Perşembe, Ağustos 14, 2008

GERÇEK AŞK


Kocam bir mühendisti.
Onunla sakin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim.
Bu sakin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı...
Gel gör ki iki yıl nişanlılık
ve beş yıl evlilikten sonra bu sakinlik beni
yormaya başlamıştı.
Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim-
adamdan ne bekleyebilirdim ki!
Sonunda sordu:
'Seni caydırmak için ne yapabilirim?'
Demek ki söyledikleri doğruydu:
İnsanların mizacı asla değiştirilemiyordu.
Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.
'İşte mesele tam da bu' dedim.
'Sorunun cevabını kendin bulup
kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.'
'Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var.
O çiçeği benim için koparmak,
düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına,
hatta ölümüne malolacak.
Bunu benim için yapar mısın?'
Yüzümü dikkatle inceledi ve
'Sana bunun cevabını yarın vereceğim' dedi.
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.
Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu.
Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş,
altına da bir not bırakmıştı.
'Sevgilim' diye başlıyordu,
'O çiçeği senin için koparmazdım'
Kalbim yine kırılmıştı.
Okumaya devam ettim.
'Çünkü her zaman yaptığın gibi
bilgisayarın altını üstüne getirip
çökerttikten sonra
monitörün önünde ağladığında,
onu tekrar düzeltebilmem için
ellerime ihtiyacım var.'
'Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden,
senden önce eve varabilmem üzere
koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.'
'Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde
şehirde hep yolu kaybettiğinden,
yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.'
Akrabalarının her ayki ziyaretinde sebep olduğu,
karnındaki krampları rahatlatabilmem için
avuçlarıma ihtiyacım var.'
'Evde oturmayı sevdiğinden,
içe kapanıklığını dağıtmak,
can sıkıntını hafifletmek üzere
sana şakalar yapabilmem,
hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var.'
'Sabahtan akşama kadar
bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan,
yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem,
saçlarında -görülmesini istemediğin-
beyaz telleri ayıklayabilmem,
merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem,
çiçeklerin renginin -
gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için
gözlerime ihtiyacım var.'
'Ama seni benden daha fazla seven biri varsa,
evet o uçuruma gidip,
o çiçeği senin için koparırım bir tanem.'
Baktım,
mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu.
Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.
'Mektubu okuduysan ve
kalbin ikna olduysa lüften kapıyı aç canım.
Çok sevdiğin susamlı ekmek
ve taze sütle kapıda bekliyorum.'
Koşarak kapıyı açtım.
Endişeli bir yüzle
ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek
ve sütle kapının önündeydi.
Artık çok iyi biliyordum:
beni ondan daha çok kimse sevemezdi.
O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.
Bu gerçek aşktı.



İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın,
seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde,
huzur ve durgunluk içinde de
hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.

Oysa aşk hep vardır.
Belki artık heyecansız,
belki artık romantik değil...
Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz...
Ama hep oralarda bir yerdedir.

Çiçekler ve romantik dakikalar
ilişkinin başlaması için elbette gereklidir.
Bir zaman sonra bunlar gitse de
gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.

Hayat tam da böyle bir şeydir

(kaymak:mailler)

Hiç yorum yok: