rahatını sağlama"üzerine kurulu yeni bir dönem başlıyor.
Bebeklik dönemi boyunca,
anne babanın kendileri için vakit ayırmaları en büyük yasak,
en büyük vicdan azabı...
Çoğu annede muazzam bir sahiplenme duygusu;
televizyonda izlediğimiz
Amazon belgesellerindeki yavruları boyunlarına asılı maymunlar gibi
nerdeyse çocuklarını hiç kucaklarından indirmeyecekler.

Bir de işin ekonomi boyutu var.
Doğumla birlikte,
çocuğun ihtiyaçları bir daha hiç geriye düşmemek üzere
aile bütçesinin en önüne yerleşiyor;
çeşit çeşit biberonlar, bebek arabaları, pusetler,
kucaklıklar, sırtlıklar, arabaya konan ayrı, arka koltuğa ayrı...
Ya çocuk bezlerine ne demeli...
Bantlısı bantsızı, sızdıranı sızdırmazı, yumuşağı ipek gibisi...
Bizim popomuz popo değil miydi,
altımızda zımpara gibi Amerikan bezleriyle büyüdük,
hangimizin popo estetiğinde bir zayıflık var?

İşin garip tarafı bu "çocuk terörü" belası
daha çok bizim ülkeye has bir sorun gibi görülüyor.
Amerikalı bir annenin
çocuğunun peşinden elinde mama tabağı ile saatlerce gezdiğini duydunuz mu?
Yakınımızda oturan Fransız bir aile var,
sabah küçük kızlarının okul servisine binme saatinde
evlerinin önünden geçiyorum,
daha bir gün bile annelerinin pencereye çıkıp
arkalarından baktığını görmedim.
Bizim paşaların,
prenseslerin okul servis törenini ise hepiniz görmüşsünüzdür;
kapıdan elinden tutarak çıkarmalar,
birlikte karşıya geçirmeler, servise bindirmeler,
arkasından gözler yaşlı el sallamalar, öpücük atmalar...

Sanki çocuklarını okula değil de
hacca ya da cihada yolluyorlar...
Bebeklik, çocukluk derken,
aileler arası en büyük mücadele
"çocuğu en iyi okulda okutma"
engelli yarışları ile devam ediyor.
Şu kurs iyi, bu daha iyi, şundan özel ders, o dershane, bu dershane...

Kemerleri sıkıp, uğraşıyoruz ki
sonunda çocuğumuz gene paralı bir okula girsin
ve biz de çileye devam edelim...
Hâlbuki rahmetli babam,
benim daha iyi bir okula gitmem gerektiğini söyleyen anneme
"Oğlum akıllı malı nede, oğlum deli malı nede?"
şeklinde bir vecize söyleyip kenara çekilmişti.

(Günümüz Türkçesiyle: Eğer çocuk akıllı ise zaten başarılı olur,
yok akıllı değilse boşuna uğraşma en iyi okula da gitse adam olmaz.)
Doğrusu zaman zaman çocukların bu rahatını
ve saltanatlarını kıskanmıyorum dersem yalan olur.
Oğlumun cep telefonu benimkinden yeni model,
kızımın çizmesi annesininkinden daha pahalı
ve çoğumuz şöyle veya böyle çocuklarımıza
imkânlarımızı aşan bir yaşam tarzı sunmaya çalışıyoruz.

Sabah işe giderken
yakınımızdaki devlet okuluna giden çocuklarla karşılaşıyorum.
Çoğunun ayağında (nedense bağcıkları çözük) tek tip,
kocaman, marka bir bot var
ve çoğunun anne babasının o botu almak için
çok daha lüzumlu bir harcamayı ertelediklerinden eminim...
Üstelik sağlanan o kadar imkâna rağmen
hala halinden memnun olmayan
ve daha fazlasını, yetmedi daha fazlasını isteyen mutsuz çocuklarımız var.
(Bundan 40 yıl önce
ilk depresyonun görülme yaşı ortalaması 29 yaş iken şimdi 14)

Bilmem siz de benim gibi
çocuklarınıza sağladığınız imkânları
kendi çocukluğunuzdaki imkânlarınızla kıyaslıyor ve sinirleniyor musunuz?
İlkokulu bitirene kadar tek servetim
beş-on bilye, bir lastik veya metal çember ve bir sapandı.

(O da herkesin eline geçmezdi özellikle çember).
Bütün gün çemberin peşinde
tabanlarım sızlayana kadar
sokak sokak dolaşmaktan ne anladığımı hatırlamıyorum
ama hava kararıp da yorgunluktan bitap eve geldiğimde
son derece mutlu olduğumu çok iyi hatırlıyorum...

Unutmayalım ki
çocuklarımıza vereceğimiz en güzel şey,
neşeli ve mutlu bir aile ortamıdır.
Gecelerini uykusuz geçiren,
çocuğu için özel zevklerinden
ve tüm hobilerinden vazgeçmiş anne babalarla
mutlu bir aile ortamı sağlayabilirmiyiz?
Yapılacak şey belli...
Tüm dünyanın ezilen anne babaları,
çocuk terörüne karşı eyleme geçmenin zamanı geldi geçiyor...

Birleşelim...
Yarından tezi yok önlem alalım...
Yaşamak bizim de hakkımız...

(dr.murat kınıkoğlu)
(teşekkürler)

Hiç yorum yok: